16 Ocak 2008 Çarşamba

Tekellüm_ü İlahi

ALLAH’IN KONUŞMASI

Bir kısım meal okuyucuları, “ Allah nasıl olur da Kur’anda ‘ Allah’a hamd olsun! Sübhanallah! ’ diyor. Kendi kendine hamd ediyor? Bu tarz ifadeler, Kur’anın Allah’ın kelâmı olmadığını gösteriyor ” diye soruyorlar.

El-Cevab: Bunun üç yönlü bir cevabı var.

1) Evvela, o tip mealler, eksik ve yanlıştırlar. Bilindiği gibi, edebiyatta cümleler, ya haber cümlesidir, veya inşâ cümlesidirler. Haber cümlesi bir durumu, bir niteliği bildiren yüklemli cümlelerdir. İnşâ cümlesi ise, istek, talep, medih, umut gibi, yeni bir manayı üretmek için söylenilen cümlelerdir. İşte “ El-Hamdulillah ” cümlesi bu iki özelliği de hâvidir. Evet o, “ Allah en mükemmel varlıktır, kemalatın, olgunluğun son zirvesindedir ” şeklindeki anlamıyla haber cümlesi ve yüklemli bir öznedir. Bunun için Kur’anda her nerede “ El-Hamdülillah ” cümlesi geçmişse hemen devamında bunun gerekçesi vardır. Mesela Fâtiha sûresinde bu cümlenin arkasından “ Rabbi’l-Âlemîn ” ifadesi geliyor ve diyor ki: “ Bütün alemleri birden kontrol edip terbiye etmeyen, onlara kemalat meyvesi verdiremeyen, hamd ve övgüye, güzellik ve mükemmelliğe sahip olamaz. Çünkü her şey birbirine entegre bir şekilde hareket ediyor ve her şey bütün alemlerin özü, özeti ve ürünüymüşçesine bir hal sergiliyor. ”

Fâtiha sûresinde olduğu gibi Kehf, Sebe’, Fâtır, En’am sûrelerinin 1. ayetleri de bu tarzda aynı meseleyi işlemişler. Ve her biri, İlâhî büyük nimetleri gerekçeleriyle anlatıp “ hamd ” ın Allah’a mahsûsiyetini ifade etmiştir. Fâtiha dahil bu “ Elhamdulillah ” cümlesiyle başlayan sûrelerin tamamı da Mekkî’dir, öncelikle Mekke müşriklerini tevhidî bir bakışa alıştırmak için onlara hitaben gelmiştir.

Hem ayrıca hâzır bir zâttan, gâibâne bir tarzda bahsetmek onun ihtişamını, büyüklüğünü zihinde canlandırdığı için bir tespit tarzı olarak bugüne dek kullanılmıştır. Bir padişahın halkına hitaben “ Sizin padişahınız, devletinizin yöneticisi âdildir, kudretlidir ” demesi gibi... Yani birisinden 3. kişiymişçesine bahsetmek sonsuzluğu çağrıştırır. Bundan dolayı Kur’anda mutlakiyet sembolü olarak “ Hüve ” ( O ) zamiri Allah için sık sık kullanılmıştır. ( Mesela, İhlas sûresi, 1 )

İşte böyle derin manaları ve tevhidî bir sistemi ezel-ebed mesafesiyle ifade eden bir kudsî cümleyi “ Allah’a hamd olsun! ” şeklinde kıt ve kuru bir ifadeyle çevirmek dili bilmemektir, Kur’anın bağlantılarını anlamamaktır.

“ El-Hamdulillah ” ile ilgili beyan ettiğimiz şeyler “ Sübhanallah ” hakkında da düşünülebilir. Eğer “ Sübhanallah ” için bir meal verilecek ise “ Allah, bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir ” şeklinde verilmeli!

2) Nasıl bir devletin ve bir devlet başkanının bireysel ve evrensel farklı yönleri ve hükmî kişilikleri oluyorsa, aynen onun gibi, kâinat saltanatında Allah’ın da Vâhidiyet ve Ehadiyet olarak ( haysiyet ve şahsiyet gibi ) ayrı ayrı kişilikleri ve dolayısıyla farklı konuşmaları olur. Kur’an Allah’ın bütün yönlerinin ve evrenin bütün özelliklerinin ifadesi olduğundan onda farklı konuşma biçimlerinin olması normaldir. Kur’anda Vâhidiyet tarzında bir konuşmadan bahsedildiğinde arada melek gibi bir sebep olduğu için “ Biz vahyettik ” ifadesi kullanılırken ( Mesela, Taha, 68; Şuarâ, 52 v.s. ) Ehadiyet tarzında bir konuşma olduğunda ise aracısız bir konuşma olduğundan “ Ben dedim, vahyettim ” ifadesi kullanılır. ( Mesela, Necm, 10; Maide, 111 v.s. )

Vahyin ve ilhamın, Vâhidiyet ve Ehadiyet tarzında özel ve genel olmak üzere tarzları vardır. Genel özellikteki vahiyler ve vahiy görevi gören umumî ilhamlar insanları sünnetullaha bağladıkları için onlara tâbi olmayanlar cezaya uğrarlar. Vahyin ve ilhamın özel ve genel boyutlarına göre insanların muhatabiyet derecesi ve sorumluluk miktarı farklılaşır. ( Bakınız, 7. Şua, Vahiy ve İlham Hakikatleri bahsi )

3) Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve rahmet olarak farklı tecellileri ve yansımaları var. Her şey, her nesne, her olay, Allah’ın bu sıfatlarından ve esmasından birinin, somutlaşmış ifadesidir. Yani kâinat ayrı, Allah’ın Zâtı uzaklarda apayrı, ara sıra bize kızar, bizi sever şeklindeki inanç; Kur’ana ve vahye uygun bir inanç biçimi değildir. Felsefe ve Kelam ürünü olan deistik[1] veya teistik[2] bir eksik anlayıştır. Bu anlayışla Kur’an da, Kitab-ı Mukaddes de anlaşılmaz. Onun için önce dil ve Âdem, sonra din ve İsa gelir.



26. 12. 2007
Bahaeddin SAĞLAM
[1] Deist: Allah kâinatı yarattı, ama karışmıyor.
[2] Teist: Allah kâinatı yarattı, her an karışıyor.
Biri Almanca biri İngilizcedir. Felsefede terim olarak bu manada kullanılıyor.

Hiç yorum yok: