16 Ocak 2008 Çarşamba

DUA NEDİR VE NE ZAMAN KABUL EDİLİR

DUA NEDİR VE NE ZAMAN KABUL EDİLİR

Dua, Türkçede çağrı demektir. Kısacası bir işin, bir nesnenin olması için söylenilen söz veya girişilen iş demektir.

Demek genelleme yapsak, varlıkta olan bütün sesler ve bütün işler bir nevi duadır.

Mantık ilminde dua, eğer büyükten küçüğe ise ona emir denilir. Eğer küçükten büyüğe ise ona rica ( umut ) denilir. Eğer eşit kişiler arasında ise ona iltimas denilir.

İşte bu üç gerçekten dolayı, B. Said Nursî, “ Varlık ve bütün kâinat, bütün olaylar, dergâh-ı İlahîye yapılan bir dua, bir rica, bir yakarıştır ” diyor.

Dergâh-ı İlahî diyor. Çünkü bir şeyin sürekli olması ve daimî vücutta kalması, ancak sonsuzluk ve ebedilik hakikatleri ile olabilir. Yani sisteme entegre olmakla olur. Dergâh-ı İlahî burada, sonsuzluk ve tevhid demektir.

Fizik ilminde ise dua, bütün atomların haberleşerek dengeli davranmaları ve o sayede var olabilmeleri ve gelişmeleri demektir. Biyolojide de, canlıların ekolojik sisteme uyum göstermeleri ve gelişmeleri demektir. Yaklaşık 10 bin senedir, Kuzey Kutbu’nda değişmeyen türler, genel sıcaklık 1 derece arttı diye, son 10 sene içinde evrimleşip, uyum göstermişler, yani yeni duaları kabul edilmiştir.

Duanın kabulü için şu iki şart çok önemlidir:

1) Dua edilen iş, kâinatın diyalektik ve çift kutuplu yapısına uygun olmalı! Yani varlık yasalarına aykırı olmamalı… Bilindiği gibi, varlık geçmiş ve geleceğe şâmildir. Varlığın bir boyutu ( yer, görünen âlem ) ile ifade edilir; diğer boyutu semavât ( geçmiş ve gelecek yani gayb âlemi ) ile ifade edilir… İşte dua, eğer bu dengelere aykırı ise kabul edilmediği gibi, günah bile olabilir.

2) Kâinatın bu ikili yapısı, Celal ve Cemal tecellisi olarak maddî-manevî her şeyin temelidir. Ve başta insan olmak üzere varlıklardan istenilen, onların bu ikili yapıyı çarpıştırıp, veya birleştirip varlığı mükemmelliklere, zirvelere doğru çıkarmasıdır. Zirve ve kemalât demek, duaların kabul edilmesi demektir.

Ve tarihte, bütün zıtları tevhid potası içinde, en iyi şekilde birleştiren, onları en zirve halinde yaşayan Hz. Muhammed’dir. Zaten İslam kelimesi de, bu zıtları Tevhid içinde barıştırıp kâinatı geliştirmek, varlık âleminde ferd-i ferîd olmaktır. İşte bu espri için, Hz. Muhammed’e rahmet denilmiştir. Ve rahmet manasına gelen salavât, çokça teşvik edilmiştir.

Maalesef kavram ve değerlerimizin çoğunun gerçek manasını bilmiyoruz. Mesela, kim Kur’ana dikkat ile baksa rahmetin, hayalî kuru bir esinti manasına değil de, net olarak maddî ve manevî başarı, ve manevî güçlerin somutlaşması ve nimet olması manasına geldiğini görür.

Demek kim başarı ve dualarının kabulünü istiyorsa, Hz. Muhammed gibi; dengeli ve kuşatıcı bir konuma gelip, Ona benzer yaşamalı.

İşte bu büyük ve sonsuz gerçeği ifade için Taberânî’de şöyle bir hadis geçmektedir: “ Dualar yer ile gök ( şehâdet ile gayb ) âlemleri arasında asılı kalır. Nihayet kul Hz. Muhammed’e salavât getirince, o dualar kabul olur. ”

Yani kişi Hz. Muhammed gibi dengeli olunca ve onun gibi o manevî isteklerini somut olarak yerine getirince ve o büyük hakikate salavât getirmekle sonsuz sisteme entegre olunca duası kabul olur. Yani gerçekleşir. Öbür şekilde ise; dua sadece manevî bir ibadet olarak asılı kalır, yani gerçekleşmese de dua eden kişiye manevî sevabı olur.

Bir gün bir arkadaşım, üzgün bir halde hiç isteklerim gerçekleşmiyor, dedi. Ben de, sen işlerin ve olayların varlığı ve yokluğunu iç dünyanda hiç eşitlemediğin için, yani dengeyi bulamadığın için, duaların gerçekleşmiyor, dedim.

Çünkü sağlık, varlık, sonsuzluğu algılama ve yaşama, ancak insanın maddî ve manevî dünyasını dengelemesi ile olur. İnsan dengeyi yakaladığında bedenindeki bütün yetenekler saat gibi çalışmaya başlar. İşler gerçekleşir. Yani dualar kabul olur.

Evet, insanlık 2500 senedir, sağlığın, var olabilmenin, güzelliğin, siyasetin, devletin aslı ve temeli denge ve adalet olduğunu biliyor… Şimdiye kadar tecrübelerle bunu biliyordu. Fakat bilgisayar teknolojisi ve sibernetik sistem bilindikten sonra artık, bu gerçek bilimsel ve ontolojik olarak biliniyor.

Evet, lütuf ile kahrı, Cennet ile Cehennemi, önemli isteklerinin gerçekleşmesi ile gerçekleşmemesini iç dünyasında eşit görebilen ve ona göre yaşayabilen bir insan, her işi yapabilir, her şeyi öğrenebilir. O ısrar etmeden de duaları gerçekleşir.

Fakat kulun, insanın Allah’a emreder gibi yaptığı dualar, ne gerçekleşir, ne de sevabı olur.

Varlıkta en genel ve yoğun bilinç ve güç, doğada olduğundan doğal dualar, büyük bir çoğunlukla kabul edilir. Yani gerçekleşirler. Sözler ise bir miktar doğal, bir miktar yapay olduklarından, sözlü dualar, daha az kabul görür. Ayrıca sözlü duaların içine hevâ ve hevesler de karışırsa, hiç kabul görmez. Çünkü doğal yapı çok yoğun, samimî ve gerçekçidir.

Bu asırda başarı isteyen, edebiyatı, bilimi, yazılım kültürünü, sosyal veya psikolojik akımları önemli tutsun, insanlığa lider olsun, duaları, rica yerine emir haline gelsin. İnsan türünün varlıkların reisi olduğunu göstersin.

Mesela komünizm sistemi, materyalizmi dengesiz olarak savunmasaydı, Hegel gibi dengeli ve doğal diyalektiği çalıştırmış olsaydı, bu gün yeryüzünde bir cennet değil de, sonsuz cennetler var olurdu.

Son duam, varlığı absürt ve anlamsız görmeyin, duasız kalmayın. Er geç bir gün size cevap verilecektir.

16. 07. 2007
Bahaeddin SAĞLAM

Hiç yorum yok: