16 Ocak 2008 Çarşamba

İnsan Ve Kâinattaki Yeri

İnsan Ve Kâinattaki Yeri

Bismilahirrahamanirrahim

Bugünkü konumuz; insan ve insanın kâinattaki yeri.
Aslında bu konuda milyonlarca cilt kitap yazılmıştır. Yani yazılmış bütün kitaplar şöyle veya böyle insanla ilgilidir. Biz bir sohbette, bir iki saat içinde insan gerçeğini bitiremeyiz. Fakat ana başlıklar olarak 12 temel madde tespit edebildik. Eğer bu temel noktalara dikkat edersek, ömür boyu sürecek bir proje olarak, insan etrafında temel sağlıklı bilgiler ediniriz. Ve edindikçe de mutlu oluruz. Gerçeğe biraz daha yaklaşmış oluruz, sıkıntılarımız azalır. Bu niyetle bir sohbet yapacağız.

“İnsan” kelime olarak Arapça bir kelimedir. Ünsiyet yani medenilik, alışkanlık, beraber yaşama demektir. Kelime olarak “insan” Arapça bir kelime mübalağa kipi yani katmerli bir kiptir. Aşırı derecede medeni olan, aşırı derecede düzenli yaşayan, aşırı derecede huzur ve sükûnet bulan yaratık demektir. Kelimenin tam zıddı; vahşettir. Yani ak ve kara kelimelerini karşılaştırdığımız gibi, insan kelimesinin tersi vahşettir.
Vahşet de bugünkü Batı dilleri ile ifade edersek; biz biraz Arapça’dan uzaklaşmışız vahşeti de tam bilmiyoruz yani. Vahşet deyince tabiî, doğal alan hatırımıza geliyor, değil. Vahşetin tam Türkçesi ve Fransızcası anarşizmdir. Kuralsız, dağınık, anlamsız, başıboş yaşamak demektir. Bunun tersi insandır.
Gerçi anarşizmi sosyalistler; dinsiz, devletsiz, aile gerçeği olmayan bir toplum diye tasarlıyorlar da o biraz ütopik, hayali bir şey. Gerçekleşmez ve gerçekleşmeyecektir inşallah. Zaten gerçekleşirse kıyamet kopar. Fakat vahşettir o. Gerçi bazı araştırmacılar sorabilir: İnsanlığın başında da vahşet var. Yani kural yok, dil yok, din yok. Tamam ama hiç olmazsa tabiî, doğal bir yapı var. Mutlak vahşet değil. Zaten bir şey mutlak vahşete girdi mi ölür, yani kıyameti kopar. Eğer ilkel insanlar hepten ölmemişse, hepten açlıktan kırılmamışsa, hepten bitmemişlerse, onların doğal, tabiî bir düzeni var olduğu içindir. Yani Âdem değillerdi, medeni değillerdi, kurallı, dindar yaşamıyorlardı ama hiç olmazsa tabiî bir düzenleri vardı. O tabiî düzen sayesinde yaşıyorlardı.
Ama sosyalistlerin iddia ettikleri gibi; eğer dinsiz, devletsiz, inançsız bir toplum olursa, bu hepten yıkım olur, hepten kıyamet olur, sistem çöker, yokluğa gider. Mutlak vahşet işte odur.
Onun için Üstad Bediüzzaman Said Nursi: “Sizin ilericilik dediğiniz şey, aslında gericiliğin ekstradır, âlâsıdır” diyor. Koministler, dindarları gericilikle itham ediyorlar ya. Aslında onların istediği hedef tam gericiliktir, gericiliğin dibidir, âlâsıdır yani zirvesidir.

İnsanın katmerli medenî halini anlamak için ve insanlık dünyasındaki sorunları çözebilmek için, değerlendirebilmek için, yorumlayabilmek için ilk önce sonsuzluk kavramı lâzım. Ben 40 senedir kitap okuyorum. 4 yaşından beri bize eğitip öğrettiler. Şu gerçeği yakaladım; sonsuzluk kavramı olmadan, gerçekler tam anlaşılmaz. Eğer bir insan kendi dünyasında, sonsuzluğu, ebedîliği anlamamışsa, o bir yerde mutlaka tıkanır ve sıkıntılar çeker. Onun için bir insan rahatlamak istiyorsa; Allah sonsuz, imkânlar sonsuz, kâinat sonsuz, insanlık dahi sonsuzdur. Manevi değerler sonsuzdur. Meselâ bir güzellik bulursunuz, ister elde edin o güzelliği, ister elde edemeyin önemli değil. İnanıyorsunuz ki; böyle bir güzellik kavramı var ve o kavram bütün kâinatın her yerinde var. İster şimdi elde edin, ister sonra elde edin. Bir gün mutlaka ben bu kavramla karşılaşırım dersiniz, rahat edersiniz. Ama bu, sonsuzluk fikri ile beraber oluşur. Sonsuzluğu yakalamayan insanlar gerçeği tam yakalayamaz, insanlığı tam yakalayamaz ve hiçbir zaman gerçekten mutlu olamaz. Bazı ilkel kabileler var çok mutludurlar. Ama araştırmacılar gösteriyor ki; onlarda da sonsuzluk fikri var, ölümsüzlük fikri var, sonsuz bir Allah inancı var. Yani en ilkel kabilelerde onlar var. Eğer bir kabile vahşetten çıkmışsa, insan olmuşsa, Âdem olmuşsa ilk belirtiler şu; sonsuz bir Allah’a inanma, sonsuz bir hayata inanma ve sonsuz güzellik kavramına inanmadır. Yani bu üç kelimedir.

Bu modern asrın bazı araştırmacıları ve mütefekkirleri diyorlar ki: Allah’ın bütün projeleri güzel de; kâinat çok güzel, yıldızlar çok güzel, bitkiler çok güzel, hayvanlar çok güzel, fakat şu insan projesi, Allah’ın insan projesi karmaşıktır, düzensizdir. Çirkinlikler, katliamlar, açlıklar, mikroplar, hastalıklar. Yani buna bir anlam veremiyorlar. Herhalde Allah’ın bu projesi başarısız bir projedir diyorlar. Neden böyle bu kanaate varıyorlar? Çünkü sonsuzluk kavramını katmıyorlar işin içine. Yani biz burayı bütün teknolojik imkanlarla donatsak, eğer bu teknolojik imkanlara elektirik verilmezse, o teknolojik imkanlar burayı daha çok boğar. Yani bize faydası olmaz. İşte o sonsuzluk fikri işin elektiriğidir, işin ruhudur, işin özüdür, yani can damarıdır. O projenin içine sonsuzluk katılmadığı zaman, gerçekten insanlık projesi başarısız bir proje gibi görünür. Demek ki; Âdem olabilmek için, insan olabilmek için önce sonsuzluk kavramı üzerinde durmamız lâzım. Durduktan sonra o zaman her şey değerlenir. Yani trilyonlar eden bir tablonun bir köşesine bakarsan anlamsız bazı figürler, şekiller görürüsün, çirkin bir şeydir dersin. Fakat tablonun bütününü gördüğün zaman ha bu tablo çok güzeldir, çok mükemmeldir dersin. İşte insanlık tablosu sonsuzluğa kadar uzanan bir tablodur. Metafizik âleme kadar uzanan bir tablodur. Geçmiş ve geleceği içine alan bir tablodur. Yani hayvanlar gibi geçici bir hayat süresi değil. Bu tablonun bütünlüğü bilinmeyince, inanılmayınca o güzellik elde edilmez. Ve insan kendi kendini yer, intihar eder, depresyona girer, Allah’a küfreder, insanlara sataşır, herkesi düşman görür, bir sürü olumsuzluklar olur.
Allah’ın insanlık projesi şudur:
Şimdi insan deyince iki manâ hatırımıza gelir.
Birincisi yani işte 20 milyar senedir bizim kâinat, başka kâinatlar var mı yok mu bilim daha tespit etmiş değil. Bizim kâinatın ömrü 20 milyar senedir. Bu 20 milyar sene ışık hızıyla ölçüyorlar. Bu 20 milyar seneyi iki boyut olarak ele alırız:
Bir insanın dışındaki diğer varlıkların gelişmesi. Bir de insanın meyve verilmiş şekli.
Fakat ben insan deyince hepsini anlıyorum.Yani ağaç deyince sadece meyveyi hatırlamayın veya meyveden koparmayın. Ağaç ve meyveyi bir bütün olarak görelim ki; bütünlük, güzellik görülsün.
İnsan, kâinat ağacının meyvesidir. Ve burada çekirdekten 10-15 senede ağaç olup, sonra meyve vermesi, çiçek vermesi olduğu gibi; kâinat 20 milyar senede evrimleşmiş, en son insanlık meyvesini veriyor. Dolayısıyla insanı ele aldığımız zaman bütün kâinatı da ele almış oluyoruz. Meselâ; içimizde kâinattaki elementlerin çoğu var, yani işe yarayanları. Radyoaktif olanlar hariç. Onlar bizim bünyemizde işe yaramıyor. Elementlerin çoğu var, minarelerin çoğu var. Oluşmuş ve olabilecek bütün varlık çeşitleri var. 1,5 milyon tür canlı var, her birisinin bir kalıntısı, bir izi, bir karakteri ruhumuzda var. Ve biz, insan olduğumuz zaman, Âdem olduğumuz zaman; bütün o 20 milyar sene içinde birikmiş bilgilerin, malzemelerin, oluşumların hâkimi oluruz kendi dünyamızda. Kendi dünyamızda Âdem olduğumuz zaman, halife olduğumuz zaman; yetkili, idareci olduğumuz zaman bu sefer kâinata da tür olarak veya gelişmiş bir rûhani tip olarak halife oluruz, yani hâkim oluruz. Yani bizden beklenilen budur; hakimiyet kurabilmek. Bak insanlık ne zaman çok gelişti? 20. asırda, teknolojik olarak. Çünkü 20. asırda tâbiata hâkim oldu. Havaya hâkim oldu, suya hâkim oldu, mikroplara hâkim oldu. Bir sürü ilaç buldu, bir sürü işler üretti. Yani insandan beklenilen ana amaç; kâinata Allah nâmına hâkim olmaktır. İnsan çok büyük bir projedir. Bu hâkimiyeti sağlayabilmek için; işte o sonsuzluk kavramı içinde çirkinlik lâzım, kanser lâzım, ölüm lâzım, savaş lâzım, hastalık lâzım, mikrop lâzım bin bir tane kavram lâzım.

Yani ölçü şu; matematikte 0’dan sonsuza kadar sayılar olduğu gibi insanlık dünyasında, ki bütün kâinatla beraber ele alırsak, bütün oluşumların versiyonları olmalı. Yoksa insanlık tam insan olmuş olmuyor. Eğer bütün oluşumların versiyonları yoksa; işte bu proje o zaman eksik olur. Eğer bütün oluşumların versiyonları olmuşsa, kanserden ölüme kadar, cehennemden hapse kadar, hünsâlardan bilmem nelere kadar bütün tiplemeler varsa o zaman deriz ki; burada varlık ağacı bütünlendi, bütün numaralar yerini buldu, bütün dosyalar bilgiyle doldu, insan da hepsinin nimetlisi olarak başa geçti, proje tamamlandı. O zaman güzellik görülür. Onun için ben, evrim imanın 7. rüknüdür diyorum. Evrim olmadan hiçbir şey izah edilmez, ne kâinat izah edilebilir ne insan, ne din, ne Peygamberlik, ne ahiret, ne kadın ne ruh hiçbir şey izah edilemez ve dinî bilgileri biz hurafeleştirmiş oluruz. Yani zoraki, çocukların inanabileceği hikâye tarzında bazı bilgilere indirmiş oluruz.

Evrim bilgisi kâinattaki en temel realitelerden biridir. Çünkü kâinatın amacı manâ üretmektir, bilgi üretmektir. Bunun da birden oluşması, o zaman bütün sayıları 1 numaraya indirmek gibi olur. Yani sen 0’dan sonsuza kadar bütün sayıları imha etmişsin illâ 1 olacak, 1’den başka sayı kabul etmiyorsun. Bu çirkinliktir, nakıslıktır, eksikliktir, o olmaz. 0’dan sonsuza kadar versiyonlar olacak, mertebeler olacak, gelişmeler olacak.
İnsan nedir bu sonsuzluk çerçevesi içinde? Hepsinin zirvesidir, hepsinin tepesidir işte. Allah’ın yeryüzünde görüntüsüdür. Allah sonsuz, işte insan da sonsuzluğu yakalıyor o şekilde. Belki maddeten de yakalayanlar var, aktif olarak.

Bu evrim sürecinde insanın 3 tane en önemli şeyi var. Yani mineral boyutu çok önemli değil bizim için. Kimyevi boyut çok önemli değil. Ama insanlık için 3 tane katman çok önemli. Hayvaniyet boyutu, insan olma boyutu bir de melek olma boyutu var. Hatta melekleri geçen boyutu var. Bu 3 nokta da çok önemli köşe başları. Yani meselâ; ilkokul 5. sınıfa kadar okumak önemli değil. Ama ortaokul 3’te, imtihana sokarlar öğrencileri. Orada bir köşe taşı var, orayı aşması lazım. Lise 3’te yine aşması lazım. Mastırda veya doktorada sıçrama noktaları vardır. Bu sıçrama noktaları çok önemlidir.
Birincisi hayvanlıktan çıkma. Hayvandır insan ve bu hayvanlıktan çıkması lazım. Hayvandır, çünkü gerçekten ne kadar hayvan türü varsa hepsinin karakteri insan ruhunda var. Hem kedidir, hem köpektir, hem yılandır, hem balıktır, hem inektir, hem sinektir. Hepsi insanın ruhunda var. Çünkü Allah bütün bilgileri saklıyor biyolojik olarak, hiçbirini israf etmiyor, hepsini imtihan sürecinden geçiriyor. (?)....Bir yaratık olursun, dürtüler olmaz, fikirler olmaz, düşünceler olmaz, kötülükler oluşmaz. Birbirine düşmanlıklar olur. Yani sistem işlemez o zaman diyalektik süreç işlemez. Zaten kâinatta melek vardı. İnsanın yaratılmasına gerek yoktu.
Fakat insan, hayvanlıktan Âdemiyetle çıkıyor. Yani sonsuzluğu yakalıyor, inancı yakalıyor, kurallı yaşamayı yakalıyor ve Âdem oluyor. Ve bu kurallı yaşamanın ilk adımı evliliktir. Onun için Âdem, yasak ağaçtan yedi Cennet’ten kovuldu, daha önce Âdem kendini Cennet’te hissediyordu. Dert yok, geçim derdi yok, evlilik derdi yok, üreme derdi yok, hiç bir sorun yok. Ürüyorlardı da sürü gibi ürüyorlardı. Yani sorumluluk yok, dert yok. Dert olmadığı yerde Cennet’tesin sen. İşte o süreyi çocuklar yaşıyor. Geçim derdi yok, evlilik derdi yok,babalık derdi yok, analık derdi yok. Ekmek bedava, su bedava, et bedava, kira derdi yok. Çocuk cennet hayatını yaşıyor. İşte hayvanlıktan kurtulmak Âdemiyetle. Bunun da ilk adımı evliliktir. Maalesef, evlilik çok köşe başı bir noktadır insan için. İnsan evlilikle Âdem oluyor, sorumluluk taşıyor, sonsuzluğu yakalıyor, hayatın bir anlamını anlıyor, yaşıyor böyle.
İlkel insanlarda evlilik kuralsız olduğu gibi. Çok afedersiniz, kız kardeşlerimsiniz, kardeşlerimsiniz. Bu asırda din, Âdemiyet insanlıktan ruh olarak çekildiği için, bir bakıyorsun evlilikler gene cıvıklaşmış; bir gece burada, iki gece orada, bir gün bununla, bir gün onunla. Sistem gene çöktü, Âdemiyet gene bitmiş. Yani sürü tarzında üremeye gidiyor insanlık. Onun için insanlığın Âdem olması, insan olması ilk sorumluluk noktası bu. Bu çok önemlidir. Kardeşlerimiz çevrelerine de anlatsınlar, kendileri de yaşasınlar, bu sorumluluğu iyi değerlendirsinler, iyi üstlensinler, mantığını iyi kavrasınlar. Yoksa hayvanlığa düşer insan. Yani evlilik imtihanını iyi beceremeyen insan, otomatikmen gene hayvanlığa düşer.

Küçük çocuklar niye kedi, köpekleri hayvanları çok sever biliyor musunuz? Çünkü o daha evrim sürecinde, kendini orada görüyor. Daha kedilik sürecini aşmamış. Bir iki yaşındaki çocuklar kedilik ruhunu, orada kendi ruhunda yakalıyor. Bazen kediyi kendi annesinden fazla seviyor. Kendini orada yakalıyor, o türü ayna gibi görüyor.

Meselâ; kadın erkek niye birbirini seviyor? Bizde her erkekte biraz kadınlık var. Her kadında da biraz erkeklik var. Sen kendindeki kadınlığı karşında görünce işte aynaya aşık oluyorsun veya tersi. Kadın erkek arasında öyle bir ilişki var. Bu da evrim sürecinin varlığını gösterir. Yani kâinat, başta dişi-erkek şeklinde gelişmiyor. Atomlarda dişi-erkek sadece elektron-proton tarzında gidiyor. Sonra bu netleşmiş, gelişmiş türlerde; dişi-erkek münasebeti daha da var. Meselâ; memelilerde, yumurtalılardan daha gelişmiş bir şekildir dişilik-erkeklik. Yani evrim hızlandıkça, yükseldikçe çatışma artıyor. Çatışma arttıkça üretim artıyor. Fabrika daha çok malzeme üretiyor. Onun için hayatın anlamı; çatışmadadır. Çatışmadan kaçmayın. Üstad ne kadar macera yaşamışsa, babası iyi ki oğlum macera yaşadı diyor. Çünkü her macera; yeni bir âlem, yeni bir iş, yeni bir üretim olurmuş. Çatışma kâinatın ruhudur, mantığıdır, fabrikasıdır. Çatıştıkça sıkıntı çekeriz, biraz yıpranırız. Ama ürün elde edilir, insanlık ortaya çıkar, meyve elde ederiz. Çatışmadan kaçmayın. İnsanlığın hayvanlıktan çıkması, insan olmadır.
İnsan nedir?
Sad-i Şirâzi, dünya çapında büyük bir edebiyatçı demiş ki: İnsan bir damla kan, bin endişeden ibarettir. Endişe; fikir veya kaygı manâsında, iki manâya da gelir, Farsça bir kelime. Endişe hem kaygı hem fikir. Zaten fikirler de kaygıdır. Eğer sen bir şey düşünüyorsan; bu oluyor mu, olmuyor mu, sürekli kaygıyı çekersin ki düşünürsün. Kaygıyı çekmezsen düşünemezsin, düşünce böyle matlaşır. Kaygı iyidir ama aşırı derecede olmazsa. Bazen bende olur hastalığa dönüşür, o iyi değildir. Hastalığa dönüşmeyecek şekilde ama kaygı; fikir. İşte insan evlilikle kaygı çekmeye başlar. Nasıl geçindireceğim, nasıl çocuklara bakacağım,ben ölürsem onlara kim bakacak...Böylece evlilikle beraber, kaygılar artıyor. Evlenmeyinceye kadar kaygılar azdır, endişeler azdır. Yani insan, evlilikle tam insan oluyor ki;bir damla kan, bin endişeden ibarettir demiş. Fakat burada durmayacağız. İnsanlığın melekleşmesi de var, melekleri geçmesi de var. Veli, Peygamber falan. Melekleşme şudur; endişeyi aşıyorsun. Öyle sonsuz bir Tevhidi, sonsuz bir inancı, varlığı yakalıyorsun ki; bu endişeler, bu boş projeler hep yanlışmış dersin. Ben boşu boşuna orada yıpranmışım. Hayvanlıktan kurtulmak lâzım. Ama pat diye melekleşmiyorsun. Evleniyorsun, endişeler çekiyorsun, sıkıntılar çekiyorsun, dövülüyorsun, övülüyorsun, sövülüyorsun sonra sonsuzluğu yakalıyorsun, dini yakalıyorsun, imanı yakalıyorsun melekleşiyorsun. Melekler; Allah sonsuzdur, imkanlar sonsuzdur. Kaygıya, fikre falan kafa yormaya gerek yok. Her şey güzeldir, her şey mükemmeldir. Tam cennete gitmeden, burada dünyada cenneti yaşıyorsun. Melekler cenneti yaşıyor. Her yerde cenneti yaşıyorlar.

Geçen bir kardeşe bunu anlattım dedim insan bir damla kan, bin endişeden ibarettir dedim. Abi sen bize iki de bir bize endişe yapmayın diyorsun, bu çelişki nedir? Dedim ki: Eğer melekiyet boyutuna geçerseniz,endişeye gerek kalmaz. İşte geçmeyenler endişe çeker, mutlaka çeker. Meleklik sıkalasını yakalamayanlar, mutlaka endişelerden hasta olacak kadar yıpranırlar. Ondan sonra ? diye bir ilâç var; anti endişe onu almak zorunda kalırlar.

Bu arada yarım saat oldu.Başlıkların dördü bitmiş.

Bu melek kavramını iyi hissetmek, yaşamak için; güzellik kavramını şiir bazında dahi olsa iyi anlamak, sezmek lâzım.

İman nedir? İman bir reaksiyondur. Yani diyorsun ki; ben şu bardağı kabul ettim, böyle bir bardak vardır. Vardır dediğim zaman, benim ona karşı bir reaksiyonumdur ruhunda, sisteminde bir kayıt yapıyor. Belli depresyon içinde kıvranan insanlar, ki ben de onlardan biriyim, böyle kâinatta çirkin, anlamsız, ışıkları görür, ışıklar ruhuna batar. Binaları görür, binalar yumruk gibi adamın tepesine iner. Çocukları görür, çocuklara acır bu çocuklara kim bakar? Fakirleri görür acır, zenginleri görür acır. Her şey ona dert olur. Fakat işte bu, imansızlığın getirdiği bir hastalıktır, gerçek değildir. Dedik ya; bütün kavramlar olacak.İşte küfür budur. Küfür kâinatı çirkin görmedir, anlamsız görmedir, değersiz görmedir. İman, emniyetten gelir, güven demektir. Güven demek; etrafı güzel göreceksin ki güven duyasın. Eğer sen etrafı güzel görmezsen hiçte güven duymazsın.
İman; her şeyi güzel görme mertebesidir, sonsuzluğu yakalamanın ilk adımıdır. Eğer her şeyi güzel görürsen, işte gerçek âdem, gerçek insan, gerçek melek oluyorsun. Onun için bakış açımızı değiştireceğiz.

Evvelsi gün bir kadın geldi. Hayaller görüyor, sıkıntılar, depresyona girmiş. Doktora gitmiş, bir sürü ilaç vermişler, hocaya gitmiş, tılsım yazmışlar, büyü yazmışlar hiçbir şey olmamış, iyileşmemiş. Bizim eve geldi. Kırk yaşında bir abla. Ben bu noktayı ona işledim; her şeyin güzel olduğunu, ispat da ettim ona, sırf teoride kalmasın diye ispat da ettim. Kadın yarım saat içinde ben iyileştim dedi. İlaç-milaç verdiğimiz yok, ben iyileştim dedi. Gerçekten imanın kerâmeti, benim bir kerâmetim değil. Orada imanın güzel gördüğünü, güzel gösterdiğini o kadına ispat ettik, yaşattırdık. Biraz da sohbet ettik. O etrafında kimsesizlik çekmiş, arkadaşı olmamış, akrabaları bakmamış, fakirlik çekmiş, yani güzellik nâmına bir şey tatmamış. Geldi bizim eve, ikram yaptık, çay içtik sohbet ettik. Kendimi ona abisinden, kardeşinden daha yakın hissettirdim. Bak dedim, yokluk yok, boşluk yok, her yerde güzellikler var. Kadın yarım saat içinde iyileşti, ki ağır depresyondaydı, ben anladım.

Güzellik kavramı; bizim imanın en birinci ilkesidir. Her şeyi güzel göreceksin. Hani Yunus Emre galiba söylemiş: Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü.

Yani sonsuz bir güzellik olan Allah, nokta tecelliler tarzında, kendini yaratıklar tarzında gösteriyor. Eğer Allah, sonsuz güzelse, o noktalar da güzeldir. Çirkinlik görünüyorsa da bil ki; bir hikmeti var, o çirkinlik de çirkinlik değildir. Meselâ formül şudur; ben 1 milyar yatırım yapıyorum. Bu zahiren bir kayıptır, 1 milyar kayboldu. Ama o 1 milyar bana 3 milyar getiriyor, 2 milyar da kâr getiriyor. Buna kayıp denmez.
Eğer ben kanser olmuşsam, bu bana ebedî bir hayatı hak ettirmiş, beni ölüme hazırlamış. Bu ölüm, ölüm sayılmaz, ebedi bir yaşam sayılır. Eğer ben bir çocuğumu kaybetmişsem, ölmüşse. Allah, onun yerine daha sağlıklı bir çocuk, daha dindar bir çocuk, daha bir verimli çocuk bana vermişse bu kayıp sayılmaz, ekstra mükafattır. Onun için büyüklük, sonsuzluk çerçevesi içinde güzellik kavramını iyi değerlendirmemiz lâzım.
Yani bir insan tam inandığı zaman, o zaman bütün çerçeve içinde her şeyin yerini görüyor. Musibetler dediğimiz kavramlar, kanser, ölüm, hakaret, dövülme, sövülme gibi şeyler. Veya eşlerin birbirinden ayrılması, hakaret etmesi ne ise ... İyi ki bu olmuş,Ya Rabbi! Sen çok güzelsin, başına koyup öpüyorsun.
Hatta halk arasında:bükemediğin kolu öpün diyor. O, bizde böyle zorbaların elini öpün diye anlaşılır, yanlıştır. Bir çirkinlik önümüze geldiği zaman, o çirkinliği irademizle düzeltmeye teşebbüs edeceğiz. Belki Allah, bunu düzeltin diye bizi test ediyor.
Ben koşturdum, yoruldum, para harcadım değiştiremedimse, o zaman o çirkinliğin güzel olduğuna inanacağım ve o çirkinliği başıma koyup öpeceğim. O zaman güzelliğini anlamış olurum. Bükemediğin kolu öpün diyor. Bükebiliyorsa demek ki; o bana düşüyor, o bir imtihandır, bir reaksiyon lâzım. Tamam bükemedin, o zaman güzeldir diyeceksin.
Bu ayrılma için de gereçli, boşanma için de geçerli, iflas için de geçerli, her şey için geçerli...
Yani kâinatta asıl olan güzelliktir. Bu güzellik içinde, şiiri hiç sevmem fakat sırf bu güzellik uğruna şairleri seviyorum. Çünkü güzellikle şiiri dile getiriyorlar, şiirle güzelliği dile getiriyorlar.

Hatta depresyona girmiş insanlara, bu âşıkların divanlarını tavsiye ederim. Yani insan, daha önce kâinata hiç mi güzellik yokmuş gibi hisseder. Şöyle bir âşığın divanını okuduğu zaman; bak güzellik varmış ki adam görmüş der. Ve biraz da insan rahat ediyor. Ben geçen Ahmede Cezerî’nin divanını okudum, öyle bir rahatsızlık olmuştu bende. Allah Allah, bu ne kadar daha çok güzelliği yakalıyor bizden farklı. O, tabi ayrı bir bakış lâzım.

Hülâsa, sonsuzluğu yakalayan, imanı yakalayan, bütün dünya onun için cennet olur. Her şey bir hûri gibi olur, her şey güzelliğe dönüşür. Şimdi sıkıntıların sebebi şudur; kâinatta aslında güzellik var. Çarklar çok mükemmel dönüyor. Karışık gibi görünse de fabrikanın veya televiriğin kablolarının karışlığı gibi. Aslında karışlık yok, bize göre karışıklık var. Televiriğin içi gayet muntazam, gayet yerinde bağlanmış. İlk etapta bir çocuk baksa; karışık der. Dünya’da da çarklar öyledir.

Sıkıntı şeyden kaynaklanıyor; biz kâinatı keyfimize göre düzenlemek istiyoruz. Umumi çarklar ise ayrı bir hikmete göre dönüyor. İkisi çatışıyor.Çatışma olunca sürtüşme olur, sürtüşmede yangın çıkar, cehennem olur

Eğer sen iradeni, Allah’ın iradesine bırakırsan. Ya Rabbi! Sen’in iraden olsun diyebilirsen, Hz. İsa(a.s) gibi: Sen döndür, Sen güzel döndürüyorsun diyebilirsen. O zaman çatışma kalkar,sürtüşme de kalkar, azap da kalkar, cehennem de kalkar. Dünya senin için Cennet olur.
Zaten eğer bir yerde çatışma haddinden fazla aşarsa, bil ki orada cehennem vardır. Diyelim ki; bir insan bu gün ayda 1 katrilyon para kazanıyor. Bir insan da ayda 40 milyon parayla geçiniyorsa burada zıtlar fazlaca çatışıyor. O toplum artık cehennem olmuş. Çünkü zıt çok arttı. Biri 1 katrilyon kazanıyor, birisi ayda 40 milyonla geçiniyor. Ne oldu? Çatışma had safhada. O zaman orası cehennem oldu. Ama birisi 1 trilyon kazanırsa, öbürü 500 milyar, 100 milyar veya 2 milyar, geçinebilecek kadar kazanıyorsa, çatışma azalmış. Çatışmanın azaldığı yer, Cennet oluyor. Eğer siz de dünyanızda Cennet’i yaşamak istiyorsanız, güzellik kavramını bir basamak yapın. İradenizi Allah’ın iradesine teslim edin, çatışmayı durdurun, dünya gül, gülistan olur. Siz de âşık olursunuz, her şeyi güzel görürsünüz.

İnsanı tanımanın önemli bir başlığı da şudur;
İnsan 3 noktadan oluşur. Beden, ilim bir de şekil. Bedenden kastım; enerji. Vücudumuzda yaklaşık 60 trilyon hücre var. Bunların her birisi bir enerjidir. Belki katrilyonlarca atam var. Bunların her birisi enerjidir. Bu atomlar ve bu hücreler bizim değil, emanettir. Enerjimiz Allah’tan bize verilmiş bir emanettir. Yani bu beden bizim değil. Onun için birisi sana dese ki; sen etsin, kemiksin,kan torbasısın,kabul etmezsin. Çünkü sen o değilsin. O, Allah’ın seni yaşatmak için destek olsun diye verdiği bir emanettir. Beden emanet ve enerji. Bir de şekil var, hani çizgiler hatlar, fotoğraflar,o biraz biziz. İşte insanı fânidir derken, bu boyutuyla fânidir. Şekil an be an değişiyor. Bir saat önce dünyanın bir güzeli olursun, bir saat sonra rûhî bir bunalım geçirirsin, dünyanın en çirkini olursun. Şekil değişiyor, şekil fânidir. Şekilde boğulmayın. Şekilde boğulanlar; putperestlerdir. İşte Kur’an’ın purperestliğe çok kızmasının espirisi odur. Şekilde boğuluyorlar. Enerji boyutunu da bilmiyorlar da, biyolojiyi de bilmiyorlar putperestler. Hep işleri şekil olarak ele alıyorlardı.

Bir de insanda ruh var, yazılım. Bilgisayar teknolojisiyle izah edebileceğimiz bir kişilik var, bir bilgi var, bu ilimdir. Bu ölümsüz, işte budur ölümsüz. Bilgi ölümsüzdür, ölmez.2x2=4 eder. Bütün kâinat yok olsa 2x2 gene 4 eder, ölmez o. Bilgi ölümsüzdür, ruh ölümsüzdür, sonsuzdur da. Yani birisi dese ki; ben sonsuzum,doğru söyler.Ben ezeliyim,ebedîyim dese bu manâyla doğru söyler. Yani ruh itibariyle insan ebedîdir, ezelidir, sürekli gelişme içindedir, ölümsüzdür. Çünkü yazılımlar ölümsüzdür. Kavramlar ölümsüzdür. Manevi şeyler ölümsüzdür.
Ölümlü olan şey nedir?
Şekil. Şekilde boğulmayın. Enerji de ölümsüzdür. Bir materyalist çıksa dese ki; insan atomları ölümsüzdür, sürekli yaşıyor, devir dâim oluyor. Atomlar benim değil ki; o, Allah’ın emaneti, o, ben değilim.Hücreler, o da ben değilim, o şekil. O, benim değil ki; ben sahip olayım.
Enerji itibariyle biz yokuz. Allah’ın verdiği bir destekle, emanetinde yaşıyoruz. Şekil itibariyle an be an faniyiz, değişiyoruz. Bunun da ele alınacak, değerlendirilecek bir kıymeti yok. Onun için şekle âşık olanlar çok ahmaktır diyorum. Asıl âşık olunacak şey ruhtur, yani güzelliktir, manevi sonsuzluktur. O da eğer bilgisayar teknolojisiyle düşünürseniz; ruhu biraz anlamış olurusunuz. Yazılımlar ölümsüzdür. Hatta bu beden ölümle bittiği zaman, Allah o yazılıma başka bir ambalaj giydiriyor ruhçular astral beden diyor. Kabirde, ahirette hep ona bir beden bulur Allah, israf etmiyor. Yani o genetik yapıya daima bir çekirdek, ambalaj takıyor. O da bir kanunundur, Allah’ın bir kanunudur. Ruh ölümsüzdür.

Onun için. Bir komşum vardı Fatih’te, eskiden diyordu aşk, iki göz arasındaydı. Yani ruh kastediliyordu. Çünkü göz, ruhun aynasıdır. Bir insanın ruhunu gözünden okuyabilirsiniz, ne düşündüğünü, ne tasarladığını. Gözden yazılımını okuyabilirsin. Göz ekran gibidir. Bilgisayarın ekrancıkları gibidir.

Asıl olan ruhtur. Ama maalesef bu gün basında o kadar çirkin bir edebiyat var ki; homoseksüellere dahi âşk diyecekler. Bitmiş insanlık.

Yani bu 3 nokta çok önemlidir.
Beden, Allah’ın emanetidir, bizim değil, enerji olarak. Şekil biziz ama fânidir, ölümlüdür.
Ruh; yani yazılım, işte sonsuz, ölümsüz odur. Biz yazılımdan ibaretiz. Onun için Allah’ın ortağı olmuyoruz. Eğer beden olarak da biz tam varlık olsaydık; ben Bahaeddin dediğim zaman, bedenimi de kastedebilseydim, şekil de fâni olmasaydı, gerçekten ölümsüz bir biçim olsaydı; işte ben Allah’ın ortağı olmuş olurdum ki; bu, kâinatta sistemi bozan bir problemdir o zaman.
Ne demek, Allah bir tane sonsuz. O zaman sonsuz varlıklar, O’nun ortağı gibi olurdu, değil. Allah’ın ortağı yok. Allah; sonsuz. Gerçek varlık Allah’tır.

Bu enerjimiz, hücrelerimiz Allah’ın bize emaneten taktığı bir varlığıdır. Şekil de zaten var değil. Vardır veya yoktur tartışılabilir bir şeydir. O da Allah’ın ortağı olamaz. Yazılım; o ilimdir işte. O zaten Allah’ın emaneti. Allah’tan geldik, O’na dönüyoruz. Umumi bilgiden geldik, aktif görevimizi gördük, gene O’na dönüyoruz. Yani okyanustan gelen bir damla olduk, bir daha okyanusa dönüyoruz. Damlalığız işte, biz damlayız yani.

Evet, 7. maddeye geçiyoruz. İnsanlığı anlamanın önemli köşe başlarından, temel başlıklarından birisi de; Âdem ve Havva kavramlarını iyi bilmek lâzım.

Âdem; İbranice bir kelime. Toprak rengi veya buğday rengi demek. Yani buğdaydan yaratılmış veya topraktan yaratılmış insan demektir. Yani herkes Âdem’i erkek diye anlıyor, o yanlış. Havva’yı da kadın diye anlıyor, o da yanlış. Havva da kelime olarak canlı demek. Hatta canlıdan ziyade, anası demek. Canlılığın anası demektir. Şimdi formül şu;
Tevrat’tan, Kur’an’dan ve Hadislerden bu sonuca vardık. Her erkek ruhu itibariyle Âdem’dir. Her kadın da ruhu itibariyle Âdem’dir. Kişilik, insan, kültür, inanç, her yönüyle Âdem’dir. Beden itibariyle erkek de kadın da Havva’dır. Çünkü erkeğin bedeni de canlılığın kaynağı. Sperm ürüyor canlılık ürüyor. Hücre bölünüyor, hücre büyüyor. Gelişim, hayatın kaynağı erkeğin bedeni de. Kadının ki de öyle, kadında bu üretkenlik fazla olduğu için kadına “Havva” demişler.Yoksa her Âdem, her erkek bedeni itibariyle “Havva”dır. Her kadın da ruhu itibariyle, inancı itibariyle, kişiliği itibariyle “Âdem”dir. Ve Âdem’e, hatta meselâ Kur’an’da da erkeğe bütün emirlerde kadınlar ortaktır. Kur’an’da hiçbir emir yoktur ki; erkeğe hitap etsin de kadınlar ondan muaf olsun. Öyle bir emir yok. Cihad’tan tut, zekâta kadar, namaza kadar bütün bu emirler, erkek kipi ile dil gereği. Çünkü sorumlu ruh ya. Kadınların da ruhu Âdem’dir. Dil gereği olarak erkek kipi ile anlatılmış. Ama kadınlar da orada ortaktır. Orda kadın erkek eşittir. Yani eşitlik o manâda vardır. Onun için meselâ; Havva, Âdem’in kaburgasından yaratıldı. Bu da dinî bir realitedir. Şudur; beden ruhun ancak bir parçasıdır. Eğer bedeni ruhun yanında karşılaştırırsak; bütün bir güzel bedenin yanında,bir parça maddi fonksiyonu olur sadece, bir kaburga kadar olur.
Bedene fazla önem vermeyin. Hatta Hz. İsa (a.s) bunu biraz daha ileri götürmüş; elbisenin vücuda nisbeti ne ise, bedenin ruha olan nisbeti odur. Ruh; sonsuzdur, ebedidir, ölümsüzdür. Beden ise zaten enerji itibariyle Allah’ın emaneti. Şekil itibariyle fâni bir kaburgadır, kırılabilen, dökülebilen, bir saat içinde çirkinleşebilen bir kaburgadır. Yani münasebet odur. Eğer biz, dini bilgileri gerçek manalarını bilmezsek, yorumlayamazsak hurafeye dönüştürmüş oluruz. Biz halâ onu araştırıyoruz; erkeğin kaburgasından kadın nasıl yaratıldı? Yok. İlk hücreden beri dişilik-erkeklik var. Beraber yaratılmıştır, ikiz yaratılmışlar. Kadınla erkek kardeştir, ikizdirler. Hani Âdem’in çocukları hep ikiz doğuyorlardı ya. Bütün canlılar kardeştir, ikiz doğuruyor, sistem ikiz doğurma sistemidir. Yani orada kaburga bedendir. Bir miktar yağlı kemik diyorlar ya köpeklere veriyorlar. Ruhun yanında köpeklere atılabilecek önemsiz bir şeydir. Ama asıl varlık ruhtur.

Bu Âdem ve Havva kavramını oturtamayan, bir sürü âyeti yanlış anlar, bir sürü hadisi yanlış anlar ve Tevrat’a hücum eder:hurafe kitaptır diye, bak nasıl anlatıyor falan…
Dinin en önemi temel bilgilerinden bir tanesi de budur.

Soru: O zaman beden kutsal değil mi?

B. Sağlam: Çok güzel bir soru sordun. Bizde kutsal olmayan bir alan yok, çirkin olan bir alan yok. Yalnız nisbetler var. Meselâ: Tırnağımın çok faydaları var. Tırnakla biz binlerce iş görüyoruz. Ama önemsiz bir şey. Tırnak gibi çöpe attık diyoruz. Ama beynimizden bir hücrenin ölümüne çok üzülürüz. Çünkü bilgidir, ruhu temsil ediyor, şahsiyeti temsil ediyor, delirirsen çok önemlidir. Ama bir tırnağın çıkmış veya kırılmış çok önemsemezsin. Ama önemli çok iş görüyor. Çirkin yanlış bir şey değil. Yani ruha göre önemsiz, yoksa çok önemli beden. Allah’ın emanetidir diyor. Hz. Peygamber (S.A.V.), onun da senin üzerinde bir hakkı vardır diyor. Yedirmelisin, içirmelisin, bakmalısın. Hatta çok ilginç o zaman belki bilinmiyordu. Vücuttaki oksijenin deriden alındığı bilinmiyor. Hz. Peygamber (S.A.V.) diyor ki; bir insan yıkandığı zaman, vücudundaki delikler adedince, melekler ona istiğfar ve tesbih yapar. Çünkü orada oksijen giriyor ya vücut mükemmel temizleniyor. Vücutta çok önemli bir şey. Hatta bir açıdan, bizim gerçeğin birliğini görenler için; vücut, ruhun görüntülenmiş şeklidir. Bir yerde ruh diye başına koyup öpebilirsin. Ama ruhun ölümsüzlüğü, sonsuzluğu yanında geçici bir şekildir. Bir saat önce dünyanın güzeli iken, bir saat sonra bir iğne batar, bir zehir girer vücuduna ölür gider. Veya o hormonlarda minnacık 1 mg değişiyor, insan delirip gidiyor. Yani 1 mg’la insan delirebilir. O hormonların bir tanesi kazara 1 mg yanlış bir üretim yapsa, 1 mg fazla değil, insan beynini yitirebilir. Çok mükemmel bir düzen. Yani insan bedeni de çok mükemmel bir düzen. Ki her organ için bir kürsü kuruluyor bugün Tıp Fakültesinde. Zaten bizim derdimizin bir temel noktası da budur. Anlatmak istediğimizin temel noktası da budur. Yani Allah öyle sonsuz ki; Allah’ın çöpe attığı bir şey dahi işe yarıyor. Bu sistemde çirkinlik kirlilik yok diyoruz. Yani bu işin ambalajı bu kadar kıymetli ise içindeki cevherin artık ne kadar kıymetli olduğunu siz düşünün. Fakat sıkıntımız şu; millet hep ambalajda kalıyor. Yani kimse kutuyu açıp da içinde pırlanta var mı yok mu, elmas var mı yok mu bakmıyor. Her kesin derdi ambalaj. Onun için ben bazılarına tenekeci diyorum. Kimse yağ üretmiyor, herkes teneke üretiyor.
Soru: Hocam sonuçta beden de (Bu kısmı anlaşılmıyor,ses çok derinden geliyor)

B. Sağlam: Geliştiriyor, yani diyalektik süreç içinde nasıl kadın erkeğe muhtaçsa erkek kadına muhtaçsa; ruhun kemalâta, sonsuzluğa tam kavuşabilmesi için madde desteğini alması lâzım. Biz bazı sohbetlerde öyle söyledik. Ruh görüyor, ayağı yok. Bedenin ayağı var, kördür, görmüyor. İşte bir körle bir topalın birbirini tamlaması gibi; ruh, beden birbirini tamamlıyor. Ama asıl olan gözdür. Sen ister misin kör olasın veya bacakların kesilsin. Hangisini tercih edersin?

Soru: Ruhla beden ilişkisi nasıldır? Yani ruh bedenden ayrılabilir mi? Çok güncel bir şey.

B. Sağlam: Bilgisayarla yazılım. Sen teknolojiyi okumuşsun, üniversite okumuşsun, bilirsin. Yazılım, bir cd 1 milyar dolar edebiliyor, bir cd. Ama milyonlarca bilgisayar, 1 milyon dolar etmiyor, içinde yazılım yoksa 1 milyon dolar etmiyor.Bilgisayarda önemli olan yazılımdır. Ekran, klavye veya o ambalajı, çok önemli değil, tuşu çok önemli değil. Önemli, o olmadan da olmuyor, o da önemli. Ama önemli olan yazılımdır. Fakat yazılım da tek başına ayakta duramadığı için; mutlaka bir CD’ye, bir diskete, bir bilgisayara yüklemek lazım. Genişleyebilmesi için internet sitelerine yayılması lâzım.

Soru: Rüyalar için ruh dolaşır derler. Öyle bir gerçeklik var mı?

B. Sağlam: Ruhu tam tecrübe edebilecek bilgilerimiz yok. Fakat 81’de Bilim Teknik’te böyle bir makale okumuştum; Vücudun bilgi iletişim mekanizması o kadar sonsuzluğu yakalıyor ki; 4. boyuta çıkabiliyor.Yani yarını önceden görebiliyor.

Soru:Yani 5 duyumuzla algılayamadığımız şeyleri, gece rüyamızda uyurken görmek...ne kadar doğru acaba?

B. Sağlam: Evet. Doğrudur, bizde tecrübeleri var. İstatistikî bilgiler var. Milyonlarca insan, önceden gördüğü rüyalar sonradan çıkıyor. Demek ki ruh, zamanı aşabilir. Ben onu şuna benzetiyorum; biz madde itibariyle, konumuz ruh ile beden ilişkisi olduğu için, madde itibariyle zaman sayfasına yapışmış bir fotoğraf gibiyiz. Ruh ise fotoğraftan ziyade, o sayfa üzerinde yürüyebilecek bir karınca gibidir. Yani bir boyut üstte. Fotoğraf iki boyutludur, zamana yapışıktır. Zaman giderse o da gider. Yani zaman akarsa bizde yaşıyoruz. Zaman durduğunda biz de dururuz. Ama ruh için öyle değil. Zaman dursa da ruh yürüyebilir. Çünkü 3. boyutu yaşıyor karınca, fotoğrafa göre bir boyut üstte. Boyutlar meselesi bunu çözüyor, bize anlatıyor.

İnsanın anlaşılması konusunda 8. maddeye geçiyoruz.
İnsan fizikle metafizik âlemlerinin orta noktasıdır. Eski tâbirle “berzah” derler, geçit. Şunu biraz zihne yaklaştırmak için, gene ağaç örneğini verebiliriz. Ağacın son noktası nedir? Çekirdektir değil mi? Çekirdek nedir? Aynı zamanda en baştaki noktadır. Çekirdek ağacın başıyla sonunu ne yaptı? Birleştirdi. Yani insan da öyle bir noktadadır ki; geçmiş ve geleceği, fizik ve metafiziği birleştirebilecek bir kesittedir insan. Biraz da güzelliği oradan geliyor, sonsuzluğu oradan geliyor. İşte bu diyalektik süreç, bu ikili yapıyı bozduğumuz zaman, tek tarafa yöneldiğimiz zaman, insanlığımızı yitirmiş oluruz.
Yani sırf fiziği, sırf maddeyi, sırf bedeni, sırf dünyayı esas alanlar hayattan sıradan bir hayvan türü kadar lezzet alamıyorlar. Yani hayvan gibi yaşamaya başlıyorlar. Veya sırf ruhu, sırf metafiziği esas alanlar gene insan olamıyorlar. Ne oluyorlar? Melek oluyorlar. İnsan ise meleklerden üstündü. Âdem onları geçti. Çünkü Âdem iki kanatlıydı. Melek tek kanatlı, hayvan da tek kanatlı. Âdem iki kanatlı. Melek tek kanatlı derken, tek taraflı demek istiyorum. Melek tek kanatlı değil, çok kanatlı da yani tek taraflı demek istedim. Kanattan kasıt, fonksiyon. Onun için ikili yapıyı muhafaza etmek zorundayız. Ve İslâm dininin bize yüklediği en önemli görev, bu ikili yapıyı muhafaza etmektir. Bu gün Hristiyanlık da haktır, Yahudilik de haktır. Eğer biz buna rağmen bugün Yahudi ve Hristiyan değilsek bu ikili yapı içindir.

Yani fizik ve metafiziği, kadın ve erkeği,işçi ile patronu,ahiret ile dünyayı, ruh ve bedenin dengesini kurmakla mükellef olduğumuz içindir. Ancak ben dengeyi tutturamıyorum.O dengeyi tutturamıyorsan, o zaman kardeşim sağı seç derim. Yani kâfir olacağına, git rûhaniler gibi mağaraya çekil, ruhaniler gibi yaşa derim.

(BURADA ÇOK DERİNDEN BİR SES VAR,HOCAYA BİR SORU SORMUŞ SANIRIM,HOCA DA CEVABEN ŞÖYLE DİYOR)
Mecbur kalırsan, tercih yapılabilir. Bazen insan zor duruma düşebilir. Meselâ: Domuz eti yemek bize haramdır.Ama aç kalırsan domuz eti yemek zorunda kalırsın.

Soru: Neden haramdır?

B. Sağlam: O ayrı bir paket. Uzun sürer, oraya girmeyelim. Ama Allah bize haram ettiği için haramdır. Kur’an’da bir âyette bir kelime var; “Domuz eti pistir” diye.
Doktor Haluk Nurbaki hoca, içinde vücudun sindiremeyeceği bazı jelatin parçacıkları var diyor.

Soru: Ama çok fazla protein var besleyici.

B. Sağlam: İşte o fazlalık da ayrı bir problem.
Gıdanın karekter belirlediği biliniyor. Domuz karekteri insana geçmesin diye bir hikmeti odur. İçinde vücudumuzun sindiremeyeceği jelatin parçacıkları var tirişinler var. Bir de başka sosyal bir hikmeti de şudur; eskiden domuzlar sokaklarda yaşardı. Çöpçülük sistemi yoktu. Sokağı temizleyen onlardı, pislikleri, her şeyi onlar yiyorlardı. Belki de ekolojik bir denge için bir hikmeti olabilir, bilemeyiz. Biz sadece deriz ki; Allah emrettiği için. O meseleyi sonra açalım.

Soru: Bu çekirdek mevzuunda hani.....?...............

Evet, sonsuzluğu yakalar insan. Yani başla sonu birleştirirsen; sonsuzluğu yakalarsın. Biz dümdüz gideriz gideriz ebede doğru gideriz o yanlış. Hiç bir sistem dümdüz gitmiyor, hep döngüdür. Vücudumuzda da sistemler döngü şeklinde çalışır. Dünya da güneş etrafında döngü şeklinde çalışır. Güneş de galaksi etrafında döngü olarak çalışır. Bütün sistemler sonsuzluğu döngü içinde yakalıyor. Yani zihninize sonsuzluğu sıkıştıramıyorsanız o zamanın yuvarlak olduğunu düşünün anlarsınız, sürekli O’yu çiziyorlar.

Şimdi asıl mesele, 9. maddeye geliyoruz. İnsan için serbestiyet kavramı. İsterseniz orayı biraz daha açabiliriz, bu diyalektik süreci insanın dünyasında. İnsanlar yaklaşık 100.000 senedir var homo sapiens nesil olarak, bu güzel simaya sahip olarak. Gelişme dönemi 10.000 senedir. 90.000 sene durgun geçmiş. Onun hikmeti ayrıdır, açabiliriz ama uzun sürer. Bu 10.000 sene niye çok gelişti? Çünkü bazı insanlar mülkiyet kavramını oluşturdular. Bu köy benim, bu kadın benim, bu tarla benim, bu kasaba benim, bu dükkan benim. Mülkiyet kavramı çatışmayı gerektirdi, kavgalar çıktı. Yok benimdi öbürü yok benimdi. Sen az kazandın. Yok benden fazla götürdün. Yok az verdin. Çatışma süreci olduğu zaman iş büyüyor. Sahabeler gariban insanlar. Hiç bir bilgileri yok, ilkokul bile okumamış. %90’nın okuma yazması yok. Niye dünyanın en büyük insanları olabildiler?
Öyle küfür-iman çatışmasını yaşadılar ki kısa bir zaman içinde. Çatışmadan kaçmayın, ikili yapıdan kaçmayın. Kısa bir zaman içinde dünyanın en büyük insanları, en zeki insanları oldular. Üstad Bediüzzaman sıradan bir hoca idi. Niye büyük bir âlim oldu, büyük bir veli oldu.? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti döneminde küfürle iman çatışmasını çok sıcak bir şekilde yaşadı, çok sıcak yani. Onun için bir insan şehit olursa, hapishaneye atılırsa veya fakir kalırsa, aç kalırsa veya çok yorulursa, çok çalışırsa veya o olumsuzlukların tümü bu çatışma kavramı içinde değerlendirildiği zaman bakıyorsun ki hepsi kemâlât olmuş, hepsi güzellik olmuş. Aslında evlilik nedir? Karı kocanın kavgasıdır. Herkes mutluluk arıyor tam tersi, çatışma var orada bir derece. Çatışmada bereket, ürün çıkıyor.

O zaman herkes kavga etsin.

B. Sağlam: Zaten bazı psikologlara göre kavga etmeyen evliler sorunludur. Sınırı aşmamak şartıyla ara sıra kavga lâzım. Bu su gibidir. Meselâ; bir bardak su içersin şifa olur. Bir teneke su içersen zehirlenirsin. Yani ölçüyü kaçırmamak lâzım.

Soru: Ama Hz. Peygamber (S.A.V.)zamanında Asr-ı Saadet devrinde savaşta bile Hz. Peygamber (S.A.V.)’in arkasına saklanırlarmış. Öyle bir Peygamber, öyle bir rehberleri var onların zamanında.

B. Sağlam: Bu gün de bir lider çıkabilir, lider olunabilir. Kur’an var ortada, Peygamber (S.A.V.) yok da İslam’ın yazılmış şekli var. Yani bir şey kaybolmamış, Peygamber (S.A.V.)’i biliyoruz.

Şimdi 9. maddeye geçelim.
İnsanın en önemli özelliklerinden bir tanesi de; kâinat içinde serbestiyet kavramıdır insanda. Özerk davranabiliyor. Tanrı değildir ama Tanrı gibi davranabiliyor. Kâinatta hiçbir yaratık serbest değil. Hepsi bir nevi otomasyon gibi çalışıyor, programlanmış olarak çalışıyor. İnsanın beyni, ruhu sonsuzluğu yakaladığı için, iki âleme açılabildiği için, melekleri geçebildiği için; insan bazen namaz kılar, ya bu gün de kılmayayım der, öyle olsun der yani, şu arkadaşa bir tüfek atayım bir öldüreyim der. Yani böyle serbest davranabiliyor. Bu konuda başlı başına bir cilt kitap yazmak lâzım. Sırf bu madde üzerinde; insan niye serbesttir?

Soru: Ama Allah-u teala onun ...?..

B. Sağlam: Evet, enaniyet odur. Hiç bir hayvan, maymunlar da dâhil, aynanın karşısına geçtiği zaman, işte bu benim diyemiyor. Ama insan, 3 yaşındaki çocuk dâhi aynanın karşısına geçtiği zaman: Bak baba bu benim diyor. “Ben” diye bir kavram var ya. Ayrı bir âlem, ayrı bir özerklik, o büyük bir varlıktır. Allah’ın sisteminde, size anlatmıştım. Allah bir tanedir. Fakat sonsuz noktalarda “Ehâdiyet” cilvesiyle görünebiliyor. İşte Allah, bunu insanla gerçekleştirmiş. Yani eğer insan tam Allah’ın halifesi olabilse, tam “âdem” olabilse, kanun da yapar, devlet de kurar, adam da idam edebilir, iyi de yapar, kötü de yapar, tam yetkili olur. Ve Allah’ın sonsuz sıfatlarını anlamış olur. Küçücük bir dünyada sonsuz bir dünya yaratmış olabilir insan, bak. Allah öyle sonsuz bir kavram ki; yani Hz. İsa (a.s)’yı ben öyle tarif etmiştim, Hz. İsa (a.s)’nın havarileri, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in sahabeleri her birisi bir Peygamber ayarında. Yani bazı Peygamberler öyle büyük işler yapmışlar ki; Peygamber üretecek kadar büyük adam yetiştirmişler. Allah’ın sisteminde de bu var. Allah sonsuz ama sonlu küçük bir noktada sonsuz bir yaratığı üretebiliyor.

Ve serbestiyet bizim için en büyük nimettir. Eğer suistimâl etmezsek, kötüye kullanmazsak. Serbestiyetin de sonu gene sonsuz iradeye katılmaktır. Yani insan kendi iç dünyasını düzenler, evini düzenler, evlenir, para sahibi olur, pul sahibi olur, bolluklar, bir sürü âlem kurar. Sonra bir de bakarız ki; küçücük bir dünyada hayali bir sonsuzluk kurmuşum. Ben bundan vazgeçiyorum, enâniyetimi bırakıyorum. Çünkü enaniyetimi tam koruyamıyorum, kişiliğimi tam koruyamıyorum. Senin iradene teslim oldum dediği zaman küçücük dosyasını iptal ediyor, bilgisayar içindeki umumi dosyaya katılıyor. Daha büyük çapta bir varlık sahibi olur. Ama bu mutlaka yaşanmalı. Ben daha önce de söyledim. Eğer hayvanlık yoksa, bak meselâ; nefsimiz yoksa, acıkma, susama, uyuma duygularımız ölürse, biz resmen Bakırköylük olmuş oluruz. Yani Bakırköy’e gidip tedavi olmamız lâzım. O adam hasta sayılır. Hayvanlık da lâzım, insanlık da lâzım, meleklik de lâzım. Yani Allah’ın iradesine teslim olmak; ancak kendi iradeni kullandıktan ve değerini anladıktan ve kıymetini anladıktan sonradır. Meselâ; pat diye teslim olmak yok. O süreci yaşayacaksın. İlkokulu, orta okulu, liseyi, üniversiteyi okuyacaksın. Sonra ha sonsuz bir bilgi varmış. O da Allah’ın bilgisiymiş diyeceksin. Yoksa köyde çoban kalıp, öyle diyemezsin. O süreci yaşamamız lâzım. Onun için Allah; Ben sizi günâhlarınızla beraber, istiyorum, seviyorum diyor.

O serbestiyetliğin yaşanılması, ortaya çıkması lâzım. Ve insan için en büyük özellik serbestiyettir. Eğer bir insanda serbestiyet yoksa; bilin ki o insan ya hayvandır, ya melektir. İki kategoriden biridir. Bizim için ikisi de ideâl değil. İdeal olan insan olmaktır. Serbestiyet şudur; istediğin zaman istediğin kadar yemek yeme, istediğin işi yapmak, istediğin kişiyle evlenmek, istediği arkadaşla arkadaşlık kurmak, istediğin düşünceyi seçebilmek; ister küfür, ister iman, ister başka bir şey, serbestiyet budur. Allah bizden bunu istiyor, yanlış veya doğru. Bu serbestiyetin getirdiği mekanizma ve güzellik ve üretim o kadar çok büyük ki; kusurlar onun yanında solda sıfır kalır. Onun için İslâm’da en büyük günâh nedir biliyor musunuz?
Bir insanı köleleştirmek. Yani serbestiyetini onun elinden almak. Çocuklarınızı da serbest bırakın, serbest yetiştirin. Arkadaşlarınızı, istediği kadar yanlış düşünsün, serbest düşünsünler. Bizim onlara faydamız; sadece yardımcı olmaktır. Allah da bizi yönlendirmiyor, sadece yardımcı oluyor. İşte vahiy odur. Diyorlar ki; “Eğer Allah olsaydı, Peygamber olsaydı niye bizi doğru yola sokmadı.” O zaman serbestiyet olmazdı, güzellik olmazdı. Allah sadece sana yardımcıdır. Bugün eğer vücut kendi kendini iyileştirmezse ilaçlar iyileştirmez. İlaç sadece yardımcıdır. Senin vücudun iyileşmek istiyor, bir aspirin veya başka bir ilaç gelir onu iyileştirir. Ama yardımcı olarak iyileştirir. Kur’an ve Peygamber hiç kimseyi zorla doğru yola iletmez. İnsanlar doğru yolu isteyecekler, sadece eksik bilgilerini tamamlamak üzere onlara yardımcı olacak, sadece yardımcı. Bugün gerçek doktorlar; biz iyileştirici değiliz diyorlar, sadece yardımcıyız diyorlar.
Kur’an’ın bir ismi; Allah’ın yardımıdır, yardım demek. Yani sen doğru yolu seçeceksin; Allah seni doğru yola iletecek, sonra itekler. Onun için Kur’an’ın bir tarifi; istediğini saptırır, istediğini doğru yola iletir. Bir evvelki veya bir sonraki âyete baktığın zaman; onlar isteklerini kullandıktan sonra, diyor.

Yani çocuğu serbest bırakacaksın, nereyi istiyorsa oraya götüreceksin. Götürmek konusunda yardımcı olacaksın. Sırtına alacaksın, kucağına alacaksın. Zorla ona bir şey yedirmek, beslemek değil. Zorla ona projeyi vermek eğitmek değil. En önemli şey hürriyettir. Hatta bu günkü sistemin eğitimi çok mükemmel olmasına rağmen, eğer belli aksaklıklar ve yetersizlikler oluyorsa insanlar eğitimde serbest değiller. Öyle bir mekanizma oluşmuş; illâ buraya kadar okuman lazım, burayı bitirmen lazım. Belki adam istemiyor. Yani zoraki bir eğitim var. O zoraki eğitim iyi değil. Serbest eğitim güzeldir, faydalıdır. Bu çok uzun sürer. Bu serbestiyeti anlatırsak 1 cilt belki 10 cilt kitap yazılır.
Serbestiyet; insanlığın en temel özelliğidir, insanı insan eden budur. Ama mutlak serbestiyet hayır, mutlak serbestiyet yok. Çünkü küllî irade de var. İşte koministler burada yanılıyorlar. Küllî iradeyi unutuyorlar, insan mutlak serbest olması lâzım diyorlar. Tamam mutlak serbestlik olunsun da ama şehrin başka kuralları da var. Bu mutlak serbestiyet görevini bitirdikten sonra, vazifesini gördükten sonra insan bakar ki; serbestiyeti sonsuzluğun yanında okyanusta bir damla bile değil. O zaman diyor ki; ya ben bunu başıma belâ etmeyeyim. Bunu sahibine geri vereyim de ne yaparsa yapsın. Beni belâya sokmasın. Biraz kendini garantiye almak istiyor. İşte o zaman insan;veli oluyor.
Şimdi veli kavramı bizde Süpermen demektir. Dağları deviren,yerden su çıkaran, insanları sıfırdan doyuran, adam öldüren, adam kesen, adamı cehenneme getiren, götüren bir tip değil veli. Veli;Allah’a yakın demektir. Yani serbestiyetini, iradesini, özerkliğini bırakmış, küllî iradeye teslim olmuş, Allah’a yaklaşmış. Öyle bir duruma gelmiş ki; ağzının içine etseler umurunda değil. Övülse, sövülse umurunda değil. Trilyonları olsa, kaybolsa umurunda değil. Âşık olsa,en ciddi sevgilisi onu bıraksa; Allah verdi, Allah aldı der. İşte velilik budur. Ve gerçek insanlığın da mertebesi bir açıdan budur. Ve nihaî hedef de budur, insan için.

Ben köyde yaşadığım için biliyorum.

Karıncaların sisteminde karıncalar 5-10 sene çalışırlar. Emek, emek gece-gündüz, yaz-kış durdukları yok. Sürekli faaliyet ve düzen. Karıncalar büyük bir insan kütlesi gibidir.Onlardan ders alacağımız çok şeyler var. Artık 10 sene sonra karınca diyor ki; artık emekli olmam lâzım. Allah ona kanat veriyor, çalışmayı bırakıyor, artık uçuyor; çiçekten çiçeğe, daldan dala, ağaçtan ağaca uçuyor. Veli odur. Normal insan karınca gibidir. Gece-gündüz çalışması lâzım. 10 sene boyunca çalışması lâzım. Rızkını, geçimini, evlâdını, karısını, kocasını hepsini ayarlaması lâzım... Ama bir müddet sonra bakıyorsun ki; bu sistemin sonu yok. Allah’ım bana bir kanat ver veli olayım der, uçayım der. O, sistemden ayrılıyor zaten, yuvayı bırakıyor zaten, yuvada yaşamıyor kanatlı karınca.
Kanatlı karıncayı hiç işittiniz mi? Var, İşte onlar veli karıncalar. Isırmazlar, kanatlı karınca ısırmıyor, iştahı kapanmış zaten, ısırmıyor. O, çiçekten çiçeğe, ağaçtan ağaca, daldan dala uçmakla mükelleftir.

Bunun yanında Peygamberler nedir?

Velileri anladık. Kendi özerkliklerini, serbestiklerini Allah’a teslim etmişler; görevi, yemeği, içmeyi, evlenmeyi bırakmışlar Allah’a yaklaşmıştır, tamam. Peygamberler ise; dünyanın en zor işi. Tam tersi Peygamberlik... Yani sistem olarak o da özerk değil, iradesi bitmiş, serbestiyeti bitmiş. Ama öbürüne kanat verdi. Buna kanat da vermiyor bazen Allah. Dünya’nın yükünü buna veriyor. Bütün insanları sen düzelteceksin diyor. İyiyi kötüyü sen düzelteceksin. İnsanların her şeyi senden öğrenmesi lâzım diyor. Hatta yetmemiş, o kendi asrından sorumlu değil, bundan sonraki asırlardan da sen sorumlusun diyor.
Peygamberlik onun için en büyük mertebedir. Meselâ; Peygamberlik deyince; Allah istediği zaman dağları yaratır, devirir, evirir, değil. Her nimetin bir fiyatı vardır, bir ücreti vardır. Yani Peygamberin çektiği sıkıntıların milyonda birini biz çeksek, pestilimiz çıkar. O kadar sıkıntı çekmişse, elbette ki mertebesi ne olacak?
Onun için bazıları niye eşitlik yok, ben niye Peygamber olmadım deme hakkı yok. Ücret ödemeden, hırsızlık yok..O ücreti sen de öde, başka bir anlamda sen de öyle bir şey çıkarsın. Ücret ödemeden hırsızlılığa alışmış, kapkaççılığa alışmış. Ödemeden bir şey kazanmaya alışmış. Evliliğin de belli bir fiyatı var. Ev kuracaksın, nikâh yapacaksın, şahit tutacaksın, sorumluluk üstleneceksin. Yoksa sıradan bir beraberlik olmaz, hırsızlıktır, suçtur, sistemi bozmaktır. Burada Peygamberlerle velilerin farkı da burada odur. Onun için hiçbir veli, Peygamber kadar büyük olmuyor. Çünkü Peygamber dünyanın yükünü üstlenmiş. Her Peygamber velidir. Yani iradesi yok, özerkliğini kaybetmiş, Allah’ın iradesine teslim olmuş. O ne emrederse; yat diyor, yatıyor, kalk diyor, kalkıyor, öl diyor, ölüyor, git diyor, gidiyor. Ama aynı zamanda dünyanın yükü ona yüklenmiş. Bütün insanların sorumluluğu ona yüklenmiş. Dolayısıyla hiçbir veli, hatta bütün veliler bir araya gelse, bir Peygamber etmez. Peygamberlik apayrı bir nimet. O, sorumluluk ister.
Yalnız Hz. Mevlâna, meselâ bazı veliler var ki; Peygamber görevini görüyorlar. Molla Camii var, İranlı büyük bir şair, mütefekkir, edebiyatçı, Hz. Mevlâna için ne diyor: Peygamber değil ama kitap verilmiş. Evet, Hz. Mevlâna da normal olarak bir velidir aslında. Fakat öyle bir yük almış ki; binlerce siyasi sorumluluğu, dedikodu, Moğolların istilâsı dönemindeki yıkıntılar, çalkantılar... Hepsini üstlenmiş, o toplumu diriltmiş. Ve o toplumdan Osmanlı Devleti çıkmış. Âdeta Peygamber gibi bir fonksiyon yapabilmiş. Bizim için de bu geçerli. Peygamber olmayız ama o görevlerin bir fonksiyonunu icrâ edebiliriz. Fakat veli olduktan sonra. Yani veli olmadan insan nefsi nâmına karışırsa, işleri karıştırır. Nefis nâmına olmayacak.

Şimdi geldik geldik 11. başlığa. İşin en zor noktası da burasıdır. İnsanın beyni, ruhu bilgisayar gibi çalışır dedik. Eğer bu bilgisayar kilitlenmişse, dünyanın bütün operatörleri gelse, Peygamberler gelse, binlerce veli gelse açamazlar. Bazı beyni açılmayan depresif insanlar vardır. Doktorlar binlerce çeşit ilâç denerler açtıramazlar, çaresiz kalıyorlar.

-Hz. İsa (a.s) ahmaklara mucize gösterememiş.

B. Sağlam: Bu maalesef herkeste bu sorun var. Bende de kabul ediyorum, kimse kırılmasın. Hepimizin beyni, bu asrın yapısından, çalkantısından, gürültüsünden patırtısından, evrensel büyüsünden diyelim, biraz kilitlenmiş. Yoksa biz sahabelerden daha zekiyiz, daha çok okumuşuz, daha çok muamelat sahibiyiz. Biz Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’den dahi muamelât açısından belki daha çok biliyoruz. Ama onun beyni sonsuz dosyalarıyla açıktı, her şeyi alıyordu, değerlendiriyordu. Bizim beynimizde de aynı bilgiler var, belki öğrenmişiz. Ama maalesef kilitli. Hatta bozuk, hatta virüsl tip tipiz. Kiminki virüslü, kiminki kilitli, kimininki bozuk.Ve en büyük sorun budur.
Onun için ne edip edip önce şu beynimizin bilgisayarını açık tutabilmek, virüslerden temizleyebilmek, sıkıntılarını azaltmak, ki bu insan olabilelim.

Yoksa biz normal bir hayvan kadar hayattan lezzet alamıyoruz, zavallının teki. Âhiret desen yok, vahiy desen yok, sonsuzluk desen yok, metâfizik desen yok. Kaldı kaldı; şehvet, yemek, içmek, o konuda da en küçük bir hayvan kadar lezzet alamıyoruz. Bütün hayvanlar, şehvet konusunda insandan daha çok lezzet alıyorlar, yemek içmek konusunda daha çok lezzet alıyorlar. O zaman biz bitmişiz. Hani kâinatın halifesi olacaktık? Bütün âlemleri idare edecektik? Biz bitmişiz farkında değiliz. Kilitli beyin, ruh kilitli açmak lâzım. Ve bu açmak için 3 tane temel prensip yakalamışım kendim için, daha yeni deneyeceğim.
1- Bildiğin bütün bilgiler arasında koordinasyonu sağlayabilmek, ilişkilendirebilmek. Böyle nokta nokta boğulmamak. Bu lâzım.
Meselâ; edebiyatçılar ne yapıyor? Binlerce bilgiyi kompozisyona döküyorlar. O bilgileri koordine ediyorlar, bir armoni çıkıyor, bir âhenk çıkıyor. Bir sonsuzluk yakalanıyor orada, küçük de olsa. Bu da bizim için ilk adım olacak. Onun için ben bütün kardeşlerime söylüyorum; yazı yazın, makale yazın, kitap yazın, şiir yazın, müzik yapın. Bu armoniyi, o kompozisyonu iyi yakalamak lâzım. Hatta bildiğiniz bütün bilgiler arasında, geçmiş-gelecek her şey arasında iyi bir ilişkilendirme, kompozisyon yapmak lâzım. Vücudumuz niye güzeldir? Çünkü güzel bir kompozisyon var.
Sırf burnumuza baksak çirkin görünür, sırf gözüne baksan adamın çirkin görünür, sırf kulağına baksan çirkin görünür. Ama beraber kompozisyon olduğu zaman, işte sonsuzluk ifade eder yüz. Yüz, sonsuzluk işaretidir. Hiç bir insanın yüzü öbür insana benzemiyor. Nedir? Sonsuzluk alâmetleri var. 6 milyar, belki 60 trilyon insanın hiç birinin yüzü aynısı değil. Bak sonsuzluk ifade ediyor. Ama kompozisyonla beraber. Sadece gözler birbirine benzer, sadece burunlar birbirine benzer. Ne edip edip bu ruhumuzu, dosyamızı açmamız lâzım. Ve kilitliyiz. Yani adama 50 tane ders anlattık, sonunda halâ diyor.
Hatta bu konuda olmuş bir fıkrayı size anlatayım:
Adam Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisi, 5 senedir Ankara İlâhiyat Fakültesi. 5 sene boyunca Arapça edebiyat dersini alıyorlar. Bir roman okuyorlar, romanın isi de; “Kahraman A”diye bir Arap şairi var. 5. senenin 5. ayında Mayıs ayında. Demiş ki: hocam bu ? dişimiydi erkek miydi? Yani o kadar kapalı ki dosya, 5 sene okuyor, bir kitap ya bir kitap. Bizim Türkiye’deki acı durumu böyle. İlâhiyat deyip hoca sanmayın. 5 sene bir kitap okuyor, 5.senenin 5.ayında hâlen merak etmiş: Acaba bu Antele dişimiydi erkek miydi?
Yani o kadar bedeviyiz, anlamıyoruz, işin içine giremiyoruz, beyin kilitli.

Sen şimdi ahmak bir insana mucizeler göstersen kıymeti yok, israf olur. Onun için Kur’an ve İncil diyor: Biz kafirlere, inatçılara mucize göstermeyiz. Çünkü israf olur. Dosyası kapalı. Mucize görse de; belki ben yanıldım der. Adama Üstad ispat etmiş o zaman, 100 sene önce işte dünya yuvarlaktır. O zaman ki hocalar belki de düzdür demişler. Belki ile olmaz bilgi. nasıl bilgi? Belkileri atacağız. Bilgi demek kesin şey demektir. O da beynin çalışması, delillendirmesi, yorumlayabilmesi ile olur. Yani bu konuda çok muzdaribim ben, hem kendimden. Çünkü bazen Risale-i Nur olsun Kur’an-ı Kerim olsun 30 senedir bilinçli olarak okuduğumuz halde ben bazı bilgileri evvelsi gün öğrendim. Ne demek bu biliyor musun? Sanki ben 28 sene boyunca 29 sene boyunca körmüşüm, beynim kilitli gibiymiş. İşte şehvet kilitleyen bir mekanizma, bencillik kilitleyen bir mekanizma, diğer olumsuz duygular hep kilitleyici virüslerdir. Onun için kalp temizliği lâzım. Demişler ki; kin olmayacak, düşmanlık olmayacak, nefret olmayacak, şehvet olmayacak, çok yemeyeceksin, çok içmeyeceksin her şeyin dengesi lâzım, ki beyin çalışsın.
Beyni açmanın ikinci noktası da şudur. Biz somutçuyuz. Beyin ise biraz soyut çalışır. Sonsuzluğu yakalıyor ya bizim insan beyni. Biz illâ somutçuyuz. Şimdi ben desem ki; size her birinize 1 milyar vereceğim. Ama sabrederseniz 10 sene sonra 1 trilyon vereceğim. Siz dersiniz ki; hoca sen bize 1 milyar ver de trilyon sonraya kalsın. Şimdiki 1 milyar somut ya. Dünya somut. Desen ki; günâh işleme,Allah âhirette sana sonsuz güzellikler verecek.
Der ki:belki gelmez. Belkileri bilgi yapıyoruz. Belki âhiret gelmez diyor. Belki ile bilgi olmaz. Delili var, şahidi var ispatı var. Yok. Burada bir belki sürekli yatıyor. Belkiler şeytan işidir, keşkeler şeytan işidir.

-Vesevese.
B. Sağlam: Vesvesenin başka versiyonları. Bu noktayı aşmamız lâzım yani beynin açılması için. Somutu aşmamız lâzım.
Ben dün Kemal Ayyıldız kardeşime de izâh ettim;
Ambalaja harcadığımız masraf, işin içindeki masrafı aşıyorsa, o ekonomik olmaz. Ambalaj daima daha düşük fiyatlı olmalı. Dünyaya harcadığımız enerji 10 kg ise, ahirete,ruha belki 1000 kg harcamamız lâzım. Ama biz bu dengeyi tersine, ben de Allah korusun, yani Allah affetsin. Ben de aynı hata içindeyim. Yani dünyaya harcadığımız vakit, enerjiyi âhirete, ilme daha az harcıyoruz. Ve bu beynimizi kilitliyor, ters çalışmasını netice veriyor. Bunun üzerine bilinçli bir şekilde acilen gitmemiz lâzım. Yoksa ölümlü insan, bitiğiz. Sorunların çoğu bundan kaynaklanıyor. Adam genel müdür olmuş, bakan olmuş, bakıyorsun beyni kuş beyni, kilitli. Zekidir, fakülte okumuş, mastır yapmış, doçent olmuş, ama kilitli işte. Beyin çok mükemmel, fakat maalesef kilitli ve virüslü.

Bu somutçu anlayışı Kur’an’ın tâbiriyle; acil ve acil yani önceyi bırakıp, sonrayı düşünmemiz lâzım. Gerçek insan sonrayı düşünür. Bütün yatırımcılar, bütün okul okumuşlar, bütün doçentlik,bütün mastır payesini alanlar hep sonra için çalışıyorlar. Niye adam 30 sene okuyor, profesör oluyor? Sonrayı düşündüğü için bunu yapıyor. İnsan demek sonrayı isteyen, önceyi değil. İnsan demek soyutu anlayan demektir, somutu değil. Eğer bu sistemi biz tersine çevirirsek biz hayvandan daha çok düşük hayvan oluruz. Daha aşağıya düşeriz. Yani burada bir daha söyleyeyim: İnsan demek, sonsuzluğu yakalayan demektir, başta da söyledik.Bu demek, bütün olaylar arasında koordinasyonu sağlayıp, iyi bir değerlendirme yapmak.
İkinci adımımız: Daima sonrayı düşüneceğiz, soyutu düşüneceğiz. Somutu ve önceyi ihmâl etmeyeceğiz. Ama ikinci plânda tutacağız. Ve buraya gelmek için de çare şudur; musibetler lâzım, musibetlerden kaçmayın. Eğer musibetler olmazsa biz insan olamayız. Musibet=insanın acı ilacı. İlaçtır.Vallahi ilaçtır, Kur’an hakkı için ilaçtır. Binlerce örneğini ispat edebiliriz dünya tarihinde. Eğer musibetler olmazsa evrim de olmaz. Evrim ne demek? Dışarıdan bir darbe gelir, hayata saldırır, hayat o darbeye karşı daha çok direnç sağlar. Daha çok direnç sağladıkça, daha çok tırmanır, bak evrim odur. Darbe gelmezse hayat olmaz, bir hücre şeyinde kalacaktı, hep bir hücre olarak büyüyecekti. Ve şimdi biz de bir hücre olarak vardık.
-Rahmettir o.

B. Sağlam: Hem darbe demektir. Onun için darbelerin elini öpün. Başınıza koyup öpün. Tabii bu mânâdaki darbelerse. Musibetler lâzım. Yani bizi sonsuzluğa götüren, sonlu noktalarda boğulmaktan kurtaran musibettir. Bizi somuttan alıp insan yapan, soyut düşündürten musibettir. Yoksa zihin sürekli somut çalışır. Çocuk zihinleri hep somut çalışır. Niye çocuklara çizgi film yaparlar? Ne derdimiz var milyarlarca dolar harcanıyor çizgi filmlere? Çünkü çocukların zihni somut. Ama biz çocuk kalmayacak, hani Âdem olacaktık, Havva olacaktık. İşte insanların çoğu halâ çocuktur. Adam 60 yaşında, 7 yaşındaki çocuk gibi somut düşünür. İnsan olamamış, Âdem olamamış. Beynini açamıyorsun. Soyut bir şey anlattığın zaman; bu yenilir mi içilir mi, nedir bu diyor, kıymetini bilmiyor. Bir iyilik yaptığın zaman, senin ne menfaatin var diyor. Onu da tartamıyor, iyiliğin güzellik olduğunu anlamıyor. Soyut, çok önemli bir meseledir bizim için. Üçüncüsü musibetlerle test edilmekti.
Birincisi koordinasyon kurmak. İkincisi; soyut-somut münasebetlerini iyi kurmak. Burayı da becermenin formülü; musibetleri hoş karşılamak. Hatta başa geldikçe başına koyup öpmek lâzım. Bu mazohistlik değildir. Bu bilinçli bir tercihtir, farkına varmaktır, bu sonsuzluğu anlamaktır. Ve bu musibetlerden sonra insan bakıyor ki; dünya fâni, ölüm var, öte âlem var, sonsuzluk var, soyut değerler var, âhiret var.Ve zaten âhiret, Üstad Bediüzzaman, 9.Şua’da ispat etmiş çok köklü delillerle. Ahiret inancını insanlığın içinden çektiğin zaman, işte başta da izah ettiğim gibi; bütün burayı en mükemmel teknik araçlarla donatırsan, eğer elektirik yoksa o teknik araçlar fayda olmaktan fazla zararı olur. Daha çok bizi yaralar, hasta eder, gürültü yapar, sıkıntı yapar, yerimizi işgal eder. Ve onun için bu asırdaki insanlar bütün nimetlerle beraber, en ilkel Afrika kabilesi kadar mutlu olamıyor. Çünkü âhiret fikri azalmış veya yok olmuş.
Hz. İsa(a.s), işte böyle bir dönemde gelmiş. Roma dönemi de böyleymiş. Roma döneminde seks, zenginlik, saltanat, yani zevk için adam öldürüyorlarmış, köle öldürüyorlar. Köleyi tutuyor, arslana yem yapıyor, bakalım zevk verir mi vermez mi. Düşün yani Romanın zevk sefâları, süt banyoları, toplu seksler, ne düşünürsen. Biraz ilkel de olsa, bu asırdaki bütün sıkıntılar, sefâletler o asırda da vardı. Ve Hz. İsa(a.s) böyle bir dönemde geldiği için, kardeşim dedi, evlenmeyin, dünyayı bırakın, parayı bırakın, şöhreti bırakın, balıkla yetinin. Yeter ki topluma âhireti bir daha kazandırsın. Olağanüstü dedik ya. İslâm denge dinidir, mükemmel dindir. Fakat olağanüstü durumlarda bakıyorsun ki; âhiret diye bir şey yok, iman diye bir şey kalmamış, sonsuzluk diye bir şey kalmamış.

Hiç yorum yok: