“ Allah, Mûsa’ya önce Katlanmış Kutsal Vâdi’de seslendi.
Sonra Tûr-i Sîna’da ona seslendi. ”[1]
( Tâhâ ve A’raf Sûreleri )
[ Sınırlı Varlığın İki Bilimsel Yönü
Sonsuz Varlığın İki Evrensel Yönü ]
Sınırlı Varlığın İki Bilimsel Yönü
Sonsuz Varlığın İki Evrensel Yönü
1) Dünyamız... Yani zıtların onda cirit attığı ve gittikçe geliştiği somut âlem. Yani sebep-sonucun ( determinizmin ) egemen olduğu yer... Yani imtihan ve gelişmenin yurdu.
Bu âlem, maddî şartlar olarak determinedir, belirgindir. Fakat, soyut ve manevi şartlar açısından, onda belirsizlik hâkim olan, dolayısıyla sınırlılık içinde sonsuzluk kokan; fâni, fakat ebediyet tohumlarını geliştiren sonsuz bir kesit...
2) Hayat ve bilinç âlemi... Nisbeten, determine oluşumların az aktif olduğu vaha... Sebeplerin çok keskin olmadığı âlem... Bilginin ve bilincin saltanat sürdüğü memleket ve şehir... Dolayısıyla birliğin, tekliğin göründüğü yurt... Sebeplerin bahaneden fonksiyonları olan idâre dâireleri...
Kehf Sûresi’nin tefsirinde gördüğümüz gibi; bu âlem, gizlilik, perdelilik, yeşil renk ve devamlılık ile ifade ediliyordu. Buna kısaca cennet de deniliyordu. Çünkü cennet, sonsuz bilinç içeren, yeşil ve gizli ( örtük ) âlem demektir. Hz. İsa’nın tabiri ile, dünyamız mülk âlemi ise, cennet, melekût ( egemenliğin, birliğin tamamıyla egemen olduğu yer ) demektir.
Bediüzzaman da Mesnevi-i Nûriye’de bu sonsuz realiteye kısa bir cümle ile “ Eşyânın bâtını ( melekût yönü ) zâhirinden ( mülk yönünden ) daha mükemmeldir ” diye işaret etmiştir.
Ve Hz. Muhammed, bu sonsuz realiteyi üç mucizeli kelime ile ifade etmiştir:
“ Değerli insanlar, öldükten sonra ruhları, yeşil cennet kuşlarının içine girer. ” ( Kütüb-ü Sitte’nin Altısı )
Evet yeşil ( Hızır ), cennet ( bahçe, mutluluk evi ) zıtların olmadığı zaman dilimi; kuşlar, latif ve ruhlara münasip yapı, latifeleri temsil eden ontolojik sembol...
Keşke biyolog bir feylesof olsaydık da bu üç kelimeyi onların bilgisiyle tartabilseydik. Fakat bu sonsuz derecedeki güzel gerçekler, tartılmazlar, ölçülmezler. Sadece hissedilirler, görülürler, âşık olunurlar.
Şimdi yaratılmış iki âlemden çıkıp, Sınırsız Varlığın İki Evrensel Yönü’ne bakalım. Hz. Muhammed’in mucizesinden sonra, Onun Üstadı’nın mucizesini görelim. Burada konumuz Zümer Sûresi’nin 39/67. âyetidir:
“ Onlar Allah’ı, gereği gibi, takdir etmediler. ” ( Yani ölçüp biçemediler, anlamadılar, gereken değerini bilmediler. )
“ Fakat kıyâmet günü ( dünyadaki imtihanın bittiği zaman ) yer ( bütün fizik dünya ) Onun kabzasındadır. Ve gökler ( uzay, geçmiş zaman ), Onun sağ avucunda katlanmışlardır. Onda hiç bir eksiklik yoktur! O, eş koşulmaktan çok çok yücedir. ”
Ben, sınırlı bir beyne sahip biri olarak, bu Sonsuz Varlığı ve eş gerektirmeyen bu Sonsuz Gücü ve Kemalâtı size tam gösteremem. Fakat hadisin 3 kelimesiyle mucizeliğini gördüğümüz gibi, bu âyetin de 5 kelimesiyle bu sonsuz âleme bir seyahat imkânını elde edebiliriz. Fakat bilimde ihtimâliyâtla ( yani olabilirliklerle ve olasılıklarla ) ilgili bir belgeselden 2 prensibi önceden görelim. Sonra zihnimiz o âleme açılır, bu âyet sayesinde o bilim ehlinden daha ileriye gidebiliriz. İşte o iki bilimsel ihtimal:
1) Milyonlar ışık yılı birbirinden uzak olan uzay adalarında muhtemel biyolojik varlıkların, birbirini görmesi için, barındıkları kürelerin bütün enerji boyutlarına egemen olmaları gerek. [ Yani ( o varlıklar ) o kürelerin bütün fizik güçlerini avuçlarına almaları lâzım. ]
2) Uzayda seyahat için fizik olarak taşınma olmadan uzayı ( gökleri, geçmişi ) imkânlarıyla katlamaları gerektir. ( National Geographic )
İşte bu âyet-i kerime iki cümlesiyle bu iki zirve noktayı tesbit ettiği gibi; 14 kelimesiyle de, ihtimâliyât biliminin henüz ulaşamadığı 14 açık gerçeğe de parmak basıyor.
Birinci Cümle:
“ Yer ( bütün fizik küreler, fizik somut güçler ) kıyâmet gününde Onun avucunda olacak. ” ( Onlara açıkça egemen olacak. Şimdi imtihan gereği olarak gizlice egemen olduğu gibi... )
İkinci Cümle:
“ Gökler ( uzay, geçmiş zaman ) Onun sağ avucunda katlanmış olacaktır. ”
İki Ara Not:
1) Bizim şimdi gözlemlediğimiz uzay, yani gök, geçmiş zamanın mekâna dönüşmüş hâlidir.[2]
2) Ontolojik sembol dilini bilenler, âyetin neden “ sağ avucunda ”[3] dediğini hemen anlarlar. Çünkü geçmiş, zamanın sağ tarafıdır. Gelecek ise, sol taraf sayılır. Kur’an, gerçekleri dile getirdiğinden ve gelecek, açık âlem olduğundan, olmuş ve gerçekleşmiş gibi olan gelecek ifadeleri kullanır.
Ayrıca bu konumuz ile ilgili 14 önemli bilgiyi daha bize bağışlıyor.
a) “ Allah’ı ( Sonsuz Bilinci ve Gücü ) değerlendirmediler. ”
[ Gerçekten bugünkü insanlığın ( ilkel müşriklere benzedikleri için ) bilim repertuarında sonsuzluk gerçeği yok, veya gündeme gelmiyor. Dolayısıyla bilimler, zaman zaman kendileriyle çelişiyorlar. ( Mesela, kürelerin enerjisine ve uzayın katlanmasına muktedir olacak gücün tek bir güç olması gerektiği gerçeğini atlıyorlar. ) ]
b) “ Değerinin gerçeğini, gereğini bilmediler. ”
Maalesef yine bilimler; varlıkta bir değer, bir realite, bir gerek var mı, yok mu diye sallanıyorlar, insanlığa büyük bir hakaret ediyorlar.
c) “ Yer ” ( Bütün fizik küreler... ) Somut olarak sonsuz değillerse de, ona yakındırlar.[4]
d) “ Bütün yönleriyle ” ( Yine sonsuzluk ve birlik bildiren bir açık mektup... )
e) “ Kabza ” ( Güç, egemenlik, iş, işlerlik ve her yönüyle kullanmanın açık ifadesi... )
f) “ Gün ” ( Zaman, yazılım, plan, bilinç ifadesi... )
g) “ Kıyâmet ” ( Diriliş, açılış, kalkınış, Varlığın tamamıyla kendini açıkladığı an ve kesit... )
h) “ Gökler ” ( Geçmiş, manevi plan, uzam, gelişme ve sonsuzluk ifadesi... )
ı) “ Katlanmışlar ” ( 21. yüzyılda ancak ihtimallerle görülebilen bir bilimsel gerçek... )
i) “ Sağ el ” ( Uğur, bereket, olmuşluk, gerçekleşmişlik ifadesi... )
j) “ Sübhan ”( O, kusursuz, ve Sonsuz Birliğin ortağının olmaması, 21. yüzyılın bilimde emeklediğini bildiren vahiy bilgisi... )
k) “ Yüce ” ( Ah! Bu kelimeyi tam kavrayabilsek! Fakat henüz o yücelikte değiliz. )
l) “ Şirk koştuklarından ” ( Demek şeytanlar, ayrı benlikler ve şerler gibi şeyler göreceli de olsa ona eş koşulabilirler. Fakat, geçen 13 kelime, bunun da bilerek, imtihan ve gelişme için olduğunu bildiriyorlar. Evet, determine olan âleme ve şeytanlara ve şerlere verilen nisbî özerklik, gelişme, somutlaşma ve daha değişik manaları üretmek içindir. )
m) Bu mesele ile ilgili, 13. sûrenin tefsirinde 40 sayfa bilgi vermişiz. Buna ince bir işaret olarak da bu geçen 13 not bilgi oldu. İki gün sonra da bu günün sayılarının toplamı 26 ettiğini ve surenin sıra numarasının 39 olduğunu fark ettim.
Ayrıca bu âyetin numarası olan 67’nin, rakamlarının toplamı 13 eder. Bir önceki âyet ise, ( 66 = 12’li sistemin bir şifresi olarak ) meâlen açıkça şöyle diyor:
“ Sadece Allah’a ( Sonsuz’a ) bağlan! Ve bu Sonsuz Sistem’den memnun ol. ( Şükredenlerden ol! ) ”
[ Evet birlik ve düzen, asıldır; Realite ve nimet asıldır. Şer ve musibetler ise, maddî bir hikmet içindirler ve nisbîdirler. Sonsuzluğa entegre olmakla ve memnuniyetle onlar da nimete ve hayra dönüşürler. ]
05. 12. 2007
Bahaeddin SAĞLAM
[1] Vâdi, geçmişin derinlikleri demektir. Dağ da, geleceğin zirveleri demektir. ( İşârâtü’l-İ’caz )
[2] “ Semâ; donmuş, karar kılmış, sabitleşmiş bir enerji dalgasıdır ” hadis-i şerifine bu açıdan da bakılabilir.
[3] Hem Tirmizî’de geçen “ Rahmân’ın iki eli de sağdır ” hadisinden, hem de Vakıa ve Beled suresinden anlaşılan o ki, sağ el, hayrın, varoluşun, daimî varlığın ve hakkın sembolüdür. Yani geçmiş zaman, realize edilmiş hakikatlerden ibarettir. Ve Rahman’ın sağ elinde, geçmişin filim şeritleri arşiv olarak bulunur.
[4] Bediüzzaman, bir farklı görüş olarak; dünyanın, sınırlı yapısıyla beraber içindeki sonsuz ve kompleks faaliyetler sonucu Kur’an nazarında “ semâvâta denk tutulduğunu ” belirtiyor. ( Bakınız, Sözler, 15. Söz )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder