16 Ocak 2008 Çarşamba

Her Yönüyle Miraç

Bismillahirahmanirrahim


Konumuz miraç. Bütün boyutlarıyla miraç, yalnız tek noktalarıyla değil. Bu konuya girmeden önce hatırlatayım dinî bilgiler ki bu miraç da dinî bilgilerin içinde temel bir nokta teşkil eder. Dinî bilgileri biz biraz bireyselleştirmişiz; işte cennet bir tane cehennem bir tane küçültülmüş şekliyle… Miraç işte Hz. Peygamber bir kere füze gibi uzaya gitti… İşte İsa bir tane Musa bir tane Âdem bir tane Muhammed bir tane bu bakış açısıyla işleri küçültüp hurafeye indiriyoruz. Bu bakış açısı yanlıştır, bu dinî bilgiler evrenseldir yani binlerce örneği var milyonlarca örneği var. Çünkü ALLAH (c.c.) sonsuzdur bir şeyi yaratırken ondan binlerce milyonlarca örnekler yaratıyor. Biz tabi küçük sınırlı olduğumuz ve sonsuzluğu anlamadığımız için her şeyi kendi nefsimizle görüp küçültüp bencilleştiriyoruz işi. Benim cennetim, benim cehennemim, benim Adem’im, benim yurdum, benim Muhammed’im seviyesine indirgiyoruz.

Evrenseldir dedik yani her kavramdan her hakikatten Allah sayısız örnekler yaratıyor. Fakat bu örnekler yine seviye seviyedir. Küçük cennet var biraz daha büyük cennet var biraz daha büyük cennet var sonsuza kadar mertebeleri var. Cehennem de öyle; küçük cehennem işte magma tabakası, işte biraz daha büyük cehennem Merkür küresi, biraz daha büyük işte güneş küresi, biraz daha büyük kâinatın ortasında işte sonsuza kadar gidiyor.
Miraç da öyle, her atomun miracı var. Ta en büyük insan olan Hz. Muhammed’in miracına kadar mertebeleri var. Her şey miraçta, yükselişte demek. Miraç yükseliş demek. Bunların içerisinde en evrensel en sonsuz geniş çaptaki Hz. Muhammed’in Miracı. Fakat bizim üstadlarımız hatırlatırlar; Hz. Muhammed miraca çıkmış arkasında yolu açık bırakmış, layık olan herkes o yolda o miraca çıkabilsin diye. Bir kere olmuş bitmiş bir şey değildir miraç. Her mümin her namazda miraca çıkabilir. Miraç sonsuzluğa erişmek demek, sonsuzluğa açılmak, ebediyeti hak etmek, geçmiş ve geleceği görebilmek. Sonsuzluğa açılmak, ebediyeti hak etmek, ahiret âlemlerine karışıp orda ebedi varlıkları görebilmek demek. Her Müslüman için her mümin için bu yol açıktır ve gidilmelidir. Yani var açık da biz burada kalalım değil.

“Miraç” kelime anlamıyla yükseliş yolu veya yükseliş yolu veya aracı demektir. Yani varlıklar belli bir yerde tıkanıp kalıyorlar Cenab-ı Hak onlara belli bir yol açıyor. Birer alet birer imkân yaratıyor, onları mükemmelliğe doğru, sonsuzluğa doğru gitmelerine imkân sağlıyor. Fakat bu gidişin evrensel bir kaidesi var, böyle füze gibi bir gidişi yok. Hiçbir şey böyle dimdik yükselmez, hafif helezonik bir gidiş var kâinatta, yörünge şeklinde dönüyor. Dünya, atom, elektron, insan. İşte Kâbe’nin etrafında dönüyor. İşte namazda duygularımız bünyeyi kuşatarak dönüyor. Bu yükseliş helezoniktir. Onun için topallara da ağraz denir, aynı kökten gelir kelime olarak. Topal insan yan yan yürüyor ya. Yani helezonik yürüyor ya. Direk yükseliş imkânı yok. Biz ne yapacağız, dönerken her turda biraz daha yükseleceğiz, biraz daha yükseleceğiz. Çünkü dimdik yükseldiğinde bir film düşünün birkaç karelik o hoş olmaz. Hafif kıvrak olacak, hafif renkli ve manalı olacak. Yani ilkbahar yaz sonbahar kışı yaşayacağız her zaman. Dünya güneşin etrafında dönerken ilkbahar yaz sonbahar kışı yaşıyor. Ve her sene güneşle birlikte biraz daha yükseliyor, Vega yıldızına doğru nereye gidiyorsa Allah bilir yükseliyor.
Bugün ayın 17’si tevafuk oldu. 17 âlem değiştirme sembolüdür. Kur’ân-ı Kerim’de 17. surede miraçtan bahsedilir (İsra sûresi). 17. sûrede Kuranın Evrenselliği kitabımızda şöyle bir tarif var: Miraç nedir? Nefsen aklen kalben yükselmek. Hayvanlıktan insanlığa melekliğe yükselmek, dar noktadan kurtulup sonsuzluğa yükselmek, dünyadan kurtulup metafizik âlemlere başta ahiret cennet ve cehennem olmak üzere çıkmak. Bencillikten fedakârlığa çıkmak, buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Sohbetlerimizde de değinmiştik miraç budur; küçük noktalardan dar âlemlerden yükseğe doğru sonsuza doğru çıkmak demektir miraç ki 17. sure miraç suresi İsra suresi hep bu süreci anlatıyor bize. İlk başladığımızda, ya ilk ayet miraçtan bahsediyor 110 ayet neden bahsediyor neden konu kopuyor. Fakat baktığımız zaman o 110 ayet de miracın nasıl hak edileceğini nasıl yaşanacağını tane tane o ayetler bize bildiriyor. Bir tane surenin başında 1. ve 2. Dünya Savaşına da işaret eden Mekke’de Yahudiler’in 2 kere bozgunculuk yapmasına da işaret eden bir ayet var. Ve tarihte insanlığın önünü açan 2 Yahudi’den söz eden 2 ayet var surenin hemen başında. Bu 2 ayet diyor ki “musibetleri kötü görmeyin”. Bakın Medine’de 2 kere fitne oldu savaş oldu ama İslam devletinin yerleşmesine sebep oldu. O fitne olmasa Müslümanlar küçük kalacak insanlık tarihinde. Yahudiler 2 kere katliamdan geçtiler ama din kültürü, medeniyet kültürü ve dinî medeniyet dünyaya yayıldı o sürgün sayesinde. 1. ve 2. Dünya savaşları 90 milyon insanı öldürttü ama öyle bir çığır açtı ki teknolojide, başka sahalarda işte insana miraca nasıl çıkıldığını gösterdi. Bu savaşlar ve musibetler bize şunu belirtiyor; insan ya kendi isteğiyle namaz kılacak yükselecek sonsuzluğa açılacak ahireti görecek metafizik âlemlere açılacak, eğer çıkmıyorsan Allah (c.c.) seni zorla çıkarttıracak, bu sefer sopayla kırbaçla musibetlerle savaşlarla. Ve surenin başında Nuh aleyhisselamdan bahsediliyor çünkü insanlık Nuh’tan önce yamyam gibiydi, vahşiydi, din yoktu, medeniyet yoktu. İlk vahyi alan Nuh aleyhisselam da miraca çıktı, sonsuza açıldı, ebediyeti, ahireti algıladı, metafiziği kavradı, tevhidi yaşadı Kur’ân’ın tabiriyle. Surenin sonunda çok ilginç 10 ayet var, bu 10 ayetin ortak noktası soyutla somutu karşılaştırması. İnsan ne zaman miraca çıkmış olur, ne zaman somuttan kurtulup soyuta ulaşabilirse. Her soyut sonsuzdur, bir şey soyut bir kavram olarak varsa o soyut sonsuzdur. Somutlar sınırlıdır daracık noktalardadır. Size bir ayeti hatırlatayım “ister Allah deyin istere rahman, o birdir”. Yani siz soyuttan da Allah’a çıkabilirsiniz somuttan da. Allah soyut demek, rahman somut demek, Allah’ın 2 ismi, fark etmez. Namazını ne çok açıkça kıl ne çok gizlice kıl diyor yani orta yolu bul. Soyutla somutu 2 basamak yapıp sonsuzluğa çıkmaktır, inşallah bu kitabı okursunuz. 111 ayetiyle örgü gibi nasıl miraca çıkılır. Bir şey de hatırlatayım; 10 emir bu surede geçiyor. Hani meşhur dinler arası 10 emir var ya; zina yapmamak, içki içmemek, adam öldürmemek, yalancı şahitlik yapmamak ve diğer binalar bu surede geçiyor. Yani insan bu 10 emirle miraca çıkabiliyor, sonsuzluğa açılabiliyor. İşte bu 10 emir konusunda suç işlersek hayvanlardan daha aşağıya düşeriz. Neyse surenin manasını kitaba bırakıp konumuza dönelim.


Hadis var “namaz insanın miracıdır”. Neden miracıdır çünkü namazda soyut ve somut kavramlar var. Sen ikisini karşılaştırıp birleştirdiğin zaman sonsuzluğa metafiziğe doğru sana bir kapı açılır 1. 2.si Allah’a yöneliyorsun namazda, Allah’a yönelmek demek sonsuzluğa açılmak demek, miraç demektir. Namazda ahireti istiyorsun tahiyyatta, ahiret miraç demek. Bütün kâinatı temsilen Allah’ın huzurunda namaz kıldığında bir nevi miraç oluyor. Çünkü günlük işler nokta gibidir bizi boğuyor; paraydı, çekti senetti, işti, yemekti, tuvaletti bu işler bizi boğuyor. Yani bir abdest alıyorsun bir namaz kılıyor ellerini açıp dua ediyorsun rabbine, bir miraç oluyor. Yani miraç illa fizikî olarak füze gibi uçmak değildir. Miraçta en önemli nokta terk-i adet. Adetler, alışkanlıklar demektir. Biz alışkanlıklarımızı bırakmakla terk-i adet oluruz. Mesela bilgi seviyemiz bizim için bir engeldir, aştığımız zaman yeni bir bilgi seviyesiyle karşılaşırız. Bir âdetimiz medeniyetimiz var durağan bir halde. Bunu aştığımız zaman bir miraç basamağı daha çıkmış oluruz. Ve en önemli şey nefsanîlikten ilahiliğe çıkmaktır miraç. Ve inşallah biz biyolojik miraç, sosyolojik miraç ve ruhani yönden miraca da başlayacağız. Tam tabiriyle miraç zamanın üzerine çıkmaktır. İnsan imtihanı gereği zamanın daracık kutusu içine yerleştirilmiş, deneniyor. İşte zaman zaman Allah bizi boğmamak için rüyada veya namazda veya astral seyahatte veya bedenî seyahatlerde metafizik âleme 4. boyuta bir kapı açıyor. Biz çapımız nispetinde geçmişi ve geleceği görmüş oluyoruz. Ve kâinatta aşağı-yukarı kavramı yok, böyle füze gibi çıkamayız bir yere. Ancak boşluğa çıkarız, ancak geçmiş ve gelecek vardır. O reeldir, geçmiş ve geleceği yaşamak miraçtır, herkes çapı nispetinde yaşar. Hz. Peygamberimiz (sav) ise bütün geçmiş ve geleceği yaşamış.

Bu maneviyatla ilgili kabilelerde ise geçmiş ve geleceği yaşatıyorlar. Kendilerince teknikleri vardır, mesela kâinatın yaratılışı hatta ana rahminde yaratılışımıza kadar gidiyorlar, oradan eksiklerimiz ne varsa tamamlayıp geliyorlar. Bir nevi şifa da öyle olmuş. Adam çok müzmin bir hastalığa kapılmış onu ana rahmine geri getiriyor oradan ne eksik kalmışsa hangi mikrobu kapmışsa onu orada kesiyor iyileştiriyorlar. Bunu teknik olarak yapıyorlar bazı ilkel kabileler. Hz. Peygamber sadece geçmişe değil kâinatın yaratılışına kadar gitmiş, nereden geldi bu kâinat bu madde bu yıldızlar hepsinin aslını görmüş, bir de gelecekte ne olacak onu görmüş. Bu maneviyatla ilgili kabileler geleceği göremiyorlar Peygamber efendimiz peygamber olduğu için geçmişle beraber geleceği de görmüş. Ve kâinatta olup biten bütün kavramları somut olarak görmüş. İşte miraçta bir süt vermişler birde içki vermişler içki içmemiş süt içmiş “içki içseydim eğer ümmetim âşık olurdu meczup olurdu” diyor “ama ben sütü içtim” mealinde “ümmetim ilme dayalı olacak”. Bak Hıristiyanlar hak din olmasına rağmen neden dinsizlere karşı yeniktir Müslümanlar yenik düşmüyor? Çünkü İslam’da ilim esastır. Müslümanlıkta ilim ve muhakeme esastır. Süt esastır içki değil, aşk yok. Olsa iyi olur ama asıl dayanağımız ilimdir, Peygamberimiz süt içti. Peygamber efendimiz miraçta olmuş bitmiş her şeyi de gördü, olacak her şeyi de, cennetteki son durumları da gördü.

Mesela hadiste, gördüklerini anlatıyor. Mesela kadınların cehenneme yağdığını gördüm, giyinik oldukları halde açıktırlar, diyor. Bu fitne konusunda kadınlar işi götürüyor, hadise şudur açıklayayım: Bu asır, şimdiki ideolojinin dayandığı sistem nedir, manevi dayanak nedir hiçbir şey yok, varsa yoksa mal, nefis, şehvet başka hiçbir şey televizyonlarda gözükmüyor. Dinî programlar dahi nefsanî, işte o profesör güzel konuştu diğeri daha güzel konuştu öbürü onun başına taş yağdırdı falan, nefsanîlik kokuyor yani. Ve masonik hareketler gerçi ben onları dışlamıyorum onlar da insandırlar ama yanlış yapıyorlar. Bu asırda 3 temel faktör vardır; din, komünizm, milliyetçilik. Din İsa ile temsil edilir. Komünizm de hayduttur, haydut derken hırsız demek, dinî değerleri başka bir şekle sokmuşlar hırsızlamışlar, onlar da İsa ile birlikte asılmışlar. Filmde görmüşsünüzdür İsa ile beraber 2 haydut da asılıyor. Din gitti İsa’yı onu öldürdüler e bari komünizm kalsaydı, onu da öldürdüler e bari milliyetçilik kalsaydı bir medeniyet kurardık, onu da öldürdüler. Bu öldürmede en çok kadınlar kullanılıyor nefsanîlik ahiret neticesinde işte cinsellikte nefsanîlikte. Yanlış anlaşılmasın kadınlar âdemdir ben kadınları tahkir etmiyorum. Benim burada kastettiğim nefsanîlik, açık saçıklık. Ve insanlık ölmüştür, ben şimdi kendi medeniyetimi kurmak istesem neye göre kuracağım, din yok, beraberlik yok, milliyet yok. O zaman en iyisi biz hayvanlar gibi yaşayacağız. Hayvanlaştırıyorlar zaten, birçok hadisten anlaşılıyor… İnsanlar en başta hayvanlar sürüsü gibi yaşarlardı miraca kadar çıktılar Hz. Muhammed’in seviyesine kadar, sonra aşağı yavaş yavaş düştüler. Hayvanlaştırıyorlar ve kıyamet öyle kopacak. Şimdiki medeniyetlerin hiçbir dayanağı yok kutsal hiçbir değeri yok e o zaman miraca nasıl çıkacağız? Hayır, biz miraca çıkamıyoruz boğulduk bataklık içinde. Üstad B. Said Nursi bu asrı lağım içerisinde olarak görüyor, bir de miski amber diye yüzüne gözüne bulaştırıyorlar diyor. Yani bu asır en çok miraç kavramına ihtiyaç duyulan bir asırdır, nefsanîlikten, dünyevilikten, bencillikten kurtulup ahirete bir kapı açmak için. Ama şansınız çok azdır size söyleyeyim, televizyon bizi bitiriyor, basın bitiriyor, ekonomik şartlar bitiriyor. Ekonomik şartlar da İslami değil, ekonomik şartlarda da kim kimi vurduya gidiyor işler.

Miraçta Hz. Peygamber Allah’ı gördü deniliyor, Allah sonsuzdur sonsuz da görülmez, nasıl olur? Allah sonsuzdur ama ehadiyet cilvesiyle sonsuz âlemlerde bireyselleşebiliyor, bir arkadaş gibi karşına geçip seninle konuşabilir ve sen de ona dua edebilirsin. Bunun için illa uzaya çıkmaya gerek yok kalbimizde de ehadiyet cilvesi var. Allah kalbimizle birleşiyor bizimle konuşur. Ailemizle iken bizimle konuşuyor, toplumda bizimle konuşuyor, camideyken bizimle konuşuyor her yerde karşımıza çıkıyor. Çünkü sonsuz imkânlarla bizimle konuşma imkânı vardır. Dolayısıyla biz Allah’ı algılarken ki miraca çıkmak Allah’ı algılamanın en son amacıdır. Peygamber efendimiz niye miraca çıktı? Allah’ı daha iyi algılaması için, ahireti daha iyi anlaması için, sonsuzluğu daha iyi kavraması için. Biz bunu miraca çıkmadan da kendi kalbimizde iç dünyamızda algılayabiliriz. Eğer biz Allah’ın sonsuzluğuyla beraber ona bir arkadaş gibi muamele edersek, konuşursak, dua edersek, Cevşen okursak bir nevi miraçtır. Namaz zaten budur, özel bir ilişki özel bir muhatap. Ve miraçta en önemli nokta en büyük esprisi maddi dünyadan metafizik âleme açılım sağlamak. Bu, sezgi bazında, namaz bazında olabilir, rüya bazında, astral seyahat bazında, namaz bazında keramet bazında olabilir. Hangi insan bu daracık imkânlardan bir kapı açmışsa 4. boyuta metafizik âleme, diyebilir ki; ben müminim kalbim metafizik âleme sonsuzluğa bakıyor. Eğer açamamışsa bizim imanımızda bir problem var demektir. Ya benciliz ya yanlış inanıyoruz ya yanlış hareket ediyoruz, bir problem var o problemi gidermemiz lazım. Dinin küfürden farkı odur. Din insanı melekleştirir. Melek demek metafizik âlemde dolaşan yaratık demek. Küfür ise insanı hayvanlaştırır. Hayvan için miraç şudur; toprak iken taş iken mineraller iken insanlığa hizmet eden hayvanların yeri metafizik âlem değil ahırdır. Geçmişle geleceği bilmez hayvanlar, yarın nedir bilmezler. Dün nedir diye bir şey bilmezler. Hayvanın miracı yok. Nedir hayvanın miracı; toprak iken taş iken hayvan olup insana hizmet etmesidir. Bir canlı olması onun için bir mertebe bir seviyedir. Esas miraç insan içindir, gerçekte 4. boyuta çıkmak insan için vardır. 1.si buydu yani metafizik âleme bir kapı açmak illa seyahat etmesi şart değil.

Zaten 31. Söz bununla ilgili, 2 şekilde anlatıyor miraç hadisesini. Diyor ki Bediüzzaman; ya çıkarsın yüksek bir dağa konuşursun güneşle veyahut çıkamıyorsan dağa hapsedilmişsen bir odaya, damından bir pencere açarsın, oradan güneşi aynı anda görürsün. 2 çeşit miracın yoluna imkân var. Eski veliler melekleşiyorlardı, ruhanileşiyorlardı, yükseliyorlardı, çıkıyorlardı yükseklere, görüyorlardı güneşi Allah’ı net olarak görüyorlardı, ahireti metafizik gerçekleri. Biz şimdi ruhanileşemiyoruz, daracık odamızda hapsedilmişiz, o zaman kalbinden bir pencere aç ki kalp odacığında ışıklar görünsün, sende biraz huzur bulasın, rahatlık bulasın, karanlıklardan kurtulasın. Ve bu işin esprisi 17. surededir. “17” sembol ilminde âlem değişikliğidir. Yani sen odandan güneşe çıktığında bir âlem değişikliği oluyor, öldüğümüz zaman da. Zaten 17. söz ölümle ilgilidir. Ölüm de bir miraçtır, yani sen yükseliyorsun ölümle dibe çöküp yok olmuyorsun, sen bu daracık dünyadan sonsuz bir âleme başka bir boyuta açılıyorsun

Miracın 2. noktası, 2. önemli esprisi somuttan soyuta çıkmaktır ki bu asırda bizim için önemli bir nokta da budur. Şimdi açıkça söyleyelim biz hepimiz burada kardeşiz bize deseler ki; bir profesör mü olmak istersin yoksa 1 katrilyon parayı mı seçersin? Biz herhalde parayı seçeriz somut ya para, profesörlük soyuttur. Eşin olsun, güzel olsun ahlakı iyi olmasın olur deriz, bu asrın insanı böyle. Evin olsun bir kulüben olsun ama temiz olsun yok, illa pahalı olsun, lüks semtte olsun, somut ya. Hep somut. Marka, kalite örneği olması gerekirken bu asırda somutun ölçüsü, gözle görülür değerlerin ölçüsü olmuş. Bu soyut somut meselesi başlı başına bir program konusudur. Mesela hayvanlarda soyut değerler yok. Namus nedir diye bir hayvana sorsan hiçbir şey bilmez, namus kavaramı yok. Hâlbuki insanlık namus üzerine bina edilmiş. İnanç nedir bir hayvana sorsak, sonsuzluk nedir, ahiret nedir ölümden sonraki hayat nedir, bunlar soyut değerler. Bilmez sanat nedir. Dünyanın en iyi tablosunu bir ineğe göster bir şey anlamaz, soyut değerlerden bir şey anlamaz hayvan. Soyut değerler insanı insan yapan en önemli vasıftır yani. Programda anlatmıştım gübre somut, gülün güzelliği soyut. Biz hep gübreye önem veriyoruz, yani gül çıkmış mı, sanat çıkmış mı, ürün çıkmış mı hiç bakmıyoruz, somuta önem veriyoruz. Adamın maaşı yüksek olsun isterse hiç dinî bilgisi olmasın ahlakı olmasın deriz, hanımların çoğu böyle diyor sizi tenzih ederim ama asrı geneli anlatıyoruz. Özellikle medya gazeteye dergilere televizyona biz bilgi diye bakmıyoruz görüntü ne kadar güzel, kâğıdı kaç renkli baskı, çok somut. Deccal yanıltıyor bizi bu konuda, miraçtan geri bıraktırıyor.

Hülasa maddeden manaya, anlıktan zamansızlığa, miracın bir tarafı da budur. Yani maddeden manaya çıkmak. Yani gazeteyi okuduğun zaman bana ne verdi diye sormalısın, işte güzel resimler güzel haberler ama ne dedi, insana neticesi yok bir üzüntü bir karamsarlıktan başka bir şey vermemiş. Bir kitap okuyorsun 1800 sayfa ne verdi biraz eğlendirdi. Bir çiçeğe bakarak da eğlenebilirdin, o kadar para vermeye o kadar zaman kaybetmeye gerek yoktu. Hep nefsanîlik hep somutluk var bu asırda. Bir andır hiç kimse demesin ben 80–90 sene yaşadım rahat ettim. Bizim için sadece şu an var, fakat miraca sonsuzluğa çıktığımız zaman an kavramı sonsuz oluyor. Yani senin bir an hayatın var, sen o anı filme fotoğrafa çektin, o zaman ebedileşti sonsuz oldu o anın. Miraç budur zamansızlığı yakaladığın zaman şimdi ölmekle 40 sene sonra ölmek bir oluyor. İşlerim var ben şimdi ölmek istemiyorum gerekçesi kalmıyor. Allah ne zaman dilerse o zaman canımı alabilir, Allah her zaman işleri mükemmel yaptırtır, çocuklarım varsa başkası onlara bakar diye bir anı sonsuzluğa çevirme hareketidir miraç. Ve nefsanîlikten fedakârlığa çıkıştır. Nefsanîlik şudur; illa ben olmalıyım ben olmadım mı kâinat yıkılır, benden güzeli yok, benden bilgilisi yok, galiba Allah da benim veya olabilir diye nefis kendi kendine konuşuyor, kendini öyle görüyor. Kendini ufkunu sonsuzluğa açtı mı insan bakacak ki, nefis bazı iğrenç duyguların toplamı, bazı geri kalmışlıkların toplamı, bencil maddi bir organizasyondur nefis. Allah bize vermiş ki onu bazı işlerde kullanalım geliştirelim diye. Yoksa onu tanrı yapalım diye değil. Nefsanîlikten çıktığımız zaman biraz miraca çıkmış oluruz. O zaman namazımızdan da mana çıkartmış oluruz. O zaman anlarız niye kitap okuyoruz, niye hizmet ediyor koşturuyoruz, niye annelik babalık yapıyoruz, her şeyin bir manası olur. Nefis açısından baktığın zaman her şey karanlığa dökülür ve hiçbir şeyin manasını bulamazsın. Her şey kötü, aleyhine dönmeye başlar, hiçbir şeyden lezzet almamaya başlarsın, tatminsizlik olur veya çöküntü olur, sen yükseleceğine daha çok dibe inmiş olursun

Miraç evrenseldir dedik, bazı Müslümanlar övünüyorlar; bizim peygamberimiz miraca çıktı başka kimse çıkmamış, bu bilgi yanlış. Hem hadislere aykırıdır hem de Kitab-ı Mukaddes’teki bilgilere aykırıdır. Her peygamber, her veli, her Salih kul miraca çıkıyor ama mertebe mertebe. Mesela bir hadis var Peygamberimiz buyuruyor; Yunus peygamber Allah’ı balığın karnında gördü ben de arşta gördüm diye; farkı yok, miraç miraçtır. Çünkü Allah sonsuzdur nerede isterse orada görünür, dostun olur karşına çıkar. İster yerin dibinde, ister balığın karnında, ister arşı alada fark etmez. Allah için zaman ve mekân söz konusu değil. Zaten miracın konusu zamansızlığı, aşağı-yukarılığı kaldırmaktır, geçmiş ve gelecek kavramını kaldırmaktır, her şeyi bir anda sonsuz olarak görebilmektir. Bunu nerede yakalarsa yakalasın ister hapiste, ister kanserliyken, ister kabirde, ister balığın karnında fark etmez, o anı, sonsuzluğu yakalamak önemli. Ve öyle bir şifa oluyor ki miraç. Allah’ı görür görmez baktık ki her şey onun elinde başka hiçbir sebebin sözü geçmez, Ya Rabbi sana sığındım dedi ve kurtuldu Hz. Yunus. İşte bizde sıkıntılarımızı ancak o şekilde atabiliriz. Eğer kalbinde Allah’la karşı karşıya gelip, ilişkiye geçsen ve anlasan ki ondan başka beni kurtaracak, ebedileştirecek bir güç yok, bir imkân yok işte o zaman Allah sizi ebedileştirir seni kulum olarak, dostum olarak kabul ettim der. O an çok önemlidir. Evliyalar öyle söylüyorlar; tek bir an o ebedi âlemden bir varlığı kazanmak bizim dünya ömrümüzle milyonlar seneye bedeldir. Çünkü burası geçici, şekiller sürekli değişiyor. Ve o anı yakaladıktan sonra diyeceksiniz ki imtihan biter mi, artık namaz kılmasak da olur oruç tutmasak da olur? Tam tersi imtihan artıyor yani sen profesör olunca yükün azalıyor değil. Millet öyle anlıyor, adam eğer profesör olup yükü hafiflemişse o profesör değil! Profesör, başbakan, cumhurbaşkanı olmak demek yükün daha da artması demektir. Miraca çıkmak demek, Allah’ın dostu olmak. Allah’ın velisi olmak, peygamberi olmak demek yükü azaltmıyor. Peygamberlerin yükü bizden kat kat daha fazladır. Onun için haybeden peygamber olmamışlar onlar, yükü taşıdıkları, çektikleri için peygamber olmuşlar ve yükü çekmek güzel bir olaydır, sorumluluğu çekmek güzel bir olaydır, varlığa varlık katmaktır.

Amene’r-rasulü miraçta verilmiş deniyor.
Neden miraçta verilmiş; amene’r-rasulünün konusu 6 erkan-ı imaniyeyi anlatmaktır. Peygamberimiz miraca çıkmakla melekleri gördü, cenneti gördü, kaderin yazılarını gördü, vahyi, vahyin nasıl geldiğini gördü, Allah ı gördü, duanın önemini gördü, günahların büyük zararlarını gördü, tam iman sahibi oldu gözüyle gördü, bizzat yaşadı bir de onları. Ama yük artıyor, kalbine gelen bir yanlış düşünceden bile artık sen sorumlusun. Biz miraca çıkmazken yanlış iş yaparsak sorumluyuz, yanlış iş yapmadıktan sonra istersen içinden film çevir, kötü niyetler besle sorumlu olmuyorsun. Daha veli olmamışsın, daha normal bir kulsun, orada şeriattan sorumlusun. Şeriata göre de sen icraat yapmadıktan sonra günah işlemiş olmuyorsun. Fakat miraca çıkıp veli olduktan sonra kalbine gelen her türlü kötü düşünceden artık sorumlusun. Onun için ayetin meali nasıldı; “kalbinize gelen iyi veya kötü her şeyden sorulacaksınız.” Bu amene’r-rasulüden bir önceki ayet. Şafiler o ayeti de amene’r-rasulüyle birlikte okurlar onunda ilişkisi var, o son 2 ayetle. Evet, cumhurbaşkanı olmuşsun, orada miraca çıkmışsın ama yük artıyor çünkü biz Allah değiliz. Allah bile sonsuz iktidar sahibi olduğu halde, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, insanların derdini, cefasını çekiyor. Sorumsuzluk ve rahatlık yok dünyada. Ahirette de ne zaman rahatlık olur; kalbin sonsuzluğu yakalamış, endişelerin azalmış, korkuların azalmış ama işlerin iyilikler yapmaya devam edecek. Pratikte iyilikleri devam ettirmek zorundayız. Ruhi açıdan miraç dedik, biyolojik açıdan miraç dedik, sosyolojik açıdan miraç dedik.

Ruhi açıdan miraç hakkında temel bir giriş yapalım. Biz rüyada bazen geçmişi ve geleceği görürüz, ben görmedim diyen insan daha görmedim. En dinsizi dahi ben görüyorum diyor. Nasıl görüyorsun geçmiş ve geleceği, işte o izah edilmiyor. Hâlbuki ruhtur. Ruh, kalp 4. boyuta çıkabiliyor. 4. boyut zaman üstü demektir. Zaman üstünde dün ve bugün şimdiki an gibi görünür. Bir sene sonra ile bir sene önce şimdiki an gibi görünür. Ruh gezdiği zaman görüyor, orada bazı şeyleri görüyor, işte yarın başıma bu gelecek diye söylüyor insan. Ruhi yönden tekâmül etmenin yolu çiledir. Mutasavvıflar çileyi söylerler. Çile kelime olarak 40 gün demektir. İşte Hz. Musa 40 gün Sina dağına çıktı ya. Allah’la buluşmaya gitti, öyle bir eğitim gördü ki o 40 günde, peygamber oldu. Kadınlar loğusa gününü 40 gün sayarlar. Onun da ismi Türkçede çile. 40 gün loğusalık çekerler. Kışın Aralıkla Ocak arası bir 40 gün var. Çok soğuk. Onun da ismi çile. Çile kelime olarak 40’lık demek. İslam’da da 30 gün oruç artı 10 gün de hac günleri, 40 gün gene. Her sene 40 gün o şeye ayırıyorsun ruhanileşmek için. Ruhanileşmek çile ile olur. Çile nedir; bizim nefsimiz bizi kuşatmış, ambalajlamış. Bırakmıyor ki ruhumuz zamanın üstüne çıksın, miraca çıksın, sonsuzluğa açılsın. İşte nefsi öldürdükçe ruh devreye giriyor. Yani solu kesersen sağ, sağı kesersen sol güçlenir gibi. Nefisle ruh birbirine zıttır. Daha doğrusu nefis ruhun maddi versiyonudur. Sen ruhun maddi versiyonunu küçülttükçe, yok ettikçe ruhun ruhani versiyonu genişliyor açılıyor. Yani çekirdeği öldürüyorsun ağaç oluyor. Çekirdek somuttur ya. Orada somut bir biyografi var.

Hülasa nefsimiz neyi söylüyorsa aksini yapmalıyız, eğer kötü ise, emare ise. Ne zaman nefsimiz ruhlaştı o da ruhlaşabilir. Bazı sezgiler sahibi olabilir. O zaman ona yaşatma hakkı verebiliriz. Tabi bu her sene bir 40 gün zaman ayırmak ile olur. Ruhani olanlar bizim rüyada gördüğümüz keşifleri bazen gözünü kapatır, düne bakarlar yarına bakarlar ve yarın şu olacak diyebilirler. Peygamberler dedi veliler diyor. Dün bu oldu diyebiliyorlar, bu realitedir İslam tarihinde. Hatta Hıristiyanlık tarihinde, diğer dinlerde var olan ve binlerce örneği olan bir realitedir. Kim nefsini gemiye bindirmiş, küçültmüş, temize çıkartabilmişse ruh devreye girer ve ruh dün ile bugünü bir görür. İşte o zaman kerametler sahibi olur “sen şu işi yapmışsın dün” diyebilir sana. 4. boyutla ilgili bu fizikî bilgiler sabit bilgilerdir, doğrudur. İnanmış inanmamış bütün fizikçiler 4. boyutu kabul ediyorlar ve ona inanıyorlar. Yani insan maddeten de eğer ruh hızına ulaşırsa hani diyorlar ya zaman içinde yolculuk diye geçmiş ve geleceğe çıkabilir. Bunu ilkel kabileler bile beceriyor. Ben bazen kendimizden utanıyorum. Yani biz medeniyiz, dindarız, Müslümanız, kitap yazmışız, kitap okumuşuz, her gün 5 vakit namaz kılıyoruz ama bir ilkel bedevi kadar bu zaman içinde yolculuğu beceremiyorsak demek ki bizde hastalıklar var. Bu hastalıkların en önemlisi materyalizm hastalığıdır. Bizi öyle bir eğittiler ki maddeden başka bir değer yok. Gözümüzün gördüğünden başka değer yok diye aşılıyor bu asır. Yani bir okula gitsek de gitmesek de bu bilgiyi bize veriyorlar. Sokaktan, basından, medyadan, televizyondan sürekli bu bilgi aşılanıyor. Varsa yoksa somut veriler. İşte sadece somut veriler olduğu zaman soyut veriler ölür, ruh ölür o zaman biz sıradan bir hayvan gibi oluruz. Sosyolojik evrim dedik; evrim belki kulağımızı tırmalar, yanlış anlaşılır, “evrim” tekâmül demektir. Miracın başka bir şeklide ifade edilişidir. Dedik ya kâinatta zerreden peygamberlere kadar her şey sürekli bir hareket içindedir ve her hareketinde bir önceki hareketinden daha güzel yerdedir. Ama eğer o sistem yıkılacaksa, kıyameti kopacaksa Allah onu bir daha geri getirir, o imha edilir o ayrı. Fakat sistem daima mükemmele doğru gidiyor, hep güzele doğru gidiyor, gittikçe miraca çıkıyor, yükselişe geçiyor her şey. Sosyolojik olarak 10 000 sene önce ev diye bir kavram yoktu. İnsanlar sürü gibi geçiniyorlardı ormandaki meyvelerden hayvanlardan. İşte bir açlık derdi oldu bir araya gelindi ev yapalım barınalım bu sıkıntılardan kurtulalım dediler. Tam 10 000 senede ne kadar evrimleşilmiş ne kadar miraca çıkılmış. Maddeten de miraç var, bugün evler yapılıyor, saraylar odalar yapılıyor, banyolar tuvaletler mutfaklar hepsi ayrı ayrı sistemler. Bak işte burada bile evrimi görebiliyoruz. sosyolojik açıdan insanlık bir miraç yaşamış. 100 sene önce uçak yoktu araba yoktu bak şimdi var. Yani insanlık ne isterse yükselmek istediği müddetçe yükselebilir, çünkü sistem sonsuzdur. Bir daha hatırlatayım insan ne olmak isterse olabilir sistemde sonsuz imtihan var. Onun için Ebu Hanife öyle diyor; insan ne isterse olabilir isterse peygamber olabilir yani o seviyeye gelebilir. Gerçi peygamber Allah’ın görevlisidir ama o seviyeye gelebilir, isterse firavun olabilir yani sonsuz imkânlar var. 100 sene önce 1 padişahla 2 yardımcı devleti yönetebilirdi şimdi ise 30 bakan bir sürü milletvekili işleri idare edebiliyor, insanlık yükselmiş sosyal olarak. 300 sene önce Osmanlıda matbaa yoktu mesela, şimdi bir sürü matbaa var bir sürü kitap var. Gerçi insanoğlu bu gelişmeleri yerli yerinde tam kullanamıyor ama çok gelişmeler var. Yani asrımızı biz eleştiririz materyalist asır oldu diye, fakat miraç süreci devam ediyor sistem hep mükemmele doğru gidiyor. Burada belki çoğumuz fakiriz bu fakir halimizle beraber yaşadığımız imkânlar bakın doğalgaz, elektrik, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi… Sultan Hamid’in imkânlarından daha fazla, biz sultanlardan daha lüks yaşıyoruz, bak bir nevi miraca çıkmışız. Bak her şey tırmanış içinde. Bu, maddede böyle olduğu gibi manada da böyledir. Bizim yanlışlığımız tek taraflı tek kanatlı gidişlerdir ve tek taraflı tek kanatlı gittiğimiz zaman insan uçamıyor. Yani midesi arızalı olan bir insanın 10 katrilyon parası da olsa nasıl yemek yiyemiyorsa biz de teknolojik miracı sonuna kadar geliştirdik fakat aynı şeyi maneviyatta geliştiremedik tek kanatlı kaldık uçamıyoruz. Eğer şimdiki teknolojinin içine bir İsa bir maneviyat bir ruhanilik katılsa işte mehdi çağı dedikleri altın çağ gelir. Her zamandan daha yakındır o çağ bize. Yani ha oldu ha olacak olabilir her zaman. Yani bir İsa lazım yani İsa gelecek mehdi çağı olacak altın çağ olacak diye haber veriyor hadisler. Her zaman ben de küçük dünyamın ilerlemesi için strateji geliştirdim; madem herkes maddede parada ilerledi birileri de ruhta maneviyatta ilerlesin ki bir denge oluşsun, insanlık altın çağını yaşasın bir daha ki yaşayabilir de biz çok yakınız o döneme. İmkânlar çok güzel düzeyde var. Birilerinin İsalık yapması lazım; evlenmeyecek, parayı eline almayacak, siyasete girmeyecek, işte gerekirse saçlarını elleriyle tarayacak tarağı bile olmayacak, bir tası varmış su içmek için onu da bir fakire vermiş böyle bir nesil olsa var ya şu materyalizmi dengelemek için, altın çağ gelir ve insan kendi miracını yaşamış olur. Ve o zaman belki de insanlık teknolojik olarak da geçmiş ve geleceği yakalayabilir. Yani hayat bir bütündür, mesela biz geçmişle alakamızı kesmişiz ecdadımız nasıldı, nasıl yaşadı, nasıl düşündü, ne okudu bu konudan kesilmişiz. Hâlbuki miraç bütünlük demektir, sonsuzluğa açılmak demektir. Biz geçmişimizi kesmekle o miracımızı öldürmüşüz, o miraç umudumuzu bozmuşuz. Bir de geleceğe yönelik bir planımız yok; ya bu gün rahatız uyuyalım, ya bugün de rahatız yine uyuyalım, ya bu gün yemeğimiz var yine uyuyalım. Her günü bir birlik olarak yaşıyoruz. geleceğe yönelik de bir plan bir programımız olması lazım ki maddeten de geçmiş ve geleceği bir görüp insanlık bir daha miraca çıksın tekâmülü gelişmeyi yakalasın. Bir de en önemlisi biyolojik miraç var, yani bu evrim dedikleri hadise aslında var. Yani atomlar başta gelmek üzere hidrojen olarak var tek elektron tek proton işte yüksek fırınlarda Cenab-ı Allah onları terbiye ediyor miraca çıkartıyor, o hidrojenden karbon yapıyor, altın yapıyor, fosfor yapıyor diğer 114 elementi yapıyor. Bak kimyada miraç var, bu elementler bir araya gelir bize mineraller olur, biraz daha bir araya gelir hücre olur, hücre biraz daha bir araya gelir bölünebilir hücre olur, hücrenin bir bölünen kısmı var bir de bölünmeyen. O bölünen hücreler birbiriyle döllene döllene hayatı geliştirerek ta insanoğlu olmaya kadar gelmiş. Yani ilim Allah’a sadıktır bu da bir miraçtır. Allah her şeyi sıfırdan başlatır ve sonsuza kadar geliştirir. İşte biz o biyolojik miracın son zirvesini yaşıyoruz yani bir uçamadığımız kalıyor onu da uçaklarla beceriyoruz. İnsan çok mükemmel ahsen-i takvimde, maddeten ahsen-i takvimde manen de ahsen-i takvimde fakat madde tarafında eksiklik yok boğazında. Birileri de ortaya çıkıp bu insanın maddi kanatının yanına bir de manevi kanat taksa insan miraca çıkmış olur. Bizim burada notlarımız 1–2 tane kaldı. Daha sonra soruları alırız. Bütün bu anlattıklarımın özeti şu; eğer ebediyeti yakalamışsanız, sonsuzluğu yakalamışsanız, yaşamakla ölmek sizin için bir olmuşsa, belli bir mertebeye gelmişseniz aşağıdaki mertebeler sizi ilgilendirmiyor olabilir. Ama yok işte hala biri beni dövdü, yok kaybettim kazandım gibi sorular batıyorsa bize hançer gibi, bilin ki biz daha yolcuyuz yolumuza devam etmeliyiz, kanatlarımızı daha da takviye etmeliyiz sonsuzluk sonsuzluk yine sonsuzluk. Bunu fikren manen ve de pratikte yaşadığımız zaman gerçekten veli değilsek bile velilerin görevini görmüş oluruz. Veli olmayabiliriz, belki kalbimiz hasta, belki asrımız hasta velileşemiyor olabiliriz ama fikren ve manen bu sonsuzluk kavramını içimize yerleştirebilirsek işte bir nevi veli gibi oluruz. Ve peygamberlerin varisi gibi olursun. Peygamberler hep bu noktada, onlar için erken ölmek geç ölmek derdi yok, övülmek ve sövülmek derdi yok hatta başarmış başarmamış derdi de. En önemli görevi onlara verilmiş insanları doğru yola getirmek. Allahım sen bilirsin ister yola gelsinler ister gelmesinler başarmak da başarmamak da koymuyor onlara, üzmüyor onları. Evet, kim miraca çıkmak isterse sonsuzluğu yakalasın sonsuzluğu yakalamayan ben miraçta yolcuyum diyemez.

Hz. Peygamber’in miracı bedenen mi oldu ruhen mi oldu?

Âlimlerin çoğu bedenen oldu diyorlar. Fakat orada bir espri var. Ruhçuların bir sözü var; beden ruhlaşır, ruh bedenleşir. Nasıl buraya bir ruh gelse havayı kullanıp kendine bir beden yapabilir, biz de onunla konuşur sohbet ederiz. Yemez içmez ama ruh olduğu için, fakat bedenleşebilir. Bedenin de ruhlaşma imkânı var, ispirtizma ilminde bu doğrudur benim de kanaatim öyle. Peygamber efendimiz bedenen de ruhen de geçmiş ve geleceğe (bak uzaya doğru tırmanış gibi değil öyle, füze gibi değil 3 boyutlu dünyada hareket yok) 4. boyuta çıktı geçmiş ve geleceği bir gördü. 3 boyutlu hareket gibi algılayan herkes yanlış yapar. 3 boyutlu değil peygamberimizin seyahati, zamansızlığa çıktı geçmiş ve geleceği bir gördü ve bedeni de ruhlaştı. Çünkü peygamberlerimizin bedeni de bize göre ruhlaşmış gibidir. yani onların bedeni de etkindir aktiftir bütünlük içindedir

Peki, neden Kudüs’ten arşa yükseldi Mekke’den yükselemez miydi?

Şimdi miraçta 2 şey var; bir 3 boyutlu dünya var: Mekke’den Kudüs’e kadar 3 boyutludur o. Yani zaman üstü değil, 3 boyutludur. Gerçekten bedeniyle Mekke’den Kudüs’e götürüldü, Kudüs’te regl alemiyle temas eden bir taş var orada satıra taşı. O aleme geçti yani metafizik aleme geçti. Kudüs’te bütün ruhani peygamberleri gördü onlara iman etti. Sonra metafizik alemden yukarılara çıktı yani yatay gelişme bir de dikey gelişme, onun esprisi odur. Kudüs’te bütün peygamberlerin kabri var. Kudüs’e gelmesinin 2 esprisi var; hem o peygamberlere iman etmesi, namaz kıldırması hem de Kudüs’te regl alemiyle temas eden bir nokta da var. O yüzden Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’müş zaten regl alemine çıkarma da o yüzden var. Regl alemine çıkan noktalar vardır. Gerçi mahiyeti bilinmiyor ama uzayda da öyle noktalar vardır, gidersin gidersin regl alemine bir açılım olur koridorlar vardır.

Hocam şimdi bizim için Hz. İsa’nın çarmığa gerilip gerilmemesi çok önemli mi? Çünkü miraçta diğer peygamberler gibi onun da makamı var hepsine namaz kıldırdı

Şimdi Hz. İsa’ya da namaz kıldırdı. Hadise şu: Kur’an-ı Kerim İncil’i referans veriyor diyor ki; Hıristiyanlar İncil’le neden amel etmiyorlar Hz. İsa zamanındaki İncil’le bugünkü İncil aynıdır. Kur’an-ı Kerim o bilgiyi de okeyliyor bizim Nisa suresi 157. ayet. Ne olacak onu asla öldürmediler fakat ölümün benzeri yapıldı gibi bir ayet, o ayet şu manadadır; şehitler gibi ölüdür yoksa gerçekten öldürülmedi. Şehitlere de diyor ki Kur’an-ı Kerim; onlar ölü değildir ama ölü gibi. İşte ölüdür çürüyor kanı akıyor görüyoruz fakat onlar ölü değil ölmediklerini farz ediyorlar Hz. İsa ise şehitlerden 1000 mertebe daha bize yakındır. Sonra Peygamberimiz başka peygamberlerle görüşüyor miraçta, mesela Musa ile görüşüyor İsa ile görüşüyor İdris ile Yusuf’la görüşüyor peygamberler orada yalnız şahıslarını temsil etmiyorlar mesela Yusuf (a.s.) Arap kültürünü İslamiyeti temsil ediyor Musa a.s. şeriat kültürünü fıkhiyeti temsil ediyor İsa (a.s.) Hıristiyanlığı ve tarikatı velayeti temsil ediyor İdris (a.s.) ilmi temsil ediyor. Peygamberimiz miraca çıkarken bütün peygamberlerin bütün manevi kolektif şahsiyetleriyle beraber onların temsil ettiği bilgi velayet alanlarıyla da görüşmüş oluyor. Sadece onların etini kanını gitti gördü değil. Bir nokta daha var; işte miraca çıkarken 50 vakit namaz farz ediliyor, sonra Musa akıl veriyor diyor ki; ümmetin yapamaz sen bir şey indir. Birkaç kere gidiyor geliyor onun da esprisi şudur; sanki Musa bilirdi de Peygamber efendimiz bilmez değil, Peygamber efendimizin miracı Allah’a yakınlıktır, velayettir. Velayet itibariyle günde 50 vakit farz namaz kılsak azdır. Fakat Musa şeriatı temsil ediyor İdris ilmi temsil ediyor. Onlar diyorlar ki; 5 vakitten fazla kaldırılmaz, çünkü yemek de yemeleri lazım, yatmaları lazım, iş güç yapmaları lazım bak orada şeriat velayete akıl veriyor. Yoksa Musa Muhammed’e akıl veriyor değil. Orada hep kavramlar yaşanıyor zaten. Ben başta ne dedim; biz bütün dini bilgileri bireyselleştiriyoruz, ete kana indiriyoruz ondan sonra hurafeleşiyor. Muhammed bütün varlığın Allah’a yakınlığını temsil ediyor, velayet. Velayete göre gece gündüz namaz kılsak azdır, hep Allah’la beraber olmamız lazım. Ama şeriata göre yemek de var, yıkanmak da var, iş güç var, hayır 5 vakit yeter ki seferde 3’e indiriliyor; öğle-ikindi, akşam-yatsı birleştiriliyor, daha da aza indiriliyor

Hocam arşta Peygamberimize sunulan 2 şey sütle şarap şarap Allah tarafından mı ikram ediliyor, ediliyorsa haram şey neden sunuluyor?

Şarap orada bizim bildiğimiz içki, sarhoş edici şarap değil. Sembol ilminde nasıl İdris (a.s.) ilmin sembolüdür, Musa şeriatın sembolüdür, içki aşkın sembolüdür, süt de ilmin sembolüdür. Onlar sembolik ifadeler, yani sen rüyanda yılan görsen yarın yılan görecek değilsin yılan gibi sana zarar veren bir adam gelir onu görmüşsündür. Her şey semboldür rüyada, gayb aleminde bütün soyut kavramlar somutlaştırılıyor.

Hocam çarmığa gerilen Hz. İsa’nın kendimiydi yoksa benzeri mi?

Bir rivayet var ki sahih değildir; işte İsa öldürülmedi benzeri yapıldı. Fakat beyan var İsa öldü diyor ama gerçekten ölmedi, yarı ölü, bedenen ölü, ruhen ve manen yaşıyor. Mesela bir manası da şudur İsa’nın ölmesinin, din zaman zaman öldürülüyor fakat tamamen ölmüyor, bugün öldürülen din yarın başka bir şekilde ortaya çıkıyor. Bak 3 gün sonra dirildi İsa, bugün öldü 3 gün sonra dirildi. Dolayısıyla İncil’deki bilgiler doğrudur Kur’an’a da aykırı değildir. Bir rivayet var Kur’an kültürü içinde o rivayet kafaları karıştırıyor, bizim cahil profesörlerin bir kısmı da işte İslam böyle diye ortaya çıkıyorlar Kur’an’a hakaret ediyorlar boşu boşuna çatışma ortamı oluşuyor

Peki, hocam Cebrail, Efendimizin bir noktaya kadar yanında gelip ondan sonra onu yalnız bırakması konusunu nasıl değerlendireceksiniz?

Şimdi Cebrail tek taraflıdır biraz önce anlattım ya tek kanatla bir yere varılmaz gidersin gidersin bir noktadan sonra sonsuza varamazsın, fakat çift kanadın olursa sonsuza çıkabilirsin. Peygamberimiz hem beşerdir hem melektir hem peygamberdir hem velidir çift kanatlı olduğu için. Arkada kalmak zorundaydı mesela biz de melek olsaydık yemeği bilmezdik evlenmeyi bilmezdik bir sürü manaları kaybederdik. Ama insan olduğumuz için, çift kanatlı olduğumuz için biz melekleri geçmiş bulunuyoruz. Biz yemeğin bin bir çeşidini biliyoruz acının bin bir çeşidini biliyoruz melekler böyle değil tek renk, yani mesela bilgisayarın bilgisi çok fazla hatta sana ders verebilir. Cebrail’in de bilgisi çok fazla Peygambere ders veriyor bazen, bilgisayarın ders vermesi gibi. fakat hiçbir zaman bilgisayar benden üstün olmuyor çünkü ben çok kanatlı, bilgisayar tek noktada bilgi verebiliyor. Yani yardımcısıdır Peygamberin ondan üstün değildir

Hocam o zaman melekler aşkı bilmiyor.

Aşık melekler de var. şimdi şöyle; biz hem maddeyi biliriz hem manayı biliriz, hem ilmi biliriz çift kanatlıyız. Fakat melekler şöyle; bir kısmı aşıktır bir kısmı alimdir bir kısmı büyücüdür her çeşidi var meleklerde sadece bir güzellik var meleklerde 2. bir güzellik olmuyor. Mesela sarıçiçek sadece sarıçiçektir, kırmızı çiçek sarıçiçek olmuyor. Ama biz öyle bir çiçeğiz ki içinde sarılık var kırmızılık var beyazlık var her renk var yani, onun için insan eşref-i mahlûkattır. Mesela başta Peygamber efendimiz miraca en layık mahlûktur. İnsan, onun için her gün Cenab-ı Hak kâinatı, yeryüzünü bir fabrika gibi kurmuş ve çalıştırıyor yeterki kullarım miraca çıksın yükselsin de sonsuzluğa doğru bir kapı açılsın. Ve miraçta büyük günahları da görüyor, mesela faiz yiyenler taş yiyorlar çünkü para taş gibidir doyurmaz ancak mideyi ağrıtır, zina edenler yanıyor o zinanın ateşi var ya. Her şey orada renkleniyor şekilleniyor ve Peygamber efendimize gösteriliyor

Hocam astral seyahate çıkmak metafiziğe açılmak nasıl bir şeydir yani bunun detaylarından bahseder misiniz?

Şimdi bazı insanlar bunu teknik olarak deniyorlar ama ben bunu tavsiye etmiyorum, ruhlaşırsan zaten bunu her zaman yaşıyorsun.

İşte o ruhlaşmak nasıl oluyor?

Nefsini yenmek; ne zaman övülmekle sövülmek senin için bir olsa, para kazanmakla kaybetmek bir olsa, rahatlıkla zahmet bir olsa, açlıkla tokluk bir olsa işte yavaş yavaş nefsinden kurtulursun. ve nefsinden kurtuldukça ruhanileşirsin, bir bakarsın bir gece seni gezdirmişler. Ben de bir kere bir meleğin beni arşa çıkarttığını gördüm rüyamda. Fakat biz böyle uzaya gitmiyoruz yeryüzünü dolaşıyoruz rüyamda, galiba 10 dakikada bütün küreyi dolaştık geldik. Geldik bir yamaçta bir saraya girdik, baktık içeride bir kanepe var, takım elbiseli bir zenci, sakal yok bıyık yok yakışıklı bir şekilde dünyanın tüm idaresi ondaymış -bakın biz zencileri belki hor görüyoruz ama belki bu asırda veliler onlardan- dünyasını miracını tamamlamış veli olmuş, dünyanın tasarrufu ona verilmiş bir zencidir diyorlar. Melek diyor ki; Bahaddin ve ailesi için senden ebediyet istiyorum - bak miraca çıkmak ebediyet kazanmaktır, sen zamanın tesirinden kurtuluyorsun zaman üstüne çıkıyorsun zaman üstü her şey ebedidir- O zenci diyor ki; Allah kimseye ebediyeti vermedi ama Hızır gibi geçici bir hayat olabilir bu dünyada o zenci öyle diyor. O da şudur tahminime göre; biz kitap yazdık bir şeyler yaptık sadakayı cariye var ya, yani biz ölsek de kitaplar devam ettirebilir hayatımızı. yani Hızır gibi bir hayattır yoksa ben veli falan değilim kimse beni yanlış anlamasın ben sıradan bir insanım yani içinizde en düşük seviyedeyim diyebilirim

Peki, miracın son noktasında Peygamber efendimiz Ettehıyyatü’yü okuyor biz miraca çıktığımız zaman neyi okuyacağız oradaki Ettehıyyatü’nün anlamı nedir?

Güzel bir soru, tahiyyatın anlamı 6. Şua’da ve 15. Şua’da ve 9. Söz’de çok güzel izah etmiş. tahiyyat bütün canlı varlıkların Allah’a yaptığı tesbihattır. Sen miraca çıktığın zaman bütün kâinatla miraca çıkmış oluyorsun ve hep ibadetlerini kendi elinle Allah’a takdim ediyorsun, onun için işte Peygamber efendimiz bütün kâinatı temsilen ettehıyyatü demiş. “Ettehıyyatü” toprağa bakar, “ve berekâtü” suya bakar, “ve’s-salavâtü” havaya bakar, “ve’ttayyibatü” de nura bakar. 4 temel unsur var ya; toprak, hava, su, ateş. “Ettehiyyâtü” canlılara bakar, “ve berekâtü” bitkilere bakar, “esselavâtü” hayvanların duasına bakar, “ve’t-tayyibâtü” insanların ve meleklerin dualarına bakar. Bütün bitkilerin, bütün, hayvanların, bütün meleklerin, toprağın, havanın, suyun, ışığın ne kadar ibadetleri geçmiş ve gelecek tesbihatları varsa ya Rabbi sen hepsine layıksın ben bu sonsuzluk içinde sana takdim edebiliyorum. Ondan sonra Allah da selam veriyor, selam vermesi nedir; esselamu aleyke diyor Peygambere, yani sen bu makama gelmişsen artık sana hiçbir şey dokunmayacak, sen selamette kalacaksın demektir bu. Sonsuzluğu yakaladığın zaman selam gelir, Allah’tan selam geldiği zaman işte ölümsüzlük, işte dertsizlik, işte kedersizlik, işte ebedilik. Allah’ın selamı o demek, barış ve huzur demek, hiçbir şey sana dokunmuyor. Sonra sen de bize ve bütün sadık kullara. Salih kullar da ibadetleriyle bir nevi miraca çıkmış olurlar ve miracın en son zirvesi de tevhittir; eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulullah. Tevhid işte sonsuzluk demek. tevhid şudur; her şeyi bir görürsen, cennetle cehennemi bir görürsen, kadınla erkeği bir görürsen, sağla solu bir görürsen sen tevhidi yaşıyorsun tam miraca çıkmış oluyorsun. Her şey olması gerektiği gibi
Evet, her şey yerli yerinde ama bizim bencil davranışlarımız nefsanî davranışlarımız işi bozuyor. Nefsanîliği ortadan kaldır, her şey güzel, her şey yerli yerine oturuyor ve sen miraca otomatikman çıkmış oluyorsun.
Peki, biz seni hakkıyla bilemedik ne oluyor?
Bazı nurcular beni eleştiriyor; sen marifetle ilgili notları yazmışsın, şu kitabı yazmışsın bu kitabı yazmışsın, hani Peygamber bile dedi “biz Seni hakkıyla bilemedik” sen niye bilmeye çalışıyorsun? Tabi Allah sonsuzdur, tabi hakkıyla bilinmeyecek ama bunun manası hiç kimse marifette mesafe almayacak değil ki biz imkânımız elverdikçe Peygamberimizi geçemeyiz ama ne kadar çok bilsek kârdır sonsuz yakalanmaz doğru, biz seni hakkıyla bilemedik doğru, çünkü O sonsuzdur benim beynim sınırlı, ama bunun manası; bir ilkokul talebesi gibi Allaha inansam yeter marifet bize gerekmez, değildir bazı nurcuların bizi eleştirdiği gibi.
Peki, efendim tevhide erenler tevhide erdiklerinde geldikleri noktanın farkındalar mıdır yoksa farkında değiller midir?
Bir kısmı farkındadır bir kısmı değildir. Yani bugün İstanbullu insanların çoğu nimet içinde yüzüyor farkında değiller gene sıkıntılara gene eroine başvuruyorlar. Bir kısmı da farkındadır şükrediyorlar. İşte şükredersen farkına varıyorsun esprisi odur, şükür mekanizmasını işletiyorsan kendi dünyanda sürekli o mekanizmanın, o nimetlerin güzelliklerinin farkına varıyorsun demektir. Şükrü kestiğin zaman geriliyorsun farkına varmıyorsun.

Kalbi nasıl terbiye edeceğiz, kalbi nasıl güzel yaşatacağız?

Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’da küfür ve imanı karşı karşıya getirdiği gibi kalbi ve nefsi de karşı karşıya getiriyor; kalp sonsuz diyor nefis hayır illa sonlu olacak. Yani Allah sana diyor ki 1 gün oruç tut sana deniz vereceğim, sen yok ya ben susamışım illa suyu içeceğim. Bak küçüğü tercih ediyor, nefis somutu tercih ediyor, sonraki soyut denizi ihmal ediyor. Ne kadar nefisten kurtulsak… İşte bunu İslam büyüklerimiz anlatmışlar nefsin getirdiği sorunlar sıkıntılar. Mesela gurur bir hastalıktır, kibir bir hastalıktır, bencillik, riyakârlık bir hastalıktır, şöhret bir hastalıktır, bütün bunlar kalbi öldürüyor işte biz bu hastalıkları öldürebilirsek temizleyebilirsek…
Zikirle mi?
Zikir olur, çile olur, normal günlük ibadetler olur. Çünkü bir ayet var; kalbi zikirle temizleyiniz.
Orda zikir şu; sadece tesbih çekmek değil namazın bir ismi zikirdir Kur’an’ın bir ismi zikirdir. Yani Kur’an okursan kalbin tatmin olur, namaz kılarsan sonsuzluğa açılırsın kalbin tatmin olur. Mesela aç bir insan var sen o insanı doyurmak için gidip çalışıyorsun o da bir zikirdir, niyetin sonsuzluktur çünkü. Zikir bağ demektir seni bağlayan her şey senin kalbini tatmin eder, seni Allahtan koparacak her şey de zikirsizliktir, ister camiye gitmişsin hacca gitmişsin a işte bana hacı diyecekler, işte burada herkes namaz kılıyor Bahaddin namazı bırakmış diyecekler ben en iyisi gidip namazımı kılıyım dedim mi olmadı, namaz miraç şirk oldu, zikirsizlik oldu. ama kalbimden bir kere ya Allah sen sonsuzsun bize sonsuzluğu nasip et dersen bak hemen bağlantıyı kurdun. “Zikir” bağ demektir kelime olarak, mesela hatırlamak da zikirdir. Ben Kubilay’ı hatırladığım zaman onunla o anda bir bağlantı kurmuş oluyorum, zikir bağlantı demek, zikir uzantı demek.
Peki, o zaman neden diyorlar lâ ilâhe illallah?
Tevhid sonsuzluk işte, biz de sabahtan beri onu anlatıyoruz, lâ ilâhe illallah’ı anlatıyoruz sabahtan beri. Yani kafanda Allah sürekli şekil alıyorsa onun sonsuzluğunu güzelliğini tam açamıyorsan ya lâ ilâhe illallah diyemiyorsan, ya Allah birdir ama şu bizim dağımız da işe yarıyor, şu bizim padişahımız da bir şeyler beceriyor dediğin zaman bak lâ ilâhe illallah diyemiyorsun. Ne zaman padişahı da dağı da yıldızları da bütün sebepleri de paranı da imkânlarını da bir görsen hepsi Allah’ındır, hepsi onun görüntüsüdür ondan başka ilah yoktur diyebilsen, işte o sonsuzluğu yakalarsın ki konumuz miraç her yoklukta bu sonsuzluğu yakalamaktır. Adam profesör oluyor cemaatin lideri oluyor gayet iyi niyetli evliya gibi insan dar noktada boğulduğu için lâ ilâhe illallah demesi fayda vermiyor. Hatta biz burada bir sohbet yaptık Dar Noktada Boğulmayıp Sonsuzluğa Yelken Açmak işte miraç odur; sonsuzluğa yelken açacaksın, sonsuzluktan seni kopartan her şey günahtır, her şey kusurdur, her şey engeldir seni sonsuzluğa lâ ilâhe illallah demeye yönelten her şey miraçtır yükseliştir. yani miraç böyle füze gibi uzaya çıkmak yıldızlara gidip gelmek değil, varlığı bir an gibi görebilmek geçmiş ve geleceği bir an gibi yaşamaktır miraç.

Hocam peki miraca çıkarken ifade edilen bir şey vardı; rabbin esmasının bir noktada zirve olması işte birinde vücut sırrı birinde şafi sırrı…

İşte her biri bir koridor gibidir, mesela sen şafi ismini takip ede ede Allaha varabilirsin sonsuzluğa varabilirsin, öbür insan rahman ismini takip ede ede. Yani her bir isim bir koridordur, Üstad Bediüzzaman’ın tarifiyle bir asansördür, her bir ayet bir asansördür diyor Bediüzzaman. Çünkü her bir ayet sonsuzluk ifade ediyor, her bir ayeti çözdüğün zaman ona bindiğin zaman seni sonsuzluğa çıkartıyor.

Peki hocam bunu fark edip de yapmayanlar?

Şimdi İlkokul 1. sınıfa gelen çocuk farkında değil niye okula geldiğinin ama Lise 1. sınıfa giden çocuk farkındadır niye okula gittiğinin. O da mertebe mertebe bir müddet farkında değil insan Allah onu himaye ediyor koruyor. Bir müddet sonra farkına varıyor a ben yolcuymuşum mesafe almışım, şükrediyor yeni yolculuğa devam ediyor. İnsan başta farkına varmayabilir.

Şimdi bu enaniyet değil mi hocam nasıl ayırabiliriz?

Şimdi enaniyet; sonsuz bir varlık var, sen ona iman etmemişsin reddetmişsin galiba her şey benim ben olmasam kâinat yıkılır Allah içimde olabilir dedin mi enaniyet budur.

Yani nefis karıştığı zaman enaniyet olmaz mı?

Nefis karıştığı zaman araba arıza yapmış olur artık sen yol almıyorsun. Ne dedik yolculuğumuz sonsuzluğa doğrudur, seni sonsuzluktan alıkoyan en büyük engel nefistir, nefis yok olduğu zaman sen yol alırsın nefis var olursa sen yol almazsın, hatta geri geri gelirsin dibe vurursun. Nefsimize yedireceğiz içireceğiz besleyeceğiz ama ben en iyi insanım ben mükemmelim dedin mi miraca çıkamazsın, sen kendini yok edeceksin ki miraca çıkabilesin. Nefis daracık bir noktadır noktayı öldürmedikçe sonsuzluğa çıkamazsınız. Bir cümlenin sonuna noktayı koymayın noktayı koymadığınız zaman o cümle sonsuz olur sonu gelmez. Yazı yazarken ne olacak 3 nokta koyalım. o zaman 3 arkadaş bir araya gelsin belki olur öyle.

Hocam önemli olan farkında olmak mı huzurlu olmak mı yani bu makam olayı olsun.

Yani yürüyüşler farklı yollar farklı. Yani şükretsen iyi olur daha iyi olur ama şükürsüz bir farkına varmak enaniyete varır. Nefis “ben varım sonsuzluk yoktur” dedirtir. Ve ben varım sonsuzluk yoktur dediğin an araba dibe vurur, yere düşer uçak, yere çakılır

O zaman adını koymayalım biz bu yolun.

Yok, adını koyamayız herkesin yolu farklıdır herkesin nefsi farklıdır kişilere göre yollar vardır diye bir tabir vardır. Kişilerin sayısınca Allaha giden yollar vardır.
Hocam şimdi bazen nefisle ruhun istekleri tutumları ne şekilde olacak bazen ayıramıyoruz. Mesela yolda gelirken ben bir şey düşündüm Hz. Ali kâfirin başında öldürmek üzereyken kendi nefsi karşısında serbest bırakıyor, ama ben öyle bir durumda olsam öldürürdüm. Yani o an şöyle düşünürdüm; bu an bu insan benim şahsıma hakaret etmiyor, dinime rabbimin dinine hakaret ediyor diye düşünürdüm.

Nefsinin karıştığını fark ettiği zaman bırakmış, dinine hakaret niyetiyle öldürse caizdi zaten, ama bakmış nefsi devreye giriyor bırakmış.

İşte biz de onu ayırt edemiyoruz zaten.

Bakın zaten ben size biraz önce misal verdim; zaten işte ben namaz kılayım namaz kılmış olayım diye kılıyorsanız namazı bırakın zaten sen Allaha yöneliş için sonsuzluğa yolculuk için ebediyeti kavramak için dar noktalardan kurtulmak için namaz kılmalısın. Yani namaz kılayım, kılmış gibi olayım Allahın yükünü ortadan kaldırayım için namaz kılmamalısın. Bir özet verdim bir örnek verdim

Hocam bir de Hz. Ali’nin nefis muhasebesiyle bizimki farklı mıdır?

Yok benzeyebilir.

Hiç yorum yok: