16 Ocak 2008 Çarşamba

NESİH KAVRAMI İLE ALAKALI NOTLARIM

NESİH KAVRAMI İLE ALAKALI NOTLARIM


1) Bazı âlimlerin iddia ettiği gibi, nesih, bir hükmün başka bir diğer hükmü, imha etmesi, değiştirmesi ve tamamıyla kaldırması değildir. Arapça’da değiştirme ve kaldırmanın asıl kelimesi “ nesh ” değil de “ mesh ” dir. Ki kökten değişiklik demektir. Nesih ise bir gerçeğin ve bir hükmün yürürlükten kaldırılıp başka bir versiyonu ile icra edilmesi demektir ki, Bakara 106’da şöyle ifade edilmiştir:
“ Allah bir âyeti ( gerçeği, bir hükmü, bir tabiat türünü ) yürürlükten kaldırırsa veya unutturursa ya aynısı bir âyet ile veya başka daha iyi bir âyetle o âyetin yerini doldurur. ”
Nitekim ekolojide Allah bir türü tabiat kitabından kaldırırsa, ya o türe eşdeğer başka bir tür ile veya çevreye daha uygun başka bir tür ile onun yerini doldurur.
Nitekim nesih kavramı kitap yazmada da çok kullanılır. Yani bir kitabın mana ve amacı bir, ama söz ve üslup versiyonları çok olabilir. Bu, o kitabın doğallığını, zenginliğini ve değişik boyutlara sahip olduğunu gösterir. Ve literatürde bu değişikliklere “ nüsha farkı ” denilir.[1]

2) Kur’anın ayetlerinin birbirini nesh etmesi veya Kur’an’ın daha önceki kitapları nesh etmesi bu manadadır. Müslümanların ittifakından maksat da budur. Yoksa birinin diğerini tamamıyla imha etmesi ve ilga etmesi demek değildir.

3) “ İslam dini en üstündür, diğer dinleri tamamıyla imha ve ilga etmiştir ” diye bir âyet ve hadis yoktur. Tam tersi, İslam’ın “ Orta bir yol ” –ümmeten vasaten- olduğunu bildiren ayetler olduğu gibi, Yahudilerin Tevrat ile Hıristiyanların İncil ile Müslümanların Kur’an ile amel etmelerinin gerekliliğini bildiren çok âyetler vardır. ( Maide 45–48 gibi )

4) “ İslam Dini ” kavramı vahiy ile gelen bütün dinlerin ismidir. ( Âl-i İmran 85 ve Mu’minûn, 52–53 ) Fakat İslam ümmeti denince, Orta yol olan ve Hz. İbrahim’den beri var olan bir düzen demektir ki biz Müslümanlar şimdi onunla mükellefiz. Fakat şartlar çok ağır olursa, Yahudiler gibi maddi bir düzen istememiz veya Hıristiyanlar gibi sadece ruhânî yaşamamız da caizdir.[2] Zaten neshin gerçek anlamı da budur. Bunu da ancak büyük İslam imamları ve önderleri tayin edebilirler. Mesela Bediüzzaman Said Nursî “ Ahir zamanda Hz. İsa’nın din-i hakikisi hükmedebilir ” diyor Kastamonu Lahikası’nda… Bunu Hz. İsa’nın gelmesi ile ilgili mütevâtir hadislerden çıkarıyor.

5) Yani nesih, Allah’ın –hâşâ– daha önce bir şeyi bilmeyip sonra öğrenmesi değildir. Bir durumun, bir hastalığın teşhisi ve ona göre ilacın tavsiye edilmesidir. Kabir ziyaretinde bulunmaya, önce “ yasak ” denilmesi ve sonra cevaz verilmesinde olduğu gibi… Ve Enfal 66’da “ Bir peygamberin devletini kurmadan ganimet almasının yanlış olduğu ” nu anlatan âyet gibi. Peygamberimiz ( A.S.M. ), Medine’de önce devletini kurunca bu ayet ile amel etti. Sonra yine Mekke dönemindeki ihlâs ve maneviyatı tavsiye etti. Bazen de Ensar’a ganimet vermeyip onları Havariler gibi yaşamaya davet etti. ( Bkz. Saff, 14 )
Nitekim daha önceki hastalık ve sorun yine baş gösterirse ( mesela bugün İslam devleti yok ) yine o eski hüküm geçerli olur. Yani bugün itibarı ile Müslümanlar fidye ve ganimet alamazlar. Mekke’deki dönem gibi sadece İslam’ı yaşamalılar.
Dolayısıyla birbirini nesh eden iki hüküm aynı anda inmiş olamaz. Ve birbirini nesihte böyle bir şartı ileri koşmanın da bir anlamı olmaz.
Ve birbirini nesh eden hükümler arasında bir zıtlık olamaz. Tam tersi aralarında bir diğerini tamamlayan kardeş özellikler var.

6) Tarihî ve aklî konularda nesh olamaz, deniliyor. Fakat şaşırtıcı olacak ama bunlarda da nesh var. Çünkü vahiy metinleri, tarihî kuru bilgiler değildir. Gaybî, metafizik ve ruhani bilgilerdir. Bunlar da dönemlere göre, ümmetlere göre değişebiliyorlar. Mesala Yahudilerin bir Yusuf’u ve Musa’sı olduğu gibi, İslam ümmetinin de bir Yusuf’u ve Musa’sı vardır.
Onun için bu iki Peygamber ( Aleyhimesselam ) ve arketip hakkında Tevrat ve Kur’an bazı detaylarda farklı anlatımlara sahiptirler. Ve her ikisi de doğrudur.
Makalede nesih icma ile bilinir, denilmiştir. Tam tersi nesih ancak mütehassıslarca bilinebilir.
Akıl dediğimiz bilgi melekesi de, insanın kendi doğasından ve kâinattan edindiği bir gerçektir. İnsanın yaratanı ve kâinatın Fâtır’ı Allah olduğuna göre ve Allah’ın sonsuz âlemleri ve bilimsel gerçekleri olduğuna göre, aklî bir konunun başka aklî bir konu ile neshi mümkündür. Her iki mesele de aklî olmakla beraber aralarında şekli zıtlıklar olabilir. Çünkü hastalar, farklı olunca, ilaçlar ve bilimsel veri tabanları da değişir.
Onun için insanlık dünyasında birçok değişik şeriatlar ve her ümmette birçok değişik mezhepler var olmuştur. Hatta değişmesi akla yatkın olmayan bilim dünyasında dahi değişik ekoller var. Ve hepsi de isabet ve hakkaniyet sahibidir.
Doğa, din, zaman bir derece sonsuz olduklarından, sonsuzda zıtlar, birbirini tamamlayan kardeşler olurlar.

7) İslam şeriatında nesh örnekleri, 2 âyet ve 2 hadisten başlar; 200, 300 âyet ve hadise kadar çıkarılır. Acı bir söz olacak ama fıkıhçıların dediği üzere iptal ve ilga manasında asla bir nesh bulamayız. Bu manada Büyük müfessir Ebu Müslim haklı çıkar.
Fakat bir hükmün belli bir süre ile askıya alınması veya bir hükmün manası, hüküm ve emir değil de ilmî bir prensip ve ölçü ise, bu gibi durumlarda neshin 200’e yakın misali var. Mesela, Enfâl 65 ile 66 âyetlerinin arasındaki farklılık bir çelişki, bir yanılgı, değildir. Bir kalite ve o kalitenin gücünün mucizeliğini anlatmaktır. Âyetler diyor ki, eğer kaliteniz yüksek ise, 20 kişi 200’ü yener. Eğer nicelikten dolayı bu kalitede ve nitelikte bir gevşeme olmuşsa, bu sefer ancak 100 kişi 1000’i yener.

8) Ben, İmam-ı Şafiî’nin âyeti, hadis ile nesh ettiğini ve Ebu Hanife’nin âyeti, âyet ile nesh ettiğini biliyordum. Fakat değerli Hocamız Remzi Kaya Bey’in araştırmasından bunun tam tersini öğrendim ki doğrusu budur.
Hatta Ebu Hanife’ye ve Bediüzzaman Said Nursî’ye göre[3] zaman, zemin ve ilmî altyapı dahi nâsih olabilir. Yani kutsal bir kural, belli bir vakte kadar askıya alınabilir. Yoksa hepten kaldırma olmaz. Çünkü vahiy hükümleri ezelî ve ebedîdirler. Ve zaman üstü oldukları için genel geçer kural onlardır.
Mesela, İslam ekonomisi, dünyanın ağır rekabet şartlarına ayak uydurabilmesi için liberalizme izin verebiliriz. Fakat nihai hedefimiz; adalet, eşitlik ve sınıfların kardeşliği olduğundan Haşir suresinin 7. âyeti daima sloganımız olmalı ve kalbimizde atan, o adalet anlayışı olmalı…
Hülasa, insan kendisine, ebedî hayatında bir arkadaş almak istediğinde önce onun ruhuna ve kalbine ve bilgisine bakar, sonra fiziğine, güzelliğine, sonra ailesine ve ekonomik durumuna bakar. Bu hükümler birbirini tamamlar ve süsler; birbirini imha etmez ki, bu konuda değişik tavsiyelerde bulunan hadis-i şerifler arasında bir çelişki olsun.
9) Ra’d suresi 39. âyette geçen “ Allah istediği şeyi imha eder ” âyeti, siyak-sibaktan net olarak anlaşıldığı gibi, fizikî dünya ile ilgilidir. Ve ayrıca yasal dünya ile de ilgili şöyle bir güzel çiçeği bize gösterir:
“ İşlerin, yasaların iyiliği-güzelliği Allah’ın emrine göredir. ” Allah, fizikî dünyada kendi koyduğu yasalara bağlı olmak zorunda olmadığı gibi, yasal dünyada da kendi koyduğu yasalara da bağlı kalmak zorunda değildir. O ne isterse güzel olan odur.

a) Çünkü güzelliğin en birinci kaynağı olan kutsallık yetkisi sadece O’ndadır.

b) Sadece O sonsuz olduğu için; işler ve varlıklar ancak sonsuzlukta gerçek güzelliğini bulur.
Şimdilik sadece temenniler yapabiliyoruz. Çünkü Uluhiyet gibi bütün sonsuz değerlerin nesh edildiği bir dönemde detaylardaki nesihten söz etmek, bana çok anlamlı gelmiyor.

Selam ve hürmetler…

27.3.2007
Bahaeddin SAĞLAM

[1] Kur’an’daki kıraat farklarına bu açıdan da bakılabilir.
[2] Bkz. Hadid suresi…
[3] Münâzarât ve Muhâkemât Risaleleri…

Hiç yorum yok: