16 Ocak 2008 Çarşamba

Hakikat ve Vahiy

Hakikat ile vahiy denk terimler değildir.Zira Hakikat tüm formların ötesinde iken Vahiy formel düzene aittir.Form demek çeşitlilik demek ve kesret demektir;formun var olabilmesi için de ifade,farklılaşma ve sınırlama gerekir.Bu yüzden form kazanan bir şeyde çokluk,tekrar ve sayı vardır;İlahi İmkanın sonsuzluğundan neşet eden formel ilke bu tekrara çeşitlilik getirir. Din birdir fakat şeriatler ayrı ayrıdır..Vahiyler birbirleriyle çelişmezler;çünkü onlar farklı beşeri topluluklara gönderilmişlerdir;ve Allah da hiçbir zaman birbirinden farklı iki beşeri topluluğa aynı mesajı göndermemiştir..
Vahiylerin şu ya da bu şekilde birbirini dışlamasının nedeni Allah’ın konuşurken Kendisini mutlak bir tarzda ifade etmesidir;fakat bu mutlaklık forma değil,evrensel içeriğe aittir;mutlaklık,forma sadece izafi ve sembolik olarak izafe edilir,çünkü form,içeriğin ve bu içeriğe muhatap olan insanlığın bir sembolüdür.Allah bir ilim adamı gibi vahiyleri dışarıdan karşılaştırmaz;O,Kendini her Vahyin merkezinde tutar.Vahiy mutlak bir dil kullanır,çünkü Allah mutlaktır,form değil;başka bir deyimle,Vahyin mutlaklığı kendi içinde mutlak,form açısından ise izafidir.
Yeryüzünde birbirinden farklı ırklar bulunmaktadır;bu farklılıklar geçerlidir,çünkü ne “yanlış” ne de “doğru” ırk var demek mümkündür.Aynı şekilde farklı dillerin de varlığını müşahede ediyoruz ve kimse onların meşruiyetini tartışmamaktadır;aynı şey bilimler ve sanatlar için de geçerlidir.Bu çeşitliliğin din düzeyinde var olmaması düşünülemez;yani farklı beşeri toplulukların farklı ilahi mesajlara-form açısından,içerik açısından değil-muhatap olmaması şaşırtıcı olurdu.Fakat nasıl insan belli bir ırk çerçevesinde Beyaz yahut Sarı olarak değil de insan olarak görülüyorsa ve her dil kendi çerçevesi içerisinde diller arasında bir dil olarak değil de “dil” olarak kabul ediliyorsa,tıpkı bunun gibi her din kendi düzeyinde hiçbir mukayese-ki bunun hasıl edilecek gaye için hiçbir manası yoktur- yer vermeyecek şekilde “din” olarak algılanır;yani din demek tek din demektir;daha açık bir ifadeyle bir dini yaşamak bütün dinleri yaşamak demektir.
Hz.İsa somut bir vahiydir.Ve bütün vahiyler sadece ve sadece Allah tarafından geliyor;onlarda hiçbir beşeri,insani karışıklık ve nefsani boyut yoktur..Hz.İsa’nın Allah’ın oğlu olması bu yönüyledir..yani bir teşbihtir bu.İncilde geçen ifadeler yanlış anlaşıldığı için Hıristiyanlardan bir kısmı(hepsi değil) inançlarında Allah’a şirk koşmuşlardır..Müslümanlardan bir kısmı ise yine meseleyi yanlış anladıkları için İncil ve Tevrat için tahrip manasında tahrif olmuş demişlerdir..
Kuran eski vahiyleri korumak ve kollamak üzere gelmiştir.Kuran’da belki 20 yerde bu hakikat ifade ediliyor.Kur’an’ın hiçbir yerinde İncil ve Tevrat muharreftir denilmediği halde bir kısım Müslümanlar dinsel milliyetçi duygularla daima o kitapları kötülemişlerdir.
Maide Suresi:
47- İncil ehli de Allah'ın ona indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
48- Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab (Kur'ân)ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir..Ayetleri lütfen dikkatlice okuyun..Biz her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik diyor..ve 47.ayet çok açık bir şekilde İncil ehline kendi şeraitlerini uygulamalarına dair müsaade veriyor..
Aynen bir kısım Hıristiyan ve Yahudi gibi Müslümanlar da Kuran’ı tahrif etmişlerdir..Tahrif; saptırma demektir.tahrif ile tahribi(metin üstünde oynama) birbirine karıştırmamak lazım.Bütün semavi kitaplar saptırılmış olabilir ama metinleri üzerinde asla oynama olmamıştır.Eğer gerçek manaları bilinse bu hakikat net olarak görülür.Mesela:İncilin temel prensiplerinden biri şudur:”Adem suçlu idi.İsa gelinceye kendini feda edinceye kadar insanlık o suç içinde kıvrandı...”deniliyor.Bu da zahiren bilime,tarihe,evrensel ilahi adalete ters düşüyor.Cevap olarak şunu söyleyebiliriz.:
Adem,insanlık özellikle dinlerden önceki ilkel,iptidai dönem insanlığı demektir..İşte Adem(insanlık) Nuh ile evrensel vahyi almadan önce çok eksikti.Ve en son olarak da İncil dönemi ile ancak gereken gelişmeyi gösterebildi…Ve her bir şahıs olarak hepimiz de adem olarak eksiğiz,nakısız,kusurluyuz,yarı hayvanız;İsa ile,din ve vahiy ile,kelam-ı ilahi ile kusurlarımız gideriliyor,mükemmelleşiyoruz;bir nevi melek oluyoruz.Fakat İsa’nın kendini feda etmesiyle yani saf vahyin devletleşmesi,kurumsallaşması,kiliseleşmesinden sonra…Fakat kilise gelenekleşti,saf vahyi unuttu,hakikat de kayboldu,insanlık bir daha suçlu adem haline geri döndü.(NOT: BAKARA Suresi: 213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir…bu ayetin ifade ettiğine göre başlangıçta peygamberlik yoktu..daha sonra insanların ihtilafa düşmeleri üzerine peygamber gönderilmiştir..Zaten başka ayetlerde de peygamberlik silsilesi Hz.Nuh ile başlatılıyor..Ademin peygamber olması,vahiy alması,Allah ile konuşması ifade eder ki;insanlık,mahlukat arasında eşref-i mahlukattır ve peygamberliğe mazhardır..farklı bir mevzu olduğu için bu kısmı uzun tutmuyorum)
Daha sonra devam etmek dileğiyle deyip sözü uzatmadan şimdilik kesiyorum..ancak Aşağıya aktaracağım ayetleri dikkatlice okuyun..Zira Kuran’da hiçbir yerde Tevrat ve İncil muharreftir,onlarla amel edilmez diye bir ayet yoktur.Bilakis 20 yerde Kuran o kitapları onaylıyor,onlarla amel edilmesini tavsiye ediyor..
MAİDE Suresi:
45- Biz Tevrat'ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendi günahlarına keffaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
46- O peygamberlerin ardından, yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryemoğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur olan, kendinden önceki Tevrat'ı tasdik eden ve Allah'dan korkanlar için bir hidayet rehberi ve bir öğüt olan İncil'i verdik.
47- İncil ehli de Allah'ın ona indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
48- Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab (Kur'ân)ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, herbiriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.
68- De ki: "Ey kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz. Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Şu halde kâfir olan bir toplum için üzülme!
69- Muhakkak ki inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
ENBİYA Suresi:
48- Yemin olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran kitabı, takva sahibleri için bir ışık ve öğüt olarak verdik.
49- Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler.
50- İşte bu (Kur'ân) da indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
BAKARA Suresi 120’de kınanan Yahudi ve Hıristiyanların davranışları ise din manasında değildir,Tevrat ve İncilden ayrı olarak oluşturdukları gelenek ve milliyetleridir.Zaten bu ayette din değil de millet kelimesi seçilmiş.( 120- Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.)
Maide 51 de “51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” Ayeti de dindar Müslümanlara karşı müşriklerle işbirliği yapan gruplar içindir;onların dinlerinden dolayı değildir.Çünkü bizzat Hz.Muhammed(S.A.V.)’in çok Hıristiyan dostları vardı.
Hac 78’de de anlatıldığı gibi;bizzat İslam dini de pratiklerde Hanif dininin devamıdır.İslam’da bölücülük yoktur ve olmamalı!
Maalesef dindarlar,dinlerinin asıl özü olan evrensel barış,kardeşlik,şefkat ve fedakarlık ve feragati bilmediklerinden,dinsizlere karşı mücadele edecekleri yerde,kuvvetlerini dahilde israf ediyorlar ve şeytan da bu durumdan karlı çıkıyor..
Allah bir,din bir,dünya bir,Adem(insan) bir,doğru yol bir…Daha bölücülük neyimize!

Hiç yorum yok: