16 Ocak 2008 Çarşamba

HAVVA DA BU VARLIK AİLESİNİN BİR YÖNÜDÜR

Kaburga Hadisi Sahih Bir Mu’cize İken, Diyanet, Tevilini Bilmediği İçin,
Onu Hadis Külliyatından Atmak İstiyor !

HAVVA DA BU VARLIK AİLESİNİN BİR YÖNÜDÜR,
ÜYESİDİR, ÂDEM’İN KABURGASIDIR

Âdem, insanlığın ruhî, kültürel, dinî, ilâhî boyutu demektir ki; kadın da, bu mânâda âde-miyete (insanlığa) ortaktır. İman ve hukukta eşittir. Fakat kadın, tabiatı, dolayısıyla maddeyi temsil ediyor. Onun için diyebiliriz ki, insanlığın umumî varlığı içinde madde ve tabiat, eğri ve yağlı bir kemik mesabesindedir. Evet, maddesiz olmaz, fakat insanlık, sadece mide ve madde değildir. Böyle düşünenler, madde gibi edilgen ve pasif olurlar. Kaburga kemiği gibi kırılmaya, yenilmeye mahkum olurlar.

Ey insan! Katı, sert, semiz bir madde olarak kalmak istemiyorsan, âdem (insan) ol. Yüce değerlerden ibaret olan Allah’ın sıfatlarına ayna ol. Yeryüzünde Allah’ın meşru bir halifesi seviyesine çık!

Evet, insanlığın tek başına ruhî gelişmesi yeterli değildir. Ona eş olacak, yalnızlığını paylaşacak bir yardımcıya ihtiyacı vardır. O da maddedir. Demek bu kaburga, sembolik bir ifadedir. Çünkü, daha önce anlatıldığı gibi, Tevrat’ın 1. bâbında insanlığın (kadını ile, erkeği ile) biyolojik yaratılışı tamamlanmış idi.

İbranice ve Arapça, kardeş lehçe olduklarından, diyebiliriz ki, “Havva” kelimesi, ince ve kıvrak özellikler taşıyan ve insanın ruhanî boyutunu, zürriyetini içine ihtiva eden, dişil madde demektir (bkz. Müncid). “Havva canlı şey demektir.” şeklindeki not, Tevrat’tan değildir. Açıklama olarak verilmiş bir dipnottur.

Âdem ise, toprak renginde olan yaratık demektir. Havva’nın ebced değeri 22’dir, Âdem’in ise 46’dır.[1] Evet, insan, kadın da, erkek de 46 kromozomdan bir araya geliyor.[2] Ve 4+6=10 eder, bir mükemmel sona bakar. 22 ve 2+2=4 ise, düzene, maddeye ve maddenin dört köşeliliğine bakıyor.

Arapça’da da, İbranice’de de ebced harflerinin sayısal değerleri, hem tarihî bir gerçektir, hem de sayısal değerleri iki dilde de eşittir.








KUR’AN’IN BU KONUDAKİ HÜKMÜ

Kâinat, maddî yönüyle dişidir, edilgendir. Ruhî ve manevî yönüyle, bilinç yönüyle ilâhîdir, erkektir. Ve kâinattaki her maddî oluşun bir manevî ve ruhî yönü vardır. Onun için meleklerden söz eden ayetlerde, eğer asıl anlatılmak istenen, işin maddi yönü ise, dişi kipi ve dişi çoğullar kullanılır. Eğer o meleklerin ibadet, tesbih ve manevî yönleri söz konusu ise, er-kek kipler ve çoğullar kullanılır. Meselâ, meleklerin maddî tabiî olayları idare etmeleri dişi kip ile ifade edilmiştir. Allah’a yaptıkları hamd ve ibadet de erkek kipi ile ifade edilmiştir. Bazı müfessirler bu farkı göremedikleri için, melâike ile ilgili ayetleri mecrasından çıkarmış-lardır.

Meselâ, Saffât 1-5 ayetleri, kâinatı düzene sokan, ona canlılık veren meleklerden; kâinatı dağıtan, onu entropiye tabi tutan meleklerden ve bu iki grubun üstünde, Allah’tan gelen zikre (üst eyleme, mesaja; birleştirici bir fonksiyona sahip, iki ayrı yönü bir hakikat yapan zikre) tabi olan meleklerden söz eder. Bunların belirgin bir hakikat olduklarına işareten onlarla yemin edilir. Yeminin cevabî cümlesinde, bizi yaratan, besleyen Allah’ın bir olduğu vurgulanır.

Zikir, birleştirici, toparlayıcı bir eylem demektir. 13. ayette ifade edildiği gibi, maddeciler bu ruhtan mahrum kalıyorlar. [3]

Demek, kâinattaki şeklî ikililiğe bakıp şirke girmemek gerek. Kâinatta asıl olan mana ve tevhiddir. Tevhid bir ruhtur, bir zikir ve eylemdir, üstün bir kuvvettir, birbirine zıt şeyleri başka, güzel ve güçlü bir hakikat yapar. Niyazi Mısrî şöyle demiştir:

“Lutf u kahrı şey-i vahid bilmedi çekti azap
Ol azaptan kurtulan, olur sultan anlar bizi”[4]

Fakat kâinatın bu temel birliği ile beraber, ondaki ikililiğin de belli ölçülerde bir değeri vardır. Meselâ gayb âleminde meleklerle şeytanlar savaşırlar; maddî boyutta da yıldız kay-maları sembolik de olsa o işte kullanılıyor.

Meselâ, insan maddî yönüyle bir çamurdur. Fakat ruhî ve manevî yönüyle çok yüce, mü-kellef bir görevlidir.

Meselâ, insan mucizeyi görüyor, fakat onu tam tersi bir şekilde anlıyor, onu sihir sanı-yor. Allah’ı birleyeceğine, O’na eş koşuyor.

Meselâ, insanlar somut olan dünyayı seviyorlar, öteki âlemleri unutuyorlar. İlâahir… (Bakınız, Saffât, 1-24). Bu ayetlerde bu değişik değerler, tek tek dizilmiştir.

Bu surenin en sonunda da “Subhane Rabbike Rabbi’l-izzeti…” ayeti var. Meâlen şöyledir:

“Seni ve bu sûrede adı geçen benzer peygamberleri İslâm ve denge üzere terbiye eden, onları tevhid ve hakikat zirvesine çıkaran Rabbin, o kâfirlerin sandığı ve tanıttığı eksik tanım-lamalardan yücedir.

“Bütün peygamberlere selam ve dolayısıyla muvaffakiyet var. Sonuçta maddî, sosyal bütün yönleriyle kâinat, Allah’ın mükemmel sıfatlarını yansıtır; yani O’na hamd eder. ‘Vel-hamdu lillahi rabbi’l-âlemîn’ der.

Özetlersek:

Namazın ana umdeleri olan tesbih, hamd ve tekbirin her biri bu hakikatlerden birine bakıyor.

Tesbih, Allah’ı eksik, kusurlu ve negatif şeylerden kutsal bilmektir.

Hamd, Allah’ın bütün mükemmel değerlere ve nimetlere sahip olduğunu bilmek de-mektir.

Tekbir, Allah’ın bu iki yönü dışında ve birleşiminde sonsuzluğunu, yüceliğini, aşkınlı-ğını, eşi ve benzeri olmadığını ifade eder. Onun için her hareketin sonunda tekrar edilir.

İşte namaz, bu şekilde değişik ve farklı değerleri birleştirip barıştırdığı ve insanı tevhid zirvesine çıkardığı, dolayısıyla esenlik, barış, rahmet ve bereket olduğundan; sonunda, “Esse-lâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu” denilir. Ve bu konuda kadın-erkek arasında hiç ayırım yoktur.


KABURGA MESELESİNE DELİL GETİRİLEN
AYETİN HAKİKİ MEÂLİ ŞÖYLEDİR

Nihilizmden kurtulmanın en mühim bir ilacı da yaratılışın işleyiş mekanizmasını bilmektir… bedbinlikten ve zihinsel sıkıntılardan şifa bulmanın en mühim tedavisi de o yaratılış mekanizmasına göre yaşamaktır. Bu sayede hayatın ve yaratılışın nimet oluşunu idrak etmektir ki, En’am sûresi tümüyle bu meselelere bakıyor.

* Medeniyetin tarlası ve beşiği olan kadınlarla ilgili uzun sûrenin 1. âyetinin tefsiri:

(Kur’an’da en çok yanlış anlaşılan âyetlerden biri de, Nisa sûresinin bu 1. âyetidir. Sûrenin ve dolayısıyla âyetin 1. derecedeki anlamı, sosyal ve sınıfsal eşitliği, ve kadın erkek eşitliğini dile getirmek iken; sadece kuru ve hayalî bir biyolojik izah gibi değerlendirilmiştir. Âyet meâl ve tefsir olarak bize diyor ki:

“Ey bütün insanlar, (fakiriyle, zenginiyle, kadınıyla, erkeğiyle) sizi nefs-i vahide (tür birliği) içinde yaratan ve o türün eşlerini aynı cinsten (yâni erkeği kadından, kadını erkekten) yaratan, yâni o iki eşten nice erkekler ve kadınlar yeryüzüne dağıttıran Rabbiniz ve terbiye ediciniz olan Allah’a saygı duyun. Ve ismiyle birbirinizden dilekte bulunduğunuz O Allah’ın yasalarını ve hısım akraba bağlarını çiğnemekten sakının. Çünkü Allah ezeli ebedi olarak üstünüzde murakıptır.” (Nisa sûresi; 1)

Bahaeddin Sağlam
[1] İnsanın maddî-manevî, bedenî-ruhî yönüne dikkat çektiren Kur’ân’ın 22. sûresinin 46. âyeti, başlı başına sade bir mucizedir. Evet, insan maddî yönden fanidir, fakat âdemî (insanî, dinî) yönden ebedîdir. Âyet meâlen şöyle diyor: “Onlar, bu çürüme ve yok olma riskini yenecek idrak ve akıl ve kalb sahibi olabilmek için, neden yeryüzünde göç ve seyahat etmediler? Çünkü maddî gözlerin körlüğü gerçek körlük değildir. Gerçek körlük, gönüllerdeki idrak merkezlerinin körlüğüdür.”
[2] Âdem (insan) 46 kromozomludur, yani maddenin pozitif-negatif iki yönünü, yani iki adet 22’yi içinde taşımakla beraber, ilaveten iki kromozoma daha sahiptir ki; bu iki kromozom remzen insandaki soyut algılama duygusunu karşılıyor. Evet canlı türler içinde soyut değerleri bilen, geçmiş ve geleceği yaşayabilen, farklı maddî âlemleri birleştirip, soyut ve başka bir boyuta çıkabilen tek tür, insan türüdür. Erkeği ve kadını ile…
[3] Onun için, zikir hem Kur’an’ın, hem namazın, hem kelime-i tevhidin, hem vahyin ismi olmuştur. Ve erkeğe müzekker denilmiştir. Ve 13 rakamının aynası olan Yahûdiler çoğu zaman maddeci oldukları için, bu güzellikten mahrum kalıyor.
[4] Demek kadın-erkek birdir… Ayırım yoktur.

Hiç yorum yok: