16 Ocak 2008 Çarşamba

RİSALE-İ NUR' DA NAMAZ 2

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM


Bugünkü konumuz Risale-i Nur’da NAMAZ. Daha önce Risale-i Nur’dan açılımlar olarak; Risale-i Nur’da Esmâ-i Hüsna, Risale-i Nur’da Miraç programlarını yapmıştık. Elhamdülillah başarılı oldu. Bugün de Risale-i Nur’da Namaz programını gücümüz nispetinde, Risale-i Nur’dan anladığımız kadarı ile; Üstad Bediüzzaman’ı bu namazda önümüzde bir imam kabul ederek, yapmaya, dersimizi tekrar etmeye ve anlamaya çalışacağız.

“Namaz” kelime kökü itibarıyla Farsça bir kelime olup, dua anlamına gelir. Arapça’daki Salat (Salavat) kelimesi de dua demektir. Gerçi biraz sonra izah edeceğim, insanın sırt kemiği, omuriliği manasına da gelir. Çünkü namaz; insanı dengeleyen, onu yükselişe çıkartan bir araçtır. İnsanın beli de, sırt kemiği de; insanın dengesini sağlıyor ve insanı yükselişe çıkartan bir kuvvet veriyor. İnsan omuriliğinden, bel kemiğinden kuvvet alarak hareket ediyor. Hatta belkemiğinin parçalarını saymışlar; 31 veya 33 çıkmış, namaz sayıları ile bir irtibatı da vardır.

Biz burada kendi fikrimizden ziyade; Risale-i Nur namaz konusunda bize semâvi olarak, Kur’an-ı Kerim’in bir tefsiri olarak ne mesaj veriyor, onu anlamaya çalışacağız. Sıra ile Besmele ile ilgili 1. Söz’den başlayıp, namazla ilgili olan 15. Şua’ya kadar gideceğiz. Bir seyahat yapacağız Risale-i Nur içinde. 3. Söz’e bakıyoruz ki Namaz, dua manasında ele alınmış. Üstad 3. Söz’de; “namaz ve dua” diyor ve ibadetle eşit tutmuş namazı. Namaz öyle bir ibadettir ki, bütün ibadetleri içeriyor. Duayı da içeriyor ve insanın doğal bir görevi olduğunu makul, güzel bir temsille 3. Söz’de Üstad izah ediyor. Hakiki manası ile Risale-i Nur’un geneli içerisinde serpiştirerek anlatmış. Özellikle Risale-i Nur’da 4. Söz’de, 7. Söz’de, 6. Şua’da, 16. Söz’de, 15. Şua’da hep bahsi geçen Mektuplarda, değişik yerlerde; namaz hakikati bütün kâinatı aydınlatan bir hakikat olarak anlatılır. Biz de bu dersi nasıl anladığımızı anlatmaya çalışacağız.

Hakiki manası ile Risale-i Nur’da flaş cümleler var namaz ile ilgili. Bir gün de namaz kılmasam ne olur? dediğin zaman; o gün senin âlemin karanlık geçer, dünyan karanlık olur, kalbin karanlık olur, diyor. Hiçbir sevap, fayda ve mal (manevi mal) elde etmiş olmuyorsun. Ve “kendi âlemini ve içinde yaşadığın âlemi nurlandırmaktır namaz” mealinde bir cümle geçiyor Risale-i Nur’da 21. Söz’de. Kendi kalbini, ruhunu, kendi içinde yaşadığın âlemi ve hatta bütün kâinatla ilgili bir bilinç olduğu için; kâinatı aydınlatan bir ameldir, bir bilinçlenmedir, bir nurlanmadır namaz. Dolayısıyla “ben bugün namaz kılmasam ne olur” demek bize düşmez ve haddimiz değil. O bir görevdir, müminin görevidir. Kur’an-ı Kerim hiçbir yerde, kafirlere “namaz kılın” demiyor. Müminlere “namaz kılın” diyor. Kafirleri “onlar namaz kılmazlar” diye tarif ediyor. Bu da Kur’an-ı Kerim’in ayrı bir inceliği.

K. Aktaş: Mihenk; sanki namaz gibi değil mi?
Tabii.. Namaz hem imanı temsil ediyor, hem ibadeti temsil ediyor. Hem de namazın, bütün kâinatı aydınlatan bir nur, bir bilinçlenme olduğunu anlıyoruz. Onu temsil ediyor. Dolayısı ile o bir ayrımdır. Yani nasıl nur ile karanlık iki ayrı şeydir; namaz kılmak ve kılmamak nur ve karanlık kadar iki ayrı hakikattir ve tam karşı karşıyadır.

21. Söz’de namaz mealen şöyle tarif edilir: Namaz; insanın kalbini, ruhunu, âlemini, dünyasını, gününü ve onunla ilgili kâinatı aydınlatan bir nurdur. Nur nedir? Biz nuru da bilmiyoruz. Osmanlıca kelimeler kulağımıza hoş gelir geçer. Nur, bilinçlenmedir. Mesela; beynimizde bir nurani halet olduğu zaman, sen onun bilincine varıyorsun demektir. Kendi varlığının bilincine varıyorsun, gününün bilincine varıyorsun, çevrenin bilincine varıyorsun. Sonsuz bir varlık olan Allah’ın varlığının bilincine varıyorsun. Bütün peygamberlerle beraber namaz kılıyorsun; onların bilincine varıyorsun ve dünyan, kâinatın aydınlanıyor. İşte bilinçlenme, nurlanma demektir. Fizik olarak da, kimya olarak da, her nurlanma bir bilinçlenmedir. Her bilinçlenme yani farkına varma, bir nurdur.

K. Aktaş : Şuur gibi bir şey mi? Şuur işte; bilincin Arapça’sı şuurdur. İşin farkına varmak. Sen günlük işlerde boğulmuşsun, ezilmişsin, bilincin yenik düşmüş baygın bir hale girmişsin; namaz gelir seni o daracık çukurdan çıkartır. Sonsuz bir varlığa, bir kâinata, bir âleme açar.

Miraç da aslında bilinçlenmedir. Biz Risale-i Nur’da Miraç programında anlattık; bir anda gitti geldi. Bir anda bir yere, bütün kâinata gidilip gelinmez. Peygamber (s.a.v.) bir yere gitmedi. Peygamber (s.a.v.), varlığın özü olan geçmiş ve gelecekte ne olmuşsa ve ne olacaksa hepsini gördü, yaşadı. Beyninde kalbinde ruhunda bütün varlık nurlandı. Yani, kâinatın bilincine vardı Peygamber efendimiz. Varlığın metafizik boyutunun farkına vardı.

K. Aktaş: Miraç, bu değil mi?

Miraç budur. Namaz müminin miracıdır derken bunu kastediyor Peygamber efendimiz. Üstad da Risale-i Nur’da bu hadisi naklediyor: “Namaz müminin miracıdır.” Niye müminin miracıdır? Çünkü kafirin bu konuda bilinci yok. Yani kılsa da bir şey ifade etmez. Sen bir kafire kırk bin kere namaz kıldırsan, bir şey ifade etmeyecek. Çünkü o bilince varamıyor. “Müminin miracıdır” diyor Peygamber efendimiz. Gidin kafirlere namaz kıldırın; onlar sonra hidayete gelir, demiyor. Onlar o bilinçten mahrumdurlar, onlar bütün varlığı daracık bir nesne olarak görüyorlar, o sonsuz bilince varamıyorlar.

Mustafa MERTER diye bir abimiz var. Avrupa da Amerika da okumuş. Bilinçle ilgili özellikle ihtisası var o zatın. Allah ondan razı olsun, ehli tasavvuftur, ehli kalptir. O da bu miraç meselesini böyle bir ihtimal olarak anlattı. İhtimal; ben dedi bunu anlatmaktan ve anlamaktan acizim. Fakat namazı öyle tarif etti ve bilim dünyasında namaz başlı başına bir mucizedir dedi. Çünkü insanın enerjisi günlük işlerde tükeniyor. Sabit bir noktada hiçbir iş yapmasan, hep bir noktaya baksan bile tükenirsin, enerjin biter. Namaz gelip seni o daracık noktalardan çıkartıyor, sonsuz bir âleme, bir bilince bir nurlanmaya bir varlığa çıkartıyor ki; senin hem rahatlamanı sağlıyor, vücudundaki bütün ifrazatlar, hormonlar çalışmaya başlıyor, hem de sevap kazanıyorsun.

Sevap nedir peki? Risale-i Nur’da 4. Söz’de namaz; bir zâd-ı ahirettir, bir maldır yani kazançtır, diyor. Bak; biz sevabı da bilmiyoruz. Herhalde bir Fatiha okursan bir sevap kazanırsın. Sevap; Türkçe’ye çevirdiğimiz zaman, mal ve kazanç demektir. Sen namaz ile neyi kazanıyorsun? Küçük, daracık geçim için 8-10 saat zaman ayırmışsın, boğulmuşsun; aksam alacaksın 30 lira yevmiye mesela. Senin bütün kazancın o gün budur. 8-10 saat ayırmışsın bütün kazancın o. Birden namaz geliyor, metafizik bir âlem kazandırıyor sana. Ahireti kazandırıyor, Allah’ı kazandırıyor, metafizik âlemi, cinleri, ruhları, peygamberleri, sevabı, ikabı, bütün varlığı senin ruhuna, kalbine, dünyana bir nur olarak yansıttırıyor ve o nur sana bilet oluyor. Yani nuru alan insan; yükselişe, ebediyete, cennete uçabilir. Kabir azabından kurtulabilir. Malın varsa, cebinde paran varsa bilet alabiliyorsun. “Namaz bir bilettir” diyor. Öbür şekilde ise; 60 sene boyunca günde 30 lira için 8 saat 10 saat çalışan, 4 saati de trafikte geçiren (o da ayrı bir sıkıntı) zavallı bir yaratık, sefil bir hayvan durumuna düşüyor insan. Birden namaz geliyor; bütün varlığı ona kazandırıyor ve o kazançla bilet alıyor. Ebediyete gidebiliyor, kabri aşabiliyor, cehennemi aşabiliyor. Bütün nurani varlıklar onun oluyor.

K. Aktaş: İnsaniyet mertebesine çıkartıyor değil mi?
Melekiyet mertebesine hatta, insaniyetten de öte.

Biliyorsunuz ki; insanın beyni üç aşamalı duygu sahibidir, bilinç sahibidir. Bilinci biz sadece farkındalık olarak kabul ediyoruz. Aslında bilinç 3 aşamalıdır. Birincisi bitkisel aşama (vejatatif derler İngilizce’de); o bazen hissedilir ama adı konulmaz. Mesela bir şeyden hoşlanıyorsun. Köylüye demişler; atla katır arasındaki fark nedir? Demiş; bilmiyorum ama, atın hali bambaşkadır. Hissediyor ama ifade edemiyor. İkincisi de limbik sistem; şefkat, merhamet, acıma, vermek, almak gibi duygusal davranışları orta beyin kontrol ediyor. Üçüncüsü de üst korteks ki; bilgi, tevhid, sonsuzluk… Namazda bu üçü de var. Mesela namazda bütün bilinç altı dedikleri bilinç; aslında bilinç altı demek de yanlış bilinç dışı deriz. Küçücük bir bilincimiz var diyelim ki; çölde bir ağaç gibi. Birde çölün genişliği var ki; o bilinç dışı. Namaz gelir gelmez o bilinç dışı, sen fakına varmadan feyzlerle, nurlarla doluyor zaten.

Üstad namazı şöyle tarif ediyor 19. Sözde: Mekke bir mihrap, Medine bir minber, Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün inananlara hatta meleklere hatta cinlere imam olmuş. Sen bütün onlarla beraber bir namaz kılıyorsun. Bütün o boş dediğimiz, hâli bir çöl gibi gördüğümüz bilinç dışı âlemimiz nurlanıyor, feyzleniyor. Ondan sonra namazda tevhid de var, sonsuzluk da var, ilim de var, tarih de var. Yani bu orta dereceli duygular, insani duygularımız gelişiyor. Sonra üst kortekste tevhidi, sonsuzluğu ve diğerlerini yakalıyoruz ki; hakiki bir varlık oluyor. Çünkü öyle yaratılmış bu beyin.

Diyor ki; fıtrat borcundur. Yani ne demek fıtrat borcu? Risale-i Nur’da en çok bu geçer: Namaz bir fıtrat borcudur. Yani sen ona göre yaratılmışsın. Yapmadığın zaman, o yaratılışının görevini yapmamış olursun. Sistem çalışmaz, kilitlenmiş olur.

Flaş cümleler halinde meseleyi özetlersek; namaz bir bilinçlenmedir. Bilinçlenme ise, sonsuz varlığı kendimize mal etmedir. En basit tarifiyle; namaz bir sevaptır. İşte iki rekat namaz kılarsan, hadis-i şerifte diyor ya; bu kadar sevap kazanırsın. Nedir o sevap? Nerde, nasıl yarıyor bize? Sevap demek; mal demek, ahiret malı, ahiret zahiresi demek. Üstad; ahiret zahiresi, mal demektir, diyor. Şükür derler mesela. Namaz bir şükürdür, namaz risalesinde Üstad ısrarla üzerinde duruyor. Şükür nedir? Memnuniyet demektir Türkçe’de. Yani sen bütün kâinatı benimsemişsin, Allah’ın Allah’lığını İlahlığını benimsemişsin, vazifeni kabul etmişsin, görevini yapmışsın. Hepsine toplu olarak memnunum ya Rabbi Senden, bu sisteminden, bu çarkından, bu musibetlerinden, ben memnunum diyorsun. İşte şükür budur. Şükür Türkçe’de memnuniyet demektir. Gerçi memnuniyet de Arapça ama hiç olmazsa Türkçe’de oturmuş bir manası var. Memnuniyetin de tam Türkçe’si doymak. Artık doyuyorsun, memnun oluyorsun.

Namaz, 4. Söz’de bir bilet manasında ve bu bileti anladık. Eğer kâinatın sonsuz nurâni âlemlerini, maddi-manevi âlemlerini namaz bilinci sayesinde kalbimize, ruhumuza yazdırsak; işte gerçek malımız, o yazılımdır. Çünkü insan kişiliği, ruhtan ibarettir, ruh da eşittir bir yazılım. Sen ruhunun yazılımlarını artırmışsın. Mesela; Atari bilgisayarında da küçük bir yazılım vardır, dört işlem gibi basit bir şey. Bir de; bütün dünya bilgi işlemini merkezine toplayan Internet yazılımı da bir yazılımdır. İşte; biri ne kadar küçük, on liraya alınabilir, öbürü sonsuz bir değer gibi. Kâinat bütün âlemleri ile, bütün yapıları ile bir sibernetik yazılımdır. Sen namazla bu sibernetik sistemi tetikliyorsun, onlara entegre oluyorsun. Bütün o varlıklar senin dosyana da, senin bilgisayarına da geçiyor. Dolayısı ile sen dünyanın en zengin insanı oluyorsun. Kabirde biletin hazır, cennete gideceğin zahiren hazır. Her şey hazır oluyor. Gerçek zenginlik budur. Onun için bazı büyük sofiler; iki rekat namazı bütün dünyaya değişmeyiz, sözünü bu manada demişler. Yoksa in kalk, salla başı, yere değdir demek değil namaz sadece.

Risale-i Nur’da 7. Söz’de; namaz, bir sığınak olarak ele alınıyor. Üstad; başımın sıkıştığı her zamanda ben namaza sığındım, diyor. 28. Lem’a’da; bir ara bütün kâinat bana kapkaranlık göründü hemen namaza sığındım, diyor. Orada Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği nurla bütün o âlemler açılıyor biraz. Üstad’ın keşfi de açık. Bütün metafizik âlemler açılıyor, peygamberlerle görüşmüş gibi oluyor, doğal görevini yerine getiriyor, bilinçlenmeyle o varlıkları kazanıyor, rahatlıyor. Ve 7. Söz’de; özellikle acze ve fakra çare, namaz biletidir diyor. Hani 7. Söz’ün bir yerinde; sen ne fıs..fıs..lıyorsun, diyor? Bir bilet okuyorum, diyor. İşte o bilet namazdır. Bazen ehl-i dünya namazı fıs..fıs.. yapıyor gibi anlatıyorlar ya, öyle değil. Böyle kuru bir fıs..fıs..lamak değil. O, bir bilet okumaktır, o bileti kendimize mal etmektir ve o sayede aczimize ve fakrımıza bir çare bulmaktır.

Acz nedir? Acz de Arapça bir kelime, Türkçe’si güçsüzlük. İnsan çok güçsüz. Yani, bir mikroba yeniliyor, gribe yeniliyor, açlığa yeniliyor, trafiğe yeniliyor, borçlara yeniliyor, alacaklılara yeniliyor. Binlerce düşmanı var insanın. Niye Allah bu düşmanları yaratmış? Seni varlığa yönlendirmek, senin ruhunda, kalbinde varlığı yazdırmak için. Bu düşmanlar bir nevi açlık gibidir. Açlık olmazsa yemeğin kıymeti anlaşılmaz. Allah böyle binlerce düşman vermiş ki; sen Onun kudretine sığınasın. Eğer bu düşmanlar olmasaydı; biz namazın kıymetini anlamazdık. Allah’ın kudretinin sonsuzluğu, namaz sayesinde anlaşılıyor. O kudreti yakalayamazdık ve sıradan bir hayvan sürüsü gibi kalırdık. Çünkü iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edemeyen bir yaratık, insan sayılmaz. İnsanı tanıtan en büyük tanım şudur; iyi ile kötüyü birbirinden ayıran. Bu, aklın da bir özelliği, Kur’an’ın da bir özelliği. Yani bir insan âkilse, Kur’an’ı anlayabiliyorsa; işte ona “insan” denilebilir. İyi ile kötünün ayrımını yapabilen, insandır.

Ve; namaz, fakra bir çaredir. Binlerce ihtiyaçlarımız var; yemekten tut ilaçlara kadar, ebedî ihtiyaçlarımız, ruhî ihtiyaçlarımız, fikrî ihtiyaçlarımız. Niye biz kitap alıyoruz? Türkiye de bugün bir milyon insanın evinde; en az 50 bin liralık kütüphaneler var. Niye bunlar var? Fikri doyurmak için. Bak; fikri doyurmak için 50 bin liralık masraf yapıyor. Peki kalbi doyurmak için ne yapıyoruz. İşte orada çok insan geri kalıyor. Bazı insanlar kalbi doyurur fikri doyurmaz, bütünlük olmaz. Çünkü namaz da tefekkür de var, hal de var, kalp de var, zevk de var. İbadetimiz, kalbimizi doyurmak içindir; kütüphanemiz, beynimizi doyurmak içindir; dükkanımız, midemizi doyurmak içindir. Birbirine karıştırmayın. Sadece dünyanda dükkan varsa; sen o zaman miden kadar bir insansın. Sadece kütüphanen varsa ve sürekli kitap okuyorsan; beynin üst korteksinin yüzde biri kadar bir insansın. Ama bu maneviyat, bu nur âlemi, bu kalp âlemi sonsuzdur. Kalp ve ruh hayatı zaman üstü olduğu için ebedîdir, fâni değildir. Dolayısı ile fikrî ürünler sonsuza açılırsa, o da zikir olur. Namazın içinde o zikir var, tefekkür var. Ama eğer sonsuza açılmazsa… Sonsuza açılan sadece kalp ve ruhdur. Kalp ve ruh hayatını, Üstad özellikle 3. Lem’a’da çok güzel ifade etmiş: Eğer diyor, fâniliğin acısını yenmek istiyorsan mutlaka kalp ve ruh hayatına çıkmalısın ki; ebediyet kazanasın, geniş bir varlık kazanasın. Ve bu sonsuzluğa çıkmanın tek yolu, namazdır. Bu konuda namazın alternatifi yoktur.

Bak, varlığa ihtiyacımız var, ruha ihtiyacımız var, kalbî hissiyata ihtiyacımız var, sevmeye ihtiyacımız var, gıdaya ihtiyacımız var, bilinçlenmeye ihtiyacımız var, çalışmaya ihtiyacımız var. Bütün bunları, namaz temin eder. Dolayısı ile namaz; hem acze, güçsüzlüğe çaredir hem fakra, ihtiyaçlarımıza çaredir.

Sırayla gidiyoruz. 9. Söz’de iki konu işleniyor: Biri; namaz ve Allah münasebeti, biri de; zaman ve namaz münasebeti. Çok ilginç ve ikisi iç içedir. Allah diyor ya; zaman Ben’im, zamana sövmeyin. Çünkü zaman manevi bir değerdir, ruhanî bir etkileşimdir, yapıdır. Allah’ın iradesinin cilvesidir. O’nun iradesi ile zaman olduğundan; “BEN zamanım” diyor, “zamana sövmeyin”. Zamanda her şey güzeldir, yerindedir, doğrudur, yakışıklıdır. Dolayısı ile, zamana sövmeyin, diyor.
K. Aktaş: Bu Hadis-i Şerif mi?
Evet. Buhari’de geçen bir Hadis-i Şerif’tir.
K. Aktaş: Yani burada zaman, iradeye mi bakıyor?
Zaman manevidir, ruhîdir, yazılımdır. Dolayısı ile iradeye bakar. Mekan da, maddedir somuttur; kudrete bakar. İradeye değil de kudrete. İlim her ikisine de şamil. İlm-i İlâhi. Onun için İbn-i Arabi diyor; Esma-i Hüsna’dan en büyük galiba el-Alim’dir. İlim ile adalet eşittir. Zaten Üstad 16. Söz’de; namaz içinde, İsmi Âzam’a bir kapı da açıyor. Eğer biz namazı tam kılarsak, tam yaşarsak İsmi Âzam’ı orada hissederiz, yakalarız, alır öperiz.

9. Söz’de Allah ve namaz ilişkileri anlatılır. Mesela; Allah’ın ana arterler olarak üç tane en büyük sıfatı vardır. Celal, Cemal bir de Kibriya yani ikisinin toplamı olan Kemal. Kemal, dememiş eskiler. Üstad Kemâl’i, Kibriya manasında kullanıyor. Bazıları demiyorsa da; nakıslık vehim ettirmemek için Kemal demiyor. Ama literatürde Kibriya diye geçiyor. Türkçe’de anlaşılması için Üstad o Kibriya’ya, Kemalat diyor.

Celal burada Allah’ın sonsuz büyüklüğü manasında. Biz burada Sübhanallah ile karşılıyoruz, Allah’ın büyüklüğünü? Namazda Sübhanallah çok geçiyor. Sübhan demek; Allah kutsaldır, sonsuz büyüktür, O’na hiçbir kusur ve eksiklik yanaşmaz, yakışmaz, demektir. Yok O’nun dünyasında öyle bir şey. Bir de Cemal var; Elhamdülillah ona bakar. Bütün nimetler O’ndan, bütün güzellikler O’ndan, bütün rahmetler O’ndan, bütün mağfiretler O’ndan. Hamd nimet demek. Yani çok nimetler hep O’ndan, bütün nimetler O’ndan. O’da Allah. Cemal ve Celali birleştirmek, sonsuzluğa kapı açar. Ak ile karayı birleştirdiğin zaman, sonsuza bir kapı açılır orada, Kibriya ortaya çıkar. Celal ve Cemal silinir, iki ayak silinir, kafa ortaya çıkar. Ortak nokta ortaya çıkar. Orada sonsuzluk var. Ayaklarda sonsuzluk yok fakat Kibriya’da sonsuzluk var. O da Allah-u Ekber’le karşılanır. Onun için namazda en çok Allah-u Ekber vardır. Subhanallah da var, Elhamdülillah da var ama en çok Allah-u Ekber zikredilir.
K. Aktaş: Bir Hadis-i Şerif var; sıkıldığınızda, daraldığınızda Allah-u Ekber deyin rahatlarsınız.

İşte sonsuzluğa açar o seni, çok güzel bir mana ifade ediyor. Sonsuzluğa açıyor, sonsuzlukta rahatlama oluyor. Kalp sonsuz duygular sahibidir çünkü, kalp daracık işlerden sıkılır. Onun için namazda rahatlık var. Hiçbir şey bilmeyen insanlara git sor; camide rahatlıyorlar. Onun havası, onun kokusu bile yetiyor bazen.

Evet; Azamet, Celâl demek. Celâl, Azamet; bunlar aynı kavramlar. Allah’ın Azametine ve Celâline karşı bir insan, günde beş vakit her namazda en az beş kere, on kere, yirmi kere Sübhanallah diyor. O’nun sonsuz nimetlerine karşı, O’nun sonsuz Cemâline karşı, güzelliğine karşı hamd ediyor; Allah’tan memnun olduğunu anlatıyor, O’nu sevdiğini anlatıyor. Ve bu ikisinin toplamından, Kibriya çıkıyor, yani Allah. Biz O’nu ne kadar çok anlamaya çalışırsak çalışalım, O sonsuzdur. Beynimiz sonsuzu idrak etmez, ancak kabul eder, kuşatamaz. Çünkü beyin sınırlıdır. Fakat kalp, bilinç dışı, sınırlı değildir. Kalp şudur; bu göğsümüzdeki kalp değil, içimizde bir bilinç var beynimizin üst kademelerinde küçük bir yer işgal ediyor. İşte sonsuzluk kavramı var ama sonsuzluğu hissetmiyor beyin. Sen kalbinle sonsuzluğu hissedersin, tadarsın, ama nasıl? Sen o bilinç dışı dediğimiz varlığınla, kâinattaki sonsuz bilinçle entegre olursan ancak, Allah’ın sonsuzluğunu, Kibriyasını anlarsın. O zaman zaten gerçek varlığa dönüşüyor. Şöyle üç kuruşa bir namaz kılmış gibi olmuyorsun.

K. Aktaş: Biraz anahtarla oda ilişkisi gibi değil mi?

Beyin, bilinç anahtardır. Kalbin o sonsuz âleme açılmasını sağlar. İkna eder, ona orayı açtırır. O zaman işte namaz gerçek varlık olur, gerçek mal olur, gerçek zahire olur, gerçek bilet olur; seni ebedî yaşattırır.

9. Söz’de zaman ve namaz ilişkileri var. Yani biz Allah’ı milyar kilometre ötede bir yaratık gibi, haşa bir mahluk gibi (ya da Halık olarak da diyelim) düşünmeyelim. Öyle uzaklarda değil, Allah sonsuz olduğu için her yerde hazır ve nazırdır. Yayın her yerde var ama sen algılamıyorsan o ayrı mesele. Algılarsan, her yerde bulursun, yayın umumidir. Ve bu yayının ekranı da en çok, zamandır. Geçmiş ve gelecek zamandan tut sabah fecr vaktinde uyanışımız, yeni bir âlemle doğuşumuz, o namaza başlamakla, o yeni âlemin yeniliğini, güzelliğini, tadını almamız, onun bilincine varmamız, doğuşumuzu hatırlamamız, kâinatın doğuşunu, günün doğuşunu, asrın doğuşunu hatırlamamız, binlerce doğuşları fecr vaktinde idrak etmemizdir. Bak; zamanla ne kadar ilgili. Sonra öğlen vakti; insan gençliğini hatırlıyor, yazı hatırlıyor, yazın içindeki olgunlaşmış pişmiş nimetleri hatırlıyor, Asr-ı Saadeti hatırlıyor olgunlaşma dönemi ve buna benzer kâinatın göbeğini, cennetin o bol nimetlerle hazırlanışını hatırlıyor. İkindi vaktinde; Ahir zamanı, ihtiyarlığı, ölüme yaklaşmayı, günün sonunu, günlük işlerin derlenip toplanışını, fâni olduğunu hatırlamaya çalışıyor. (Bu nüktelerin izahını aslında Risaleye bırakmak lazım, bizzat 9. Söz’ü okumak lazım.) Akşam vakti; ölümü, kıyameti, bu mevcut dünyanın yıkılışını, karanlığın bastığını. Yatsı vakti; kabirdeki vaktimizi, karanlığı. Ve yatsı vaktindeki teheccüd de; o kabirdeki nur. Gerçekten bir müddet hepimiz kabirde bekliyoruz, çekirdeğin toprak altında bekleyip sonra ağaç olması gibi, bizde ebedî bir hayatta dirilmek üzere, kabir hayatında, bir müddet o karanlıkta bekletiliyoruz. Fakat o kabir hayatını aydınlatan, yine namazdır. Özellikle teheccüd namazı. Aslında beş vakit namaz diyoruz. Hz. İbrahim zamanında yedi vakitmiş. Sonra seferde üçe indiriliyor. Yani iki namaz birleştiriliyor ya hacda ve sefer de. Bazıları diyor, namazlar üç vakittir; o da doğru. Seferde, hasta iken, ameliyatta, üç vakit. Yani iki namazı beraber kılmak şartı ile üç vakit. Ümmetin 1400 senedir kıldığı sünnet üzere beş vakit. Yedi vakit; biri teheccüd ilave ediyorlar. Mesela Üstad Bediüzzaman hep teheccüd kılarmış, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e farzmış zaten, hiç bırakmamış. Bir de kuşluk vakti. Yani; kuşluk ve teheccüdü kılarsan namazsız hiçbir vakit kalmamış olur. Esprisini anlatabildim mi? Güneş, fecr doğdu; sabah namazını kıldın, o âlemi aydınlattın, o dünya aydınlandı, güneş doğdu. Öğlene kadar kuşluk vakti; iki rekat namaz, fazla değil. Öğlen güneş meyl edince öğleni kılıyorsun, güneş batmaya doğru gidince ikindiyi kılıyorsun, o âlemlerde nurlanıyor, o nimetlere karşı şükür yapılmış oluyor, günlük stresini atmış oluyorsun. Sıkıntılarını bölüyorsun, bir terapi yapıyorsun. Maçta, arada on dakika mühlet tanıdıkları gibi. Akşam namazı; karanlık tam oturmamış. Karanlık oturduktan sonra 12’ye kadar yatsı namazı, 12 den sonra, yani gece yarısından sonra teheccüd namazı. Bu Asr-ı saadette böyle imiş. Sonra teheccüd namazı farz değildir, diye ümmete sabah namazının vaktine kadar yatsı namazının vakti tanınmış. Aslında bazı mezheblere göre gece yarısından sonra yatsı vakti bitiyor. Orada teheccüd vakti başlıyor. Ve bu vakitler çok önemli noktalar, çok büyük âlemler. Yani vakit deyip de geçmemek lazım. Bu kâinattaki değişim, dönüşüm, varoluş boşuna değildir. Hep bize varlık kazandırmak, bizi yetiştirmek, bizi ebedî âleme hazırlamak içindir, bu planlar programlar. Mesela ben şahsen hasta bir insanım, ilaç alıyorum. Dolayısıyla sabah namazlarımı çoğu zaman kaçırıyorum, kalkınca kılıyorum. Fakat binlerce kere denemişim; sabah namazına uyandığım gün, benim huzurum daha iyi, işlerim daha bereketli gidiyor. Bu âlem adeta canlanıyor, bereketleniyor, nurlanıyor. Kaçırdığım gün biraz sıkıntı var, bereketsizlik var, ki ben mazur sayılırım o ilaçtan dolayı.

Bir de 9. Söz’de Namaz ve bu vakitlerdeki tecelliyat-ı İlahiyeyi anmak. Yani biz Allah’a karanlıkta da Sübhan diyeceğiz, aydınlıkta da Sübhan diyeceğiz, sabah güneş doğarken de onu Sübhan bileceğiz, batarken de Sübhan bilecegiz. Doğarken, gençken de onu Sübhan bileceğiz, ihtiyarken ölürken de onu Sübhan bileceğiz. O sonsuzdur O’nun sıfatları değişmez. O bütün âlemlerde böyle güzel bir tecelli ile yansıdığı için; alem ne kadar değişirse değişsin, O’nun varlığı, O’nun sıfat ve Esma’sı değişmez. Hep sabit mükemmelliklerdir. Namaz biraz da bu Kemalat’ı idraktir. Bu mükemmellikleri yaşamaktır, idraktir, farkına varmaktır.

Daha doğrusu, detaylı bir şekilde mesela sabah namazını kılsan öğlen namazını kılmasan; sabah vaktindeki varlıkların bilincine vardın, o vaktin bereketinin bilincine vardın, onun huzurunu yaşadın, öğlen vaktindeki varlıkların bilincine varamadın, es geçtin, karanlık kaldı o kesit. Bu, şuna benziyor: Bir film seyrediyorsun, filmin arada 5-10 yerinde kopukluk var veya bazı kareler kesilmiş, o zaman işte filmde mana kayboluyor.

16. Söz’de namaz, özellikle cemaatle kılınan namaz; bir umumi bilinç. Hani bilinç dışı dedik ya, o bilinç dışı, seni bütün Müslümanlarla entegre ediyor, hatta Hac’daki bütün Müslümanlara entegre ediyor. Varlığın büyüyor, hepsinden sevap alıyorsun, hepsine sevap veriyorsun, yeni bir İslam âleminin yeni bir varlığın tadına varıyorsun, onları hissediyorsun. Özellikle Bayram namazları sünnet olmasına rağmen (vacip der Hanefi, fakat diğer mezhepler Sünnet-i Müekkede diyor) o namazlar bazen bizim farzlardan daha önemli olur. Onun için bazıları kınıyor; işte millet bayramdan bayrama namaz kılıyor, diye. Varsın kılsın, çünkü Bayram namazı, Cuma namazı çok önemlidir. Umumi bilinç var orada, bütün memleket çapında bilinçleniyorsun, bütün İslam âlemi, bütün dünya çapında bilinçlenme oluyor. Hepsiyle alışveriş yapıyorsun. Hatta Üstad bir ara soruyor; niye illa “na’büdü” diyoruz, beraber namaz kılıyoruz, ya Rabbi yalnız sana kulluk ediyoruz yalnız senden yardım diliyoruz. Niye “biz ediyoruz” diyoruz, “ben ediyorum” demiyoruz diye. Ona bir keşf açılıyor, bakıyor ki; Kabe’deki Müslümanlar, bütün dünyadaki Müslümanlar, bütün âlem-i İslam’daki Müslümanlar hep beraber hatta bütün varlık, bütün atomlar, bütün gezegenler, bütün galaksiler hep beraber “biz yalnız Sana ibadet ediyoruz, yalnız Sen’den yardım diliyoruz” diye inkişaf etmiş. Keşfen görmüş. O zaman anladım ki Kur’an’ın bir harfi dahi mucizedir, diyor Üstad. Niye ben ediyorum dememişiz de, biz ediyoruz dediği için bir harf bile (ki Arapça’da bu bir kelimeyle değil de, bir harfle ifade edilir) A’budu na’budu. “A’budu” ben ibadet ederim, “na’budu” biz ibadet ederiz. Bu farktan dolayı bile böyle büyük bir mucize açılmış.

Hac dahi bir namazdır. Yani bazıları soruyorlar; “işte biz bu kadar para veriyoruz boşuna paramız gidiyor, vaktimiz gidiyor”. Yok işte; senin ömründe eksik bıraktığın namazların aslında orada hızlandırılmış geniş bilinç içinde, o kutsal mekanların bereketi ile yoğunlaştırılmış bir namazdır Hac’da zaten. Kur’an’da, menasik diyor. Haccın ismi “menasik”, hem namazı içeriyor hem namazı içeriyor.

Şimdi sıra ile giderken 21. Söz’e geliyoruz. 21. Söz iki makamdır. Birinci makamı vesvese ile ilgilidir, ikinci makamı namazı kılmakla ilgili uyarılar içerir. Bu vesvese ile ilgili olanı da aslında namazla ilgilidir. Çünkü insan kutsal değerlere yöneldiği zaman, eğer kalbini tam kuvvetlendirmemişse, pekiştirmemişse; otomatikman vesveseler doğar. Çağrışım sistemi doğal bir sistemdir. Üstad izah ediyor burada, yani ak deyince kara hatıra geldiği gibi; sen namaza katıldığın zaman otomatikman bir sürü vesvese, Allah hakkında, namaz hakkında, temizlik hakkında binlerce vesvese senin kalbine hücum eder. Hatta bazıları bu vesveseleri def edemedikleri için namazı bırakır veya Allah’a inanmayı bırakır. O bir geçiş sürecidir, o ilkokul talebesidir orada. İşte A,B,C öğreniyor. Eğer bu konuda kalbi direnebilirse, bir müddet sonra o çağrışım sistemi artık onu yormaz, artık ak derken; “kâinatın yüzde 99’u aktır, kara azdır, o da semboliktir” der. Kara, akı bilmek içindir. İmanın sonsuzluğunu anlar, küfrün küçük bir yer işgal ettiğin anlar. O da imanın tadına varmak içindir. Vesveselerden kurtulur. Yok bu kadar oldu olmadı, sıkıntısını yaşamaz. Ve o vesvese bahsi, aslında ibadet bahsidir, namazla ilgilidir. Risale-i Nur’daki bölümler, bahisler hep böyle irtibatlıdır. Yani; Vesvese risalesi ayrı, namaz risalesi ayrı değil, iç içedir. Ve zaten o insanlar, ilk namaza başladığında vesveseye girmezlerse, namazları demek ki gerçek değil. Gerçekten kutsal bir değere yöneliyorlar ki, vesvese geliyor, o da bir imtihandır.

Namaz bir imtihandır ayını zamanda ve Kur’an’da şöyle tarif edilir; ancak Allah’la huzur duyan insanlar ona dayanır, yoksa ağır gelir. Sen bütün dünyanı, o daracık dünyanı yıkıyorsun, Allah’ın sonsuz huzurunda duruyorsun. O’nun varlığını sindirmek kolay değil, ağır bir yüktür. Secdeye gidiyorsun nefsini ezdiriyorsun, rükua gidiyorsun kibrini ezdiriyorsun. Allah’ın karşısında bir görev bekliyorsun. Sen ne görev verirsen ben yaparım, diyorsun. Ancak Allah’ın huzurunda olanlar diyor bunu. Ve eğer insan namaz kılabiliyorsa, gerçekten büyük işler de becerir. Ama bunu şekle indirmişse, gelenek ve görenek haline getirmişse, sırf hacı namaz kılıyor desinler diye namaz kılıyorsa, o bizim bahsimizin dışında. O namaz değil zaten riyakarlıktır, riyakarlık da şirktir. Şirk başlı başına bir küfürdür, namaz sayılmaz. Maalesef ben çok görüyorum; bazı insanların itibarı vardır, profesördür, hacıdır, hocadır namazı bırakmak istiyor. Bıraksa diyecekler; filankes namaz kılmıyor. Sırf desinler diye namaz kılıyorlar, Allah korusun. Nefsinin bilincine varmamış o kişi, kendi nefsinden başka bir şey tanımıyor, sırf nefsini temize çıkarmak için namaz kılıyor. Allah korusun böyle namazlardan. Onun için çok hadislerde “namaz yüzüne çarpılır” diyor, “reddedilir” diyor, “kabul edilmez” diyor. İşte öylelerin namazıdır. Şimdi gariban bir sofi; “ya benim namazım acaba yüzüme çarpıldı mı?” diye vesveseye girmesin, diyor Üstad. Vesveseden eğer kalbin muzdaripse bil ki; o senden değil şeytandandır. Allah seni yükseltmek için onu sana musallat ediyor. Eğer kalbin muzdarip değilse; sen nefsin için namaz kılıyorsun demek, onun bir kıymeti yoktur. Kalp orada ölçüdür. Kalbin muzdaripse bil ki; sen Allah’a ibadet ediyorsun nefsin için değil. Vesveseden muzdarip değilse bil ki; senin orada bir yanlışın var.

Ve bu 21. Söz’de ki; tevhidin bir sembolüdür; “2” kâinatın dualitesini, “1” de tevhidi sembolize ediyor. Namaz hani dedik ya; dünya ile ahireti birleştirmek, ruh ile bedeni birleştirmek, geçmiş ve geleceği birleştirmek, madde ile manayı, söz ile manayı birleştirmektir. Zaten Kur’an’da şöyle bir ayet de var: “Sen namazlara dikkat et özellikle orta namaza.” Şimdi bu orta namaz nedir diye müfessirler ciltlerce araştırma yapmışlar. Kimisi sabah namazıdır, kimi öğlen namazıdır, kimi ikindi namazıdır, kimi Cuma namazıdır, kimi akşam.. herkes bir görüş söylemiş. Fakat Kurtubi hazretlerine göre (ki; ben de aynı kanaateyim); orta namaz, bizim bildiğimiz beş vakit namazdır. Diğer namazlar ise günlük işlerimizdir. Yani senin yemen, içmen, uyuman, çalışman, yevmiyen onlar senin umumi namazlarındır. Orta namaz ki; orta namaz bunu dengeliyor. Dedik ya bel kemiği, ortayı tutuyor. Mesela Üstad orada; fıtratın bir vazifesidir, seni dengeler diyor, senin hormonlarını çalıştırır diyor, kalbini nurlandırır diyor, kalbin gıdasıdır, kalbin, ruhun nefesidir diyor 21. Söz’de.

Nasıl dengeler? Kıyam; maddi oluşumları, maddi hizmetleri sembolize eder. Rüku; orta yolu, ne tam yere kapanmışsın ne tam diksin. Secde; tam maneviyata kapanma. Demek ki; insan için hem maddi işler yapma görevi var, hem manevi işler görevi var ki; secdedir. Birde ikisinin ortasını tutturacak ki; o da rükudur. Rüku, ikisinin ortası. Onun için Kur’an’da; “secde edenlerle beraber secde edin” demiyor, “rüku edenlerle beraber rüku edin” diyor. Yani namazı dengeli kılın ve namazınız sizin diğer işlerinizin dengesi olsun. İnsan dengeden ibaret ya, varlığı dengeden ibaret ya; namaz dengeyi size sağlasın, namazın size yaradılış borcunuz olduğu anlaşılsın. Ve mesela kalp, ruh. Mesela adam gidiyor bir trilyon, beş trilyon veriyor bir tablo alıyor. Niye alıyor biliyor musun? Öyle para kazanmak çok kolay değil, onun da acısı var. Çünkü ruhu nefes almıyor. Adam böyle o tabloda, minnacık bir yerde sonsuzluğu yakalamak için o beş trilyonu veriyor. Gerçekten ihtiyaçtır sonsuzluğa açılmak. 21. Söz’ün ikinci makamında; ruhun bir penceresidir, kalbin bir penceresidir namaz. Seni sonsuzluğa açar, sana nefes aldırır, ruhuna kalbine nefes aldırır. Adam ruhuna, kalbine minnacık bir ışığı göstermek için beş trilyon para verir bir tablo alır; ama Kur’an-ı Kerim, İslam dini, bunu her gün bize beş vakit yaşattırıyor zaten.

Diyorlar ki; Müslümanlar sanata ehemmiyet vermiyor. Veriyorlar; işte Endülüs ortada. Endülüs’teki sanatlar halen taklit edilmiş değil, ne Avrupa tarafından, ne Asya tarafından. İşte Abbasi medeniyeti ortada, Osmanlı mimarisi ortada. Sanata ehemmiyet veriyorlar vermiyorlar değil de; şimdiki Müslümanlar dengeyi muhafaza edemedikleri için; asır onlara çok ağır bir darbe vurdu, materyalizm onlara çok ağır bir darbe vurdu. Bu modern hayat, İslam’a, namaza yer vermiyor. Çok ağır bir darbe vurdu. Biz dengesizliğimizden, o sanatın sonsuzluğunu kaybetmişiz. Yoksa İslam’da, sanat bütün güzellikleri ile müstahsendir. Ve Allah, mesela hem Tevrat’ta hem Kur’an’da, Hz. Süleyman’ın yaptığı bütün o haşmetli şeyleri över. Saraylar, heykeller, çanaklar, çömlekler, merdivenler işte mumdanlıklar, buhurdanlıklar ve benzeri binlerce sanat övülür. Onun için bu 21. Söz’ün ikinci makamı ikaz diyor. Beş uyarıdır, diyor. “İkaz” ne demek? Uyandırıyor bizi. Çünkü bu asırdaki insanlar öyle bir uykuya dalmışlar ki; namazın kıymetini anlayacak kadar da uyanık değiller. Onun için Üstad önce uyarıyor. Bak diyor; bu budur, bu budur, bu budur. Yaşlı olsan genç olsan, küçük olsan büyük olsan; mutlaka senin bu manevi gıdaya, manevi nefese, manevi nura ihtiyacın var, diyor Üstad orada. Mutlaka ihtiyaç vardır, diyor. Orada beş ikazla uyarıyor. Keşke yanımızda bir Sözler olsaydı, biraz okusaydık. Ama neyse millet artık bizi değil de Risale-i Nur’u direkt okusun. Asıl izahlar orada, asıl feyzler orada. Ben korkuyorum; acaba yanlış bir şey anlatır mıyım diye. Cenab-ı Hak bizi affetsin. Ama İnşallah Risale-i Nur’dan dersimizi anlamaya çalışıyoruz.

Bu bilinç bahsi biraz kapalı kaldı. Yukarıda dedik ya “namaz bir bilinçlenmedir”. Mesela diyelim ki; Amerika’dan da daha güçlü bir devletin var. Bu devletin sana hiçbir fayda ve katkısı da yok. Ama seni besliyor, seni koruyor, senin maaşını veriyor. Şimdi bu devletin farkına varmak; senin, o devlet kadar bir şey kazanman demektir. Bak; sen bir devlet oluyorsun. İşte farkına varmak. Onun için Üstad; beş uyarıdır, diyor. Yani Üstad bizim önümüzde sonsuz bir varlığı gösteriyor. Hem de kalp penceresinden, ruh penceresinden. Bir de göz penceresinden de onu sana söyleyeyim: Namazda gözü kapamak mekruhtur. Göz kapalı namaz kılınmaz, karanlıkta namaz kılınmaz, gürültülü yerde namaz kılınmaz. Çünkü gözün görecek secde yerini. Ufka da bakabilirsin, secde yerine de bakabilirsin. O gözünün de namazı olacak. Kulağın senin sesini duyacak; o kulak penceresinden sen yine sonsuz bir bilince varacaksın. Göz penceresinden yine sonsuz bir bilince varacaksın. Tefekkür penceresinden sonsuz bir bilince, bir varlığa varacaksın. Kalp penceresinden öyle, ruh penceresinden öyle. Yetmedi, bedenin de. Beden de bir yaratıktır, o da boşuna yaratılmış değil. Eğiyorsun, kaldırıyorsun, dikiliyorsun. Onun da gıdası var, hormonların ifrazatı lazım. Ve adam diyor ki; ben Müslümanların niye strese girdiğini anlamıyorum. Bu namaz yüzde yüz, stresi önleyen bir mekanizmadır. Bedene de hitap ediyor, bedenin de sonsuzluğa açılması var. Çünkü hormonlar çalıştığı zaman, beyindeki o ifrazatlar, guddeler çalıştığı zaman, insan ömrü uzuyor. Mesala bir Hadis-i Şerif var; ana babana bak ömrün uzar. Çünkü anasına babasına bakan insan rahatlar, fıtrat borcunu, yaradılış borcunu yerine getirmiş olur. O, beyninde bazı salgılar sağlar ömrü uzar. Onun izahı budur. Kâinatta ki bilişim, etkileşimi nurlandırır. Görevini onlara karşı ifa eder, ömrü uzar.

Namaz da böyledir. Seni sonsuz bir bilince entegre ediyor, ömrün uzuyor. Ve bazen öyle bir entegrasyon sağlanıyor ki; işte Hz. Peygamber (s.a.v.) (her namaz için demiyor bunu); namazlar içinde öyle bir namaz var ki diyor, filan zamanda filan yerde kim tutturursa, (yalnız o şartlı iki rekat namaz kılan) işte on tane hac sevabı kazanır. Doğduğundan vefatına kadar namaz kılmış kadar sevap kazanır, ama o entegrasyonu tutturmak şart. İşte Üstad 27. Söz’de: “Bir kere sahabenin hayaliyle, gözüyle, kalbiyle “subhâne rabbiye’l a’la” dedim, bütün kâinat benim oldu sandım. O zaman anladım ki; sahabe niye bu kadar büyüktür. Bir kere muvaffak oldum.” diyor. O zaman anladım ki sahabenin bir namazı bizim ömrümüz boyunca kıldığımız namazlardan daha çok faydalı ve bereketlidir.

Evet hac bir namazdır, Cuma bir namazdır, Bayram bir namazdır, günlük işler bir namazdır. Ama hepsinin ortası, orta namazdır. Günlük beş vakit namaz. Bu beş vakte dikkat etmediğimiz zaman, diğerlerini de kaçırırız. Yani senin belinin kemiği kırılmış olur. Senin kolun da olsa hareket etmez, bacağın da olsa hareket etmez, kafan da olsa hareket etmez. O vücudumuzun ortasını teşkil eden sırat-ı müstakimi bize yaşattıran namaz (biraz sonra bazı detaylara gireceğiz inşallah), o namazı her halükarda, bazen şeklen dahi olsa alışkanlık için kılacaksın. Diyelim ki sen; bu tefekküre muvaffak olamadın, bu tefekkür tarzında kılacak bir pozisyon bulamadın; o günde şeklen dahi olsa kılacaksın. Yok işte ben tutturamadım kılmayım, demeyeceksin. Ama çok sıkışırsanız, İslam mezheplerinin dokuzunda böyle bir fetva var ki; ikindi ve öğlen, akşam ve yatsı birleştirilebilir. Bu, namazı terk etmek değil sadece birleştiriyorsun. Hanefi mezhebinde de orta vakte getirebilirsin, vaktin uçlarına değil de orta vakte getirebilirsin. Zaten hacda herkes yapıyor; Mina’da, Müzdelife’de, herkes akşam ile yatsıyı mecburen birleştiriyor. Orada Hz. Peygamber (s.a.v.) efendimizin yaptığı açıktır yani.

Namazın aktif şekilleri var, bir de pasif şekli var. Aktif şekli; kıyamdır, dikilmedir, rüku’dur, secdedir. Birde teşehhüt var ki, o oturum halinde sen yok olmuşsun. Oturma hali, yokluğu temsil eder. Aslında sen yok olmuşsun. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) büyük bir namazı olan miraçtaki manevrayı, sen orada bir daha yaşıyorsun. Mesela 6. Şua bunu izah ediyor. (İşte sıra ile gidiyoruz ya) 6. Şua özetle iki sorunun cevabıdır. İkisi de teşehhüd ile ilgilidir. Niye miraçta olan sözler namazda okunuyor? Muhammed Hamidullah bu hadisin kaynağını veriyor. Benim ezberimde yok. Yani bu teşehhüdde Ettehiyat’da okunan dua, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Allah arasında, miraçta geçen bir sözdür. O şu ki; sen bütün görevlerini bitirdin, maddi işlerini yaptın kıyam, manevi işlerini yaptın secde, orta yolu tutturdun sırat-ı müstakim rüku, tesbihini yaptın, hamdını yaptın, tekbirini yaptın. Allah’ın Celalini, Cemalini, sonsuzluğunu, Kibriyasını bildin, hayır daha iş var. Sonunda sonsuz varlığa karşı yokluğunu hissedeceksin ve bu varlıkların ne işe yaradığının farkına varıp Allah’a takdim edeceksin. Ettehiyyatü diyorsun; bütün canlılar ve bütün canlıların kaynağı olan toprak, es-salavâtü; bütün hava küresi ve bütün ibadetler, özellikle hava küresi ve bütün ibadetler, et-tayyibatü; bütün melekler ve cinlerin duaları.

Dört kelime, dört element var; toprak, hava, su, nur (ateş diyorlar da, aslında o nurdur) Ettehiyatü toprağa bakar, el mübarekatü suya bakar, es-salevatü havaya bakar, et-tayyibatü nura bakar. Yani sen bu dört kelimenin, bu dört unsurun bütün içeriklerini, ibadetlerini Allah’a takdim ediyorsun. Üstad bir kere bunu yaşamış anlatmış, 6. Şua’da.

Bir tane daha var. Nur Âleminin Bir Anahtarı’nda bunu anlatmış. Bir de; toprak ve bütün ettehiyyat yani canlılar, mubarekat suda yaratılmış güzel bereketli canlılar, salavat havada yaratılmış güzel bereketli canlılar ve melekler, insanlar ve bunların ibadetleri, et-tayyibat da nurdan yaratılmış melekler, ruhaniler, cinler bütün bunlar ve bütün bunların ibadetlerini Üstad hem 6. Şua’da, hem Nur Âleminin Bir Anahtarında iki kere tefsir ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) nasıl bütün kâinatı böyle Allah’a takdim ediyor, gösteriyor. Hep senindir, hep sen yarattın, seni anıyorlar, hep seni tesbih, ediyorlar hepsi senin methini yad ediyorlar. O’nun miraçta dediği gibi; senin de küçük bir miracın olan namazda bunları ifa ediyorsun. Geniş izah için; Nur Âleminin Bir Anahtarını -ki Emindağ 2’de de geçiyor- veya 6. Şua’yı tavsiye edebiliriz.

Ondan sonra Allah Peygamber (s.a.v.) ile konuşuyor. Peygamber (s.a.v.) bu dört kelimedeki, bu dört unsurdaki, dört mahlukattaki bütün ibadetleri Allah’a takdim ederken; Allah da diyor ya Peygamber (s.a.v.)’e; selam sana. “Selam” nedir? “Selam” barışmak demektir. Sen öyle bir başarılı ol ki diyor; dünya ile ahireti, madde ile manayı, kadınla erkeği, işçi ile patronu, geçmiş ve geleceği ve bütün zıtları, ak ile karayı beraber barıştıracak bir rahmet Peygamberi olasın. Bir başarı Peygamberi olasın. Ondan sonra Peygamber (s.a.v.) efendimiz bencillik yapmıyor. Bütün salih kulları, peygamberleri de katıyor içine, bütün evliyayı da katıyor, bütün namaz kılanları da katıyor. İşte namaz kılarsak ve alâ ibadillahi’s-salihîn’in içine gireriz.

Sonra orada üçünçü bir sahıs var, Cebrail. Bu iki âlemi seyrettikten sonra, peygamberin bu küllî miracını, ibadetini seyrettikten sonra, Allah’ın da selamını gördükten sonra, ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur (ki namazın özüdür bu, tevhiddir) ve Muhammed(s.a.v.) Allah’ın elçisidir diyor. Muhammed’i(s.a.v.) bazıları namaza koymayalım diyor, bu şirk olur. Yahu namaz bir nurdur, bir rahmettir, bir duadır. Biz Hz. Muhammed (s.a.v.) sayesinde bunları elde ettik, onun önderliğinde elde ettik. Sen niye namazdan çıkartacaksın! Bu benim keyfime göre bir namaz değil ki; Allah’ın emrettiği yasalaştırdığı hakikattir ve Kur’an’da sabittir. Hani böyle bazıları diyor ki; namaz Kur’an’da yok. Hacc sûresi 78. ayet’te Hz. İbrahim’e diyor, namazın nasıl kılınacağını. O sûrede 36. ayette, namazın nasıl kılınacağını, orucun tutulacağını, zekatın verileceğini bildiriyor. Haccı O’na bildirdik, İbrahim’den, ümmetine sen şahit ol, diyor. Onun nasıl kıldığını sen bilirsin, diyor. Sen sahabelere şahit ol, sahabeler de ümmetine. İbrahim’den sahabelere Hz. Peygamber (s.a.v.) şahittir. Hz. Peygamber (s.a.v.) den ümmetine de, Peygamber, sahabeler şahittir. Dolayısı ile icma’ vardır namazın nasıl kılındığına dair. Biz keyfimize göre şunu çıkartalım, bunu koyalım öyle bir şey yok. Ancak mezheb farklılıkları vardır, o da hikmete binaendir.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz değişik şekillerde kılmış. Mesela Şafiiler zammı sure okumasa da namazı geçerlidir. Çünkü Şafiiler sosyal konulara pek adapte değiller. Zammı surelerde de sosyal konular Kur’an’dan okunur. Dolayısı ile atlasa da bir eksiği olmaz, tevhidini, maneviyatını yaşamış olur. Ama Hanefilerde zammı sure lazım. Hanefiler sosyal bir kitledirler.

Bir iki örnek vereceğiz sonra yine bu mezhep farkı ile ilgili konuya döneriz. Asıl olarak her şeyin bir kaymağının kaymağı olur da; bu anlattığımızın kaymağının kaymağı ve Risale-i Nur’daki namaz ile ilgili bahislerin kaymağı, 15. Şua’da. Üstad bir daha yaşamış; hem de nerede? -30 derecede Afyon hapsinde sobasız bir yerde bir namaz kılıyor ve orada 15. Şua’yı yazıyor. Ve orada işte Fatiha’nın ne demek olduğunu, kıyamın ne demek olduğunu, tekbirin ne demek olduğunu, salavatın ne demek olduğunu, teşehhüd ve tahiyyatın ne demek olduğunu uzun bir tefekkürle, hem de ispat eder. Bak; Risale-i Nur’un bir kerameti şudur; hem anlatır hem de ispat eder. İşi boşa bırakmaz. Bu, yaklaşık 200 sayfadır, bunu özetlemek bizi aşar. Kısaca ben ona değinmeye çalışacağım.

İnsan günlük işlerde biraz strese girer. Stres nedir biliyor musun? Aşırı gerilim, elektriklenme, fazla kendimizi sıkıyoruz gerilim oluyor, elektrikleniliyor. Bunun en iyi çaresi; mesela kızma anında da insan elektrikleniyor, kızan kişi kalkıp abdest alsın. Bak; namazın birinci şartı da abdesttir. “Ya! ben abdestsiz kılacağım, işte Allah’ın huzuruna gidiyorum”, olmuyor. Anahtarsız oda açılmaz. O elektriği almak için abdest şart. Sen sonra günlük işlerin daraltmasından kendini koparabiliyorsun. Koparabilirsen tabii. Bu günkü sistemde insanın kendini koparması gerçekten çok zorlaşmış.

Allah-u Ekber ile başlıyorsun. Şok tedavi. Allah’ın sonsuzluğuna direkt açılıyorsun. İşte tekbir odur. Allah-u Ekber. Bazılarına göre Fatiha’dan önce bir dua var. Şafiiler veccehtü vechiye okuyor, Hanefiler Sübhaneke okuyor. Hanefilerin duası sosyaldir, içtimaidir. Hani dedik ya, Hanifiler sosyaldir; onun için zammı sure okurlar. Şafiilerinki bireysel bir duadır. Hz. İbrahim’in bize duasıdır, Kur’an’da geçer. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ikisini de okuduğu muhtemeldir. Çünkü bazen ferdî olarak namaz kılmış, Şafiilerin duasını okumuş; bazen toplumsal olarak namaz kılmış, Hanefilerin Sübhaneke duasını okumuş. Bundan sonra Fatiha gelir. Hanefilere göre Besmele okunmaz, direkt Elhamdülillahtan başlamak lazım. Şafilere göre; Besmele okumazsan namazın olmaz. Bak; çok ince detaylar, müthiş mucizelikler. İki mezhep de mucize. Çünkü Besmele ile başlarsan; Şafii tip köylü tip ya, böyle bir anahtarla bir kapı bir menfez açmaya çalışıyor. Onun dünyası dardır zaten. Bir Besmele anahtarı ile ona bir dünya açılıyor. Hanefiler; hayır biz zaten farkındayız, bilincindeyiz direkt Elhamdülillah ile başlamamız lazım, diyor. Neden ? Çünkü kâinatın her tarafı kemâlat kokuyor, her tarafı kemâlat kaynıyor. Dolayısı ile bu kemâlatı hemen başta idrak ediyorsun. Allah-u Ekber ile başladık ya; sonsuzluğun şoku geldi sana zaten, bilincini uyardı, seni adapte etti. Direkt o sonsuzluğun içinde Kemâlat-ı İlahiye’yi bilmek için, Besmeleyi orada devre dışı bırakıyor, hemen Elhamdülilah ile başlıyor. Hamd; Allah’ın kemâlatını, nimetlerini idrak etmektir. Bak; Elhamdülillahtan sonrada Errahmanirrahim gelmiş. Besmeleden sonrada Errahmanirrahim gelmiş ve Şafiiler ikisini aynen okuyor. Çünkü kâinatın menfezini açmanın da, Kemalat-ı İlahiyeyi görmenin de şartı, yine rahmettir. Dolayısı ile, iki kere tekrar ediliyor. Yani o da güzel, o da güzel. İki güzelden birini seçiyorsun. Dolayısı ile biri yanlış biri doğru değil ki; biz mezhepleri çöpe atalım, kovalım. Bazı Vehhabilerin yaptığı gibi…

Rahmet nedir biliyor musun? Baştan beri konuştuğumuz; işte rahmet budur. Allah’ın tecelliye geçmesi, varlığa varlık katması, sistemi çalıştırması, bizim ile ilgilenmesidir. Allah’ın bizimle ilgilenmesine ihtiyacı yok, ama rahmetinden ilgileniyor. İşte; namaz, ibadet, yaratılma, kabir, cennet, cehennem, dünya, rızık, açlık, şükür hepsi rahmettir. Zaten lügate baktığın zaman es salat; Salat namaz demek. Türkçe’de es salat yani er rahme ilk lügatler de bugün ki Arapça lügatler de bunu verir. Etimolojik olarak, belkemiği demek. Salat eşittir rahmet. Rahmet; işte su rahmet, yağıyor işte, bereket feyz varlık yağıyor, nur yağıyor, bilinç yağıyor, rızk yağıyor, hep o yağıyor. Rahmet aslında yağmurun da bir ismi biliyorsunuz, yumuşaklık demek. Demek ki; namaz kılanlar yumuşaktır, terörist olmamalı. Eğer bir insan terörizmi kullanıyorsa, namazı da kılamıyor. Öyle bir hınçla namazın rahmeti bağdaşmaz.

Şimdi gittik Errahmanirrahime. O, Rahman ve Rahim’dir. Ama niye insanlar ölüyor, açlık var, kanser var, sefalet var? Allah bir kelimeyle cevap veriyor: O, kıyametin sahibidir, diriliş gününün sahibidir. Onlar orada ücretini fazlası ile alacaktır. Rahmetten kopmadıkları anlaşılacaktır, diyor. Peki bu sisteme entegre olmanın yolu nedir? Tevhid. Yani ahireti kazanmak, Allah’ı kazanmak, rahmeti kazanmak. Nedir Tevhid ? Yani biz diyeceğiz; ya Rabbi sana kulluk ediyoruz. Tevhid, budur. Eğer sen başka bir şeye kulluk ediyorsan; işte o namaz değildir, namaz kılmıyorsun demektir. Namaz eşittir Tevhid, yalnız Sana ibadet ediyoruz. Sıkışırsan ne olacak? Hani birisi sana bıçağı dayadı, sıkıştın; ya Rabbi yalnız senden yardım isteriz yine. Sıkışsan dahi fire vermeyeceksin. Peki hani dengemizi kaybetsek, bir şirke girsek çıksak, bir yalpalansak? İhdinessıratal-müstakıym. Ya Rabbi sen bize dosdoğru yolu nasip et, Sıratal-müstakîmi. Bütün espri burada. Yani namazı kazanmanın, bilincine varmanın, tevhidi yaşamanın, ahireti hakketmenin yolu. Sırata’l-müstakîm böyle E-5 yolu gibi dümdüz yol değil, dengeli yol. Üstad bunu İşaratü’l İ’caz’ın başında izah ediyor, benim fikrim değil. Hem Rumuzat-ı Semaniye’de, hem de 15. Şua’da uzun uzadıya bu ayetlerin tefsiri var.

Sırat-ı müstakim konusunu açmak gerekiyor. Nasıldır? Yani dümdüz E-5 gibi bir yol mudur? Hayır. İki ucu var, diyor. Biri mağdub; maddeci esbapperest örneğinde bazı Yahudilerde olduğu gibi (tefsirler öyle söyler). Birisi dalliyn; aşırı ruhçu, sapık, yanlış fikirleri olan. Maneviyatçı ama yanlış fikir. Yani sen sofi de olsan, mağaraya da kapansan; namazı kılmış olamazsın. Namaz bir denge sistemidir, kâinatın bilincine varmaktır, diyalektik sürecin tadına varmaktır. Öyle kuru bir zühd veya iş kaybı değil ki. Şimdi millet korkuyor; işçilerimiz namaz kılsa kaytarırlar iş kaybı olur. Halbuki aha çok iş üretir insan. Çok sıkışırsan birleştirirsin, çok acil bir iş varsa. Ama günde üç kere en asgarisi. Bu alın secdeye gitmesi lazım, o sonsuz bilince varmamız lazım. Demek ki; Sırata’l-müstakıym; “denge” demekmiş. Yani ne maddeci olacaksın ne ruhçu, ne esbapperest olacaksın ne tevekküllü, orta yol. Gerekirse esbaba başvuracaksın ama kalbinde Allah’a tevekkül edeceksin. Akide dairesinde kalbin tevhidle beraber olacak, el ve avucun ise esbaba yapışık olacak ki; ikisi denge olsun, sırat-ı müstakim olsun, namazın orta bir namaz olsun. Yoksa namazın orta bir namaz olmaz, akşama kadar ancak gebermek için namaz kılarsın.

Daha bitmedi bu iş; zammı sûreye geldi sıra. Zammı sûreyi rasgele okuyor imamlar ama farkında değiller, manayı bilmezler ya. O gün gündeminde ne varsa, onunla ilgili Kur’an’dan bir parça okuyacaksın. Zammı surenin mantığı budur. Ben en çok İnna a’tayna, Kul hüvellahü ehad sûrelerini okuyorum. Çünkü öyle iki anahtardır ki.... Hz. Peygamber (s.a.v.) diyor ya; sana bol bir bereket ve Kevser verdik. O, bütün fakirliğimi doyuruyor. Sonra sıkışıyorum, yani bazı çaresizlikler var. Kul hüvellahü ehad daki tevhid de; işte her şey Allah’tandır, her şey O’dur. O beni rahatlatıyor. Ben en çok bu iki sûreyi okuyorum; hem kısa olduğu için hem ruhuma ilaç olduğu için. Ve hadisler de çok ilginç. Zammı sûre ile ilgili 100 hadis varsa, 90’nında bu iki sûre var. Çok ilginç ben bu hadisleri sonra gördüm. Ama benim en çok okuduğum İnna a’tayna, Kul hüvellhü ehad. Hem kısa hem ezberlemesi kolay.

Sonra gidiyoruz. Allahu Ekber. Bir alem bitirdik. Bu kıyam alemiydi; kıyam alemi bitti. Rukü alemine geçiyoruz. Her alem başlı başına sonsuzdur. Rukü da ayrı bir mana yaşıyorsun. Sübhane Rabbiyel-aziym diyorsun. Kebir var birde Azim var. Kebir manen yüce, Azim maddeten. Bak diyalektik yine var. Secde de Aliy diyorsun. Rabbiyel Aliyil-ala Rukü da Rabbiyel-aziym diyorsun. Rukü biraz daha maddi, kıyama yakın ya. Yani Müslüman madde içinde Ruhu görür. Aziym içinde kebiri görmemiz lazım. Ben bir ara hatırlarım; sen bir ara spritualist akımlara meyl etmiştin, ben sana ne dedim? Taşın içinde meleği, ruhu görmezsen bu iş olmaz. Ruh çagırmakla sprütualist işlerle bu iş bitmez. İslam öyle bir mucize öyle bir açılım. Bu namaz öyle bir mucize, öyle bir açılım ki; taşın içinde sana meleği gösterir. Aziym içinde Kebir’i gösterir. Aliy i gösterir, yüceyi gösterir. Hem de Subhaneke ile gösterir. O sprütulalistler de gösterir ama Subhaneke’yi bilmiyorlar. Allah’ı kusurlu, aciz, nakıs bir şekilde tarif ederler. Subhane nin manasını bilmiyorlar.

Ondan sonra kalkıyorsun, dikiliyorsun bir daha. Dikilmede madde var, maddede hamd var. Maddeyi biz dışlamıyoruz Rukü dan sonra bir daha dikilme var. Yani o dikilmenin görevi bittikten sonra memnuniyet ifade ettikten sonra; kendi şahsi olarak secdeye kapanır. O şahsi bir meseledir. Orada istediğin kadar ruhu seyrü seyahat yap, astral seyahate çıkarsın ne yaparsan yap orada. Ama orada bir şeyi kaybetmemek lazım; ruhlarla metafizik alemle ilgilenirken Aliyül-ala yı unutmamak lazım. Allah’ın aşkınlığını, sonsuzluğunu, yüceliğinin hiçbir şeye benzemediğini unutmamak lazım. Ve katlık bir daha aynı işi yapıyoruz. Aslında namaz iki rekattır. Yani ikinci rekat birinci rekatın tekrarı. Mesela seferde sen; öğleyi iki rekat kılıyorsun. Asrı saadette daha namaz cemaat şeklinde ki haline gelmeden Hz. Peygamber (S.A.V) hep iki iki kılarmış. Özü o. O zaman nafile falan emri gelmemiş. Özü o. Şimdi ikinci rekat birinci rekatın tekrarı veya bir dublörü. Dublörü olmayan bir varlık ta yaşayamaz her şey diyalektik süreçle oluyor ya; takviye gibi iki el olmasa tek el iş görmez. Beynimizin iki lobu olmasa tek lob çalışmaz. Ama bitmedi daha. Ya sen ölürsen. Yani iki rekat sana yetmiyor. Senin ebedi yaşaman lazım. Senin bir, Kubilay’ın bir kopyasını daha yapıyoruz. Son iki rekat o ilk iki rekatın ayrı bir kopyası, ikinci rekat birinci rekatın desteği. Son iki rekat ise ilk iki rekatın kopyası. Yani her halükarda belki tutturamadın o tefekkürü, o haleti; diğer iki rekatta yapabilirsin.

Farz namazlar bu şekilde 17 rekat oluyor. 17 de alem değişiklik sembolüdür. MeselaRisale-i Nur’da 17. Söz’e bak alem değişikliği sembolüdür. 17. Lem’a ya bak Üstad alem değiştirmiş yeni Said’e dönüşmüş orada. 17. Sureye bak; miraç alem değişikliği sembolüdür. Hani sefere gidersek kasredersek o zaman nedir? O zaman namazlar 11 rekata iniyor Tevhid sembolü ya Rabbi senin Tevhidin Birliğin her şeye yeter diyorsun. 17’yi yakalamamışın ama 11 de tuturuyorsun. Yine nafilelerle vaciblerle 33 rekatta biter bu iş. Zaten teravih namazı öyle ayarlamışlar ki; tam 33 rekat ediyor vitriyle beraber, farzları ile sünnetleri ile beraber tam 33 rekat ediyor. O da bir sayıdır. Onun için tesbihat namazın bir nevi devamıdır. Bütün bunlara rağmen selam verdin. Selam nedir biliyormusun? Selam namazdaki bu ikili sistemin vurgusudur. Ey bütün varlıklar üzerinize selam olsun. Nedir selam? Barışıklık, ahenk, düzen, beraberlik, denge selam budur. Sağa da sola da ayrım yok. Sağa farzdır ahirettir, sola dünyadır o sünnettir.

Nerede kalmıştık? Tesbihata gelecektik. Bütün bunlara rağmen hasta oldun, enerjin yok oldu veya bitkin oldun, bu manaları yakalayamadın. Rahat rahat yaslan yatağına uzan tesbihatını çek. Orada yine yakalarsın. Onun için Üstad tesbihata en az namaz kadar önem veriyor. Tesbihatı farz gibi anlatmış neredeyse! aslında hiç igisi yok! tesbihat sünnettir, nafiledir. Ama biliyor Üstad; bu asırda ki insan dalgındır, enerjisi bitiktir, çaresizdir. Hiç olmazsa diyor oturarak o enerjiyi, o bilgiyi, o bilinci yakalasın. Tesbihat yolda da yapılabilir. İlla bir yere oturmak veya yönelmek şart değil. Yolda giderken, arabanı sürerken. Hatta Araplar genelde evde yapıyor. Arapların güzel bir hasleti var; nafile namazlarını evde kılarlar. Kimse demesin işte filankes ne kadar çok namaz kılıyor.

Şirk çok önemli bu namaz konusunda. Yani nasıl vesvesede akla kara kardeştir, vesvesede kutsal değere yönelirken çirkin bir pis hayal hatırına geliyor. Bu namaz da şirk ve tevhid at oynatır. Her an insan dikkat etmesi lazım. Ya Rabbi yalnız sana kulluk ediyoruz yalnız senden yardım diliyoruz. Bu işin ruhu. Diyelim ki sen esir düştün, namaz kılamıyorsun veya Rusya’ya gittin orada 6 ay gündüz altı ay gece. Üstad onada işaret ediyior. yirmidördünncü sözde. Orada 24 saati böleceksin. Esirsin sana kıldılmazlar, bilselerki namaz kılıyorsun öldürecekler göz işaretinle kılarsın, teemmümle kılarsın. Hatta Şafii mezhebine göre Subhanallah velhamdülillah …… desen böyle esarette namaz kılamayacağın yende dört kere söylesen dört rekat yerine geçiyor. Ne demek? Çünkü o söz başlı başına bir mucize. Hz. Zeynep anamız bir ara çok namaz kıldı, yoruluyordu. Hz. Peygamber (S.A.V) hayır dedi yorulacak kadar namaz kılman gerekmez. Günde bundan bir kere söyle bir gün namaz kılmış gibi sevap kazanırsın. Subhanallah diyorsun bak; namazın özeti bu kelimelerde. Allah sonsuz kutsaldır. Elhamdülillah bütün nimetler onundur. E hani bazı kötülükler iyilikler oluyor? O aşkındır. O aşkınlık sisteminde, sonsuzluk sistemine entegre oluyor. Acaba rakibi, düşmanı, zıddı varmı? Hayır. La İlahe İllallah. Allahü Ekber var; onu okuduk.

Biz neyiz? Yani bu kadar; bunlar hep Allah’sa biz neyiz? La havle vela kuvvete illabillah ız biz. Yani bizdeki güç ve enrji havl negatif enerji, kuvvet te pozif enerji. Bizde gerek pozitif enerji olsun gerek negatif enerji olsun ancak Aliy-ül-ala olan, aşkın ve sonuz olan O Allah’tan gelirse vardır. O bize verdiği için vardır. İşte bunu yaşarsan bir namaz kılmış gibi sevap alırsın. Doldu vaktimiz. Cenabı Hak hepimize Miraç manasında namazı nasip etsin. Bizi Risale-i Nur’a hakiki talebe yapsın. Amin. El-fatiha..

Hiç yorum yok: