VİCDÂN
Bu kelime, Arapça mübalağa manasını taşıyan kök ( masdar ) bir kelimedir. Zamanla başta tasavvuf kitaplarında olmak üzere ilmî ve psikolojik bir deyim olarak kullanılmıştır.
Asıl manası; insan denen harika varlığın karşıdaki herhangi bir gerçeği, olayı ve nesneyi tam ve eksiksiz olarak algılaması ve bu algının gereğini yapması demektir. Yani bu algı olmadığında insan, dengesiz yani zâlim olmuş, olur.
Bediüzzaman, eski kitaplarında, “ Ruhun dört temel özelliği olan ve vicdânı oluşturan dört hakikat var: Zihin, irade, kalp ( duru görü ) ve hiss ( genel duygu ) ” diye söyler.[1]
Yani eğer insanın bu dört manevi uzvu sağlıklı bir şekilde çalışırsa, o insan, karşı tarafı sağlıklı olarak algılar ve gereğini yapar. Yok, eğer bunlardan birinde veya çoğunda bir arıza varsa, o insan vicdânsız sayılır, doğru ve dengeli algılamaz; yani zulmetmiş olur. Zulüm, etimolojik olarak dengesizlik demektir.
Yine o Zât, aynı yerlerde, “ Zihin, İlahî marifet ile; irade, ibadet ile; kalb, şuhûd ile; hiss, İlahî sevgi ile gelişir. İnsan, vicdânlı ve insan-ı kâmil olur. Kur’an’da bu yaşam biçiminin ismi takvâdır ” der.
Evet, takva, insanın başta ruh ve kalbi olmak üzere duygularını koruması ve geliştirmesi, demektir. Takvânın korkudan farkı da budur.
02. 07. 2007
Bahaeddin SAĞLAM
[1] Hutbe-i Şâmiye ve Osmanlıca Lemeat kitaplarına bakınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder