16 Ocak 2008 Çarşamba

EBEDİ BİLİNÇ

EBEDİ BİLİNÇ


Bismillahirrahmanirrahim
Bugünkü konumuzun üst başlığı ebedi bilinç. Fakat bilinci herkes farklı anlıyor. Biz biraz bilinç üzerinde duracağız. Bilinç nedir, işlevi nasıldır, mahiyeti nedir? Bu vesileyle Kur’an’ın iki üç sûresinin ana konusu anlaşılmış olacaktır. Kehf suresi, Meryem suresi bir de Taha suresi. Zaten bu programlardan daima amacımız Kur’an’ın bir mucizeliğini görmek göstermektir. Yoksa ilimcilik yapmak insanlara ekstra bir şey anlatmak bize düşmez. Ama ben kendimi Kur’an’a karşı borçlu hissediyorum. Her sohbette, her programda daima, Kur’an’ın bir suresininin, bir ayetininin veya birkaç ayetinin mucizeliğini gösterip yaşamak. Bu çok önemli. Bu mucizelik sayesinde hakiki bir varlık, ebedî bir varlık var çünkü. Gerçi bugünkü konumuz bilinç olunca, bilinç de hakiki bir varlıktır, ebedî bir varlıktır. Bir de küçük bilinç büyük bilinç farkını öğreneceğiz inşaallah. Hemen hatırlatayım ki biz daha önce ilimle ilgili, ilmin gerçeği ile ilgili 4 program 4 cd çıkardık. İlmin gerçeği 1-2, İlmin Gerçeği 3-4. Bu konunun o konularla alakası var. Kısaca değineceğiz oradaki bilgilere.
Meseleye girmeden şunu da hatırlayalım. Yokluk kavramı yok. Bunu Kur’an’da görüyoruz. Kur’an’da yokluk kelimesi geçmiyor. Dolayısıyla yokluk nedir, böyle bir kavram nerden doğdu derseniz; bizim daracık bilincimiz kendi içine kapandığı için etrafı yok sanıyor. Sanrıdır yani, gerçekte değilidir yokluk. İçine kapanınca dışarısı yok hissediliyor. Dışarı açıldığı zaman bakıyor ki her yer varlık, her yer aydınlık, her yer nur. Ama içe kapanık olunca dışarısı sanrı ve gerçek olarak yokluk oluyor. Yokluk gerçek varlıkta yok. Kur’an’da öyle bir kelime geçmiyor. Yaş-kuru içinde olan Kur’an-ı Kerim’de yokluğun geçmemesi çok önemli. Fakat zıtlıklar var. Yani yokluk yok derken zıtlıkları unutmayalım. Zıtlıklar, bir nevi her zıt öbür zıttın bir açıdan yokudur. Yani negatif, pozitifin yokluğudur. Orada ince bir ayar var. Onu unutmayalım. Ama reel bazda, bizim kavram olarak bildiğimiz yokluk yok çünkü negatif de bir varlık pozitif de bir varlık. Karanlık da bir varlık, aydınlık da bir varlık. Kadın da bir varlık, erkek de bir varlık. Hatta bu zıtlıklar gerçek manada birbirlerini tamamladıkları için mükemmel varlık ortaya çıkıyor. Yokluk hepten kayboluyor. Mesela Jung. Bu konuya girerken Jung’a mutlaka temas etmemiz lazım. Çünkü Jung bu bilinç üzerine çok derinlemesine araştırmalar yapmış, ve gerçekten bu asrı aydınlatacak çok bilgiler içeriyor Jung’un çalışmaları. Jung’un çalışmaları içinde en tipik şeylerden bir tanesi her erkeğin kendi zıddını içinde taşıması. Yani her erkek bir açıdan kadındır. Her kadın bir açıdan erkektir. Anima ve animus kavramı. Belki çoğunuz işitmişsiniz. Şimdi aslında ailede insanlar genelde hep iyi niyetli, kural sever, namus sever. Ama bazı kadın ve erkeğin uyuşmaması şeydendir. Kadın da erkeğimsi çıktığı zaman erkek de erkeğimsi kalınca kavga oluyor. Kadın negatif olmalı yani anima olmalı, animus olmamalı. Ki erkeği tamamlasın. O kavgaların sebebi odur. Yoksa kimse kötü değil. Kavga eden eşlerde gene yüzde doksan dokuzu iyidir. Fakat uyuşma olmayınca kavga konusu çıkıyor. Yani bir şeyi, ben lafı şuraya getirmek istiyorum. Bir şeyin negatifi onun hakiki varlığıdır. Dolayısıyla negatif kavram olarak yokluk gibi gözükse de gerçek yokluk yoktur. Negatif bir varlıktır ve pozitifi tamamlayan hatta pozitifi pozitif yapan varlık kadar bir faktördür. Onun için literatürümüzden şeyi silelim. Yokluk kavramını siliyoruz. E ne var, negatif var pozitif var. Kadın var erkek var. Bunlar ne işe yarıyor. Birbirini tamamlıyor. Dolayısıyla eksik bir durum yok. Sıfır altı soğukluk yok, o soğukluk donukluktur. Yani aslında orada enerji var. Yani diyebilirsiniz ki uzayda bir yerlerde eksi beş yüz eksi bin derece onlarda da yokluk yok. O uzayda da yokluk yok. Enerjinin yoğunlaşmış hali vardır. Eksi dediğimiz hadise odur. Müthiş bir enerji var uzayda da. Müthiş işlemler var, müthiş varlıklar var. Ama donuk olduğu için biz onu şeyle ifade ediyoruz, eksiyle. Aslında yokluk değildir. Eksi yokluk değildir. Hatta hatta ubudiyette insanın eksikliği daha çok varlığa dönüşür. Sen kendi bilincini biz biraz sonra oraya döneceğiz, kendi daracık içine kapanmış küçük şekil şekilsel bir inceliği yok ettikçe sonsuz bir varlığa ebedî bir varlığa kavuşuruz ki bugün de konumuz zaten odur.
Dün Mustafa Merter vardı. Lozan’da okumuş, Amerika’da master yapmış. İyi bir psikiyatr, iyi bir bilim adamı ve müslümanlığı da bir mucize olarak çok iyi benimsemiş. Avrupadaki çirkinlikleri görünce mecburen İslam’a sığınmış. Asil bir aileden. Merter semtinin sahibinin oğlu diyelim yani o kadar zenginler ailece. Bu Merter soyadı oradan geliyor. Babası bütün Merter bölgesinin sahibiymiş. Babası mı dedesi mi. Yani Türkiye için iyi bir şanstır. Dün bize şeyi anlattı. Beyin içinde bilinç nasıl çalışıyor. Fakat eksik kaldı. Bir iki nokta eksik kaldı. Mesela sibernetiği izah etmedi. İşte onlara göre beynin bir lobu, bir bölgesi farkındalığı sağlıyor, bir bölgesi bilgi işlemi sağlıyor. Bir bölgesi hafıza, bir bölgesi vesvese komplo bir bölgesi şu bu falan, alt duygular, üst duygular hepsi birbirini çalıştırıyor. Şeyi eksik kaldı. Yani verdiği bilgiler hepsi doğruydu. Şimdi Cenab-ı Hakk’ın öyle bir tamamlayıcı bir sistemi var ki buna değinmedi. Mesela hafıza kaybolduğu zaman diğer bölgelerdeki hafıza fonksiyonu devreye giriyor, ona değinmedi. Yani kâinatta değişik âlemler var. Fakat her âlem bütün âlemi içine alabiliyor. Her insan başlı başına bir âlemdir. Diyelim ki farkındalık şeyimiz bozulduğu zaman beynin öbür loblarında o farkındalık konusu devreye giriyor bu sefer. Hatta algılamayı. İşte bir bölge, işte farkındalık bir bir bilinçtir dedik ama biz görüyoruz ki farkındalık bütün organların, bütün bölümlerin bütün iletişimlerinin toplamının neticesidir. Gerçek tevhid bize bunu gösteriyor. Yani bir noktadan, mesela güneşte enerji çok yüksek o bir enerji merkezi. Ama kim demiş uzayda enerji yok. Bir atomu reaktif duruma getirdiğin zaman işte atom bombası oluyor. Bak orada da ne kadar enerji var. Dolayısıyla beynimiz de öyle çalışıyor. Hem sibernetik etkileşim sisteminde çalışıyor. Belli bölümler belli merkezler olmakla beraber bilinç hepsinin toplamının neticesidir. Bunlardan bir tanesi eksik olduğu zaman zaten işte biz bilinçsiz oluyoruz. Yani bu ön bilgiyi bir anında verelim ki mesela biraz izah edildikçe anlaşılsın. Bir de şeyi eksik bıraktı. Ben onu uyardım. Bilinç felsefesi lazım. Bak bilinç ayrı bir mekanizma bir de bilincin felsefesi ayrı bir mekanizma. Yani bu nedir, bu yansıma. Yani kulağımızdan, gözümüzden bilgi giriyor, değerlendiriliyor. Nedir bu işlemin ruhu nedir, yapısı nedir? Esprisi nedir? Aslında bütün kâinat insan sanıyor ki sadece kendisi görüyor., sadece kendisi işitiyor. Öyle değil. Bütün kâinat bütün şekil almış nesneleriyle herbirisinde insandaki bütün duygular az veya çok bazen daha az ya da daha çok, algı merkezleri vardır. Dolayısıyla kâinatta herşey herşeyi görüyor. Hatta atomlara kadar, kendisi de buna değindi, elektronlara kadar. Kâinatta herşey herşeyden haberdar. Herşey herşeyi görüyor. Herşey herşeyi işitiyor. Bu görme, işitme, algılama nedir? Varlığa varlık katmaktır. Yaratmadır işte. Yaratma budur. Aslında sonsuz bir varlık var, boşluk yok, yokluk yok. E nasıl yaratılıyor? Bu sonsuz varlıklar şekil alıyor. Bu şekiller algılanıyor birbiri tarafından. İşte kâinattaki kâinat dediğimiz galaksiler, yıldızlar, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış, insan, evlilik, kavga, ölüm, gürültü, savaş bütün bunlar bu mekanizma, herşeyin herşeyi algılaması, herşeyin herşeyden bilinç alışverişidir. Bu bilinç alışverişini biraz da elektronik olarak izah edersek; mesela, ben bu şişeyi bildiğim zaman bu bir varlıktır. Bak bilgim bir varlıktır. Ve şişenin şekli, kalıbı maddidir geçicidir. Bir şekildir, fanidir, yokluğa yakındır. Ama şişenin bilgisi, bu bilgi kısmı, bilinç kısmı ebedîdir. E bizim içimizde bilinç diye bir nesne var. Bahaeddin diyoruz, Ali diyoruz, Ayşe diyoruz, Mehmet diyoruz. Bu bilinç bir ruhtur. Bir kişiliktir. Bir yazılımdır ve ilimdir aslı, ölümsüzdür. Beden şekildir, şekil ölümlü. O bilinç de bir nevi şekil almış bir format olduğu için ahirette sonsuz bilince karışıyor ebedi varlığı hak ediyor. Yani kaybolmuyor. Bilim laybolmuyor. Bir şey bilgi bazında varsa o artık ebedidir, ezlidir, ölümsüzdür yok olmaz. Bizim de asıl varlığımız beyin değil, kulak değil, göz değil, beden değil, kemikler değil. Nedir? O ruhumuzun bedenimizin tümünde oluşan formatlanan bir yazılımdır. O bir bilinç etkileşimler yani mesela insandaki bilgi işleme hemen arada değinelim insan vücudundaki bir saniyede olan bilgi işlen hacmi bütün kâinattaki atomlardan daha fazla, o kadar yoğun bir bilgi var. İşte biz o bilgiyiz, o yazılımız. Ve bu yazılım olarak eğer bir şey varsa artık ölümsüzdür. Bugün işte dersimizin konusu da budur. Bu yazılımı gerçek bazda nasıl elde ederiz, nasıl yaşarız, Kur’an bu konuda bize ne diyor.
Soru: Herşey zikrediyor, siz ona zikirlerini bilemezsiniz
Hadise şudur. Allah’ın isimleri bir nesneye şekil verdiği zaman bir isim tecelli eder 99 isim tecelli etmez değil. 99 hatta 4444’ü beraber tecelli ediyor. Dolayısıyla bir atomda da bütün görme, işitme etkileşim bilgi alışverişi olduğu gibi insanda da var, yıldızda da var. Hani burçlarla ilgili, belki bir çoğunuz biliyorsunuz, işte ben falan günde doğdum. Ne demek falan gün? Benim o günkü doğuşumu etkileyen yıldız alışverişi var demek. Yıldızlar arası bilinç alışverişi var demek. Bunun Türkçesi budur. Dolayısıyla Peygamber efendimiz herşeyi canlı görmüş, eline taşları almış bak işittirmiş onların zikirlerini. Sahabelere işittirmiş bak demiş tesbih ediyorlar. Bu yansıma gerçek varlıktır. Şekil almış datalar gerçek varlık değildir. Yani bilgisayardaki 0 1 noktaları, tuşlar, ekran, harddisk şu bu gerçek varlık değil. Ekran da yıkılabilir, o datalar da silinebilir, ekran da kırılabilir, harddisk de bozulabilir. Fakat orada bir bir yazılım var, bir program var ki, diyelim ki işte Windows 2005. Bir cd bir milyar dolara alamazsın. Öyledir, ilk cd yi bir milyar dolara alamazsın. Gerçek ilim içinde saklı çünkü. Biz de öyle bir formatız. Allah hani kaybolmasın diye bir şeyden çok şeyler üretiyor. Dolayısıyla ebedilik esastır. Sonsuzluk esastır. Ölüm yoktur, ölüm sadece bir bilinç halinin değişikliğidir. Yani sizin evde bilinciniz farklıdır, camide bilinciniz farklıdır, uyurken bilinciniz farklıdır, namaz kılarken bilinciniz farklıdır. İş başındayken bilinciniz farklıdır. Hep bilinç içinde yüzüyoruz ama bilinç halleri farklı oluyor. Aradaki değişiklik sadece renklerde değişiklik. Bilinç konusunda hep aynı hep varız. Bu yansıma ile ilgili bir ontolojik yani felsefî izah getirirsek; şöyle kalem büyüklüğünde lazer aynaları var. İki ucunda bir burda bir burda bu iki ayna arasında bir lazer ışını verdiğin zaman bu aynadan buraya bundan buraya bundan buraya artık saniyenin kaç binde biri o kadar hızlı hareket ediyor ki, o ışık yansımayla gittikçe çoğalıyor. Bak Allah’ın işi nedir. Hem tecelli etmektir. Tecelli nedir? Varlığa varlık katmaktır. Öyle bir duruma gelir ki buradaki ışığın kuvveti Boğaz Köprüsünü yıkabilir. Minnacık bir ışık yansımayla çoğaltıldı. İşte Allah’ın kâinattaki işi hep budur. Ne yapıyor Allah? Zaten varlık sonsuz. Bu varlıkların sonsuzluğunu ikinci bazda çoğaltmak istiyor. Tecelli bazında. Tecelli nedir? Belli enerji alanlarına şekil vermek. Şekil nedir? Bir şeklin öbür şekilde algılanmasıdır. Algı çok önemlidir. Mesela zeka nedir? Algıdır. İşte falanca kişi çok zekidir. Ne demek? Yani işte böyle her şeyin özünü içini emecek şekilde algılıyor. Matematiğin bütün ihtimallerini biliyor. Bak gerçek varlık bunlardır. Gerçek varlık bilgidir. Yani para biraz sonra oraya da değineceğiz, mal nedir? Para nedir? Sayısallık nedir? O konuda Kehf suresi bizi çok mükemmel bir şekilde aydınlatıyor. Kelimeler bazında onlara değineceğiz inşaallah. Kısaca bak şöyle izah edeyim. Başlığımız Ebedi Bilinç. E biz niye ebedi değiliz? Biz çünkü içimize kapalıyız. Din ne yapıyor? Bu içe kapanık bilinci açıp sonsuz bilinçle birleştiriyor, entegre ediyor, ölüm ve yokluğu kaldırıyor dünyamızdan. Burada dikkat etmemiz gereken bilgi bazında şeyler var. Yansımanın gittikçe işi çoğalttığını, varlığı sonsuz yaptığını, minnacık bir enerjiyi dünyalar, kâinatlar kadar büyüttüğünü bilelim, bir. İkincisi, yokluk yoktur. Sadece zıtlar vardır. Zıtlar varlıktır, birbirinin yokluğu değil. Her zıd öbürünün başka bir şekilde varlığıdır. Yokluğu değildir. Yokluk yok çünkü. Üçüncü bilmemiz gereken değinmediğim bir nokta şu; bütün bu şekiller, bu atomlar, bu elektronların varlığı ne zaman var olur. Eğer bu bilgi alışverişinde iletişimde denge varsa. Ha bilgisayarımız heryerde sıfır bir sistemiyle çalışıyorsa denge vardır. Ve bilgisayarımızda yazılım vardır. Ve biz varız. Yok değiliz ebediyiz, ezeliyiz. Şey olarak ebediyet manasında. Tanrı manasında kullanmıyorum, yanlış anlaşılmasın. Bilgisayarımız eğer sıfır bir sistemiyele çalışmıyorsa denge yoktur. Neticede bir buzdolabınız yoktur, hani bir reklam var ya; o çok önemli. Denge esastır. Yani varlık, galaksilerin vardır, yıldızlar vardır, güneş sistemi senindir ama dengen yoksa demekki bir buzdolabınız yoktur neticesi çıkıyor, denge lazım. Varlığın aslı dengedir. Zaten varlık vardır. Ne oluyor, bizim bildiğimiz manada bir varlık ortaya çıkıyor. O sonsuz varlık kabarcıklar tarzında, çiçekler tarzında, ağaçlar tarzında, yıldızlar tarzında şekil alıyor. Bu şekiller ne zaman yani şekil bazında var olur. Eğer bütün bu şekiller arasında sıfır bir sistemiyle bilgisayar teknelojisiyle ifade ettiğimiz sibernetik yapı, denge varsa vardır.
Soru: Hocam orada dengeden kasıt sayısal haberleşme protokolü yani karşılıklı o haberleşmeyi sağlamak ........
Yani denge şudur: Her elektron öbür elektronla bilgi alışverişi yapıyor diyor ki; bak ben adımımı şöyle atacağım sen de şöyle at ki düzen bozulmasın.
Soru: Aynı protokolde mi?
Evet aynı protokol, aynı bilgi, bilgileri bir. Dolayısıyla atom tarzında, proton tarzında, elektron tarzında varlık yavaş yavaş şekil alır. Sonra molekül tarzında şekil alır. Sonra hücre tarzında, sonra bahar tarzında, sonra yıldız tarzında, sonra nükleer tesisler tarzında hep böyle o bilgi alışverişinin dengesi sayesinde gittikçe sistem büyür. Ve o denge mükemmelleşir, daha çok çoğalır. Peki Allah nerde kaldı burada? Allah bir bilinçtir. Daima ben bunu izah ediyorum. Allah’ın gerçek varlığı ilimdir. Eğer sizde de ilim varsa siz de Allah gibi ölümsüz olursunuz. İlim yoksa demek siz şekilsiniz, fanisiniz, ölümlüsünüz. Ve Kur’an-ı Kerim hem Kehf suresinde hem Meryem suresinde hem de Taha suresinde “ene” diye kendinden “ene”. “Ene” ben demek bilinç demek “inni enallahü” ben Allah’ım. Aslında varlık sonsuzdur fakat bu varlık bir bilinç tarzında ortaya çıkar, Ehadiyet dediğimiz Allah’ın bir kişiliği ortaya çıkar biz de ona taparız. İşte Allah odur. Allah da bir nokta tecellidir, bir isimdir. İsimler hep nokta tecellidir. Bunu ben izah edeyim peşinen. Allah’ın isimleri demek değişik değişik gölgeler renkler değil, sonsuz bir varlık var, bir bilinç var o bilinç şekil aldığı zaman işte o şekillere biz değişik isimler takarız. Orada şifa var, burada uluhiyet var, burada rahmet var, burada rezzakiyet var burada halikiyet var yani şekil vermek demek halikiyet. Bak noktalara bir şekil veriyoruz. Hatta esma kelimesi iki ihtimali var. Köken itibarıyla ya yükseklik manasında sümüvden gelir veya vesimden damgalama. Eğer vesim’den gelirse “esma” isim, Allah’ın isimleri biz o şekil almış sonsuz varlığın noktalarına o sonsuz deryanın damlacıklarına işte bir damgavuruyoruz. Bir isim takıyoruz. Sen rızıksın, sen şifasın, sen rahmetsin, sen gazabsın, sen keremsin. Veya “sümuv” sonsuz varlık böyle kabarcıklar tarzında bir yükseklik kazanıyorlar. O yüksekliğe göre de biz bir kelime takıyoruz. İki ihtimal var burada. Allah sonsuzdur. Fakat uluhiyet tarzında, ehadiyet bazında karşımıza bir baba bir dede bir ruhani tip, bir şahsiyet sahibi olur. Biz de ona taparız. Kâinat dahi o sonsuz Allah varlığının somutlaşmış bir ehadiyet cilvesidir. Hatta üstad Bediüzzaman 1. Söz’de Bismillah bütün kâinata bakar, Rahman dünya yüzüne bakar, Rahim insan yüzüne bakar. Her birisi o bir sıfatın somutlaşmış bir noktasıdır. Ve Allah gerçek bazda putperestlere Samiriye cevap verirken Allah bütün şekilleri, şeyleri yani şekilleri kuşatmış kadar bir ilim sahibidir. Yani şekli yok Allah’ın. “Vesia külli şey’in ılma.” Bak surenin başında “ben benim” diyor. Ben bir bilincim diyor. Bir kişiliğim diyor. Sen gelip yalnızca benimle konuşabilirsin diyor. Arkadaş gibi. Fakat sonunda putperestliği kırmak için Samiri’ye diyor ki Allah odur ki her şekli ilmiyle kuşatmıştır. O sonsuzdur. Sonra bu meselelere bir daha döneceğiz.
Soru: Allah ve O derken O derken bazen Allah ve O arasında bir sonsuzluk kapsam farkı mı var?
Şimdi ben dediğiniz zaman sınırlı bir bilinç ifade eder, ehadiyet tecellisi. Ama o ehadiyet tecellisi ancak ruh ene ile ifade edilmez. Hüveyle O diyoruz. Ama ehadiyet tecellisi, işte her insan Allah’ın bir ehadiyet tecellisidir. Küçük monaddır. Zaten kâinatın yapısı buradaki arkadaşların çoğu bilir holografiktir. Holografi şudur. Sonsuz bir bilinç var şekilsiz, ama o sonsuz bilinç küçük noktacıklarda, hücreciklerde, yıldızcıklarda bütün özellikleriyle beraber somutlaşıyor. İşte o noktalara biz ehadiyet diyoruz. Rahman da bir ehadiyet, Rahim de bir ehadiyet, sifa da bir ehadiyet. Musa’nın karşısında yanında bir ağaç olarak tecelli eden, Musa ile konuşması da bir ehadiyet. Yani Allah öyle sonsuz bir güce sahiptir ki sonsuz varlığını bir noktada somutlaştırıp seninle konuşturabiliyor.
Herşey Allah mıdır, yoksa herşey Allah’dan mıdır? Bu hep tartışılmış. Arada bunu da araya çıkaralım. Herşey varlık olarak Allah’tır. Çünkü Allah’tan başka varlık yok. E peki O’ndandır, hani bütün İslam alimlari başta Bediüzzaman herşey O’ndandır diyor. Şekil itibarıyla biz O’ndanız. Bizim bir varlığımız yok ki. Biz bir bilinciz bir şekiliz, bir formuz. Ha bu form o değil, O’ndan geldi. Bak çok önemli, form O’ndan geldi. Ama varlık, ikinci bir varlık yok ki sen desen ki bu varlık senin varlığındandır. Burayı düzeltmemiz lazım. Varlık bir tanedir, sonsuzdur. Biz neyiz? Biz küçük küçük şekilcikleriz. Ha şekillerimiz varlığımızdır. Bizim bilincimiz bir şekildir, hakiki varlık değil ki biz Allah’ın ortağı olalım. Dolayısıyla her şekil Allah’tandır, fakat her vücud kelimesi dahi yanlıştır. Kur’an’da vücud kelimesi kullanılmıyor. Bak ikinci bir şey yok ki vücud, varsa yoksa bir tanedir. O da sonsuzdur. Saf bilgidir, diğerleri şekildir. İşte bütün kafirlerin, bütün gafillerin aldanması, şekli gerçek varlıkla karıştırıp kendi kendini sahte bir şekilde tatmin etmektir. Küfür budur. Ve bu sonsuz varlık hakiki özü, mahiyeti ki mahiyeti demek de zordur. Bilinçtir yani bilgidir. Bilgi nedir? Bir ışıktır, bir nurdur. Allah’ın bir ismi nurdur, ve etrafı aydınlatır. Seni aydınlatır, sorunlarını çözer. Bak çok önemli nur. Biz bu bilinçle eğer temas edersek anlaşırsak, ki Kehf suresinde bunun detayı gelecek, o zaman bütün sorunlarımız, bütün dertlerimiz bütün sıkıntılarımız çözülür. Çünkü sorunlarımız, sıkıntılarımız bizim bu küçücük bilincimizin kendi içine kapanmasından kaynaklanan bencillik duygusunun cezalandırılmasıdır. O bencillik duygusunu aştığımız zaman herşey kendiliğinden çözülür. Siz bu gün kendinizi topluma feda ederseniz toplum sizi karşılıksız mı bırakacak. Sizi baştacı yapacak, lider yapacak. Zaten liderin diğer insanlardan farkı nedir? Liderin bilinci daha geniştir. Bigisi daha geniştir, duyguları daha geniştir.ha diğer insanlarınki biraz daha küçüktür, onlar işte mürid oluyor öbürleri lider oluyor. Aradaki fark budur. O da insan o da insan. Ama birisinin yelpazesi, açısı çok geniş. Yavaş yavaş konuya giriyoruz daha girmedik. Bu girişti. Konumuz, ben başta da söyledim, Kehf suresinin mucizeliklerini görmek, kelimeler bazında yaşamaktır. Fakat Kehf’in iki kardeşi vardır. Meryem ve Taha. Hatta dört üç arkadaşlardır. İsra suresi de var. İsra suresi miraçtan anlatır. Miraç nedir? Hz. Peygamberin küçük bilinç bazından çıkıp sonsuz bilinci yaşamasıdır. Geçmiş ve gelecek ne kadar bilinç, olmuş olay varsa onu bir daha yaşamasıdır. Kehf’e gitmeden önce şeye değinelim. 20. sure olan Taha suresi bu asırdaki teknolojik, firavunane somut bilinci, ateşi simgeliyor. Her ne kadar Allah aynı zamanda somuttur, aynı zamanda ateştir, aynı zamanda ağaçtır diyebilsek de ama bu asrın taleblerini Taha suresi çözüyor. Kehf suresi ise tamamıyla vurgusuz şeydir. Gayb alemine geçmiş, metafizik âlemine geçmiş o sonsuz bilinç deryası Hızır temas ediyor, Ashab-ı Kehf temas ediyor, köpekleri temas ediyor ve surenin örgüsü içinde belki binlerce nüktesiyle hep o sonsuz metafizik bilinç işleniyor, Kehf suresinde. Taha suresinde ise dah a çok bugünkü asrın maddi teknolojik bilinci ve sonunda onu anlatır. Sorarlar, işte sen bir bu kadar sene yaşadın ne kadar yaşadın? Galiba bir gün veya yarım gün. En iyi ihtimalde 10 gün yaşadık diyorlar. Taha suresinin sonucu budur. Yani dünya ne kadar uzun olursa olsun madem şekildir, sınırlıdır, somuttur. İşte o bir gün veya yarım gün, en iyi ihtimalle. Fakat biz bu asrın bilincini de dışlayamayız. O da bir realite. Teknoloji de bir bilinç, maddilik de bir bilinç materyalizm de bir ayrı bir bilinç. Bunu içinde de Allah’ı görebiliriz. Çünkü “innî enallahü.” Sizin en çok taptığınız o benliklerin gerçek sahibi benim. Ene benim diyor Allah “ene” benim diyor. Başka eneler yok demek istiyor yani. Ve burada Arap hattının bir mucizeliği de, “ene” kelimesi “inna” şeklinde yazılır. Belki çok hocalar da var burada. İnna şeklinde, çünkü bilinç bir noktadan oluşmaz. Bilinç sonsuz noktaların birbirine yansıması, etkileşimi ve kollektif bir kişilik sahibi olması. Bilinç budur. Onun için Allah Kur’an-ı Kerim’de hep “biz” diyor. “Ben” çok az kullanılır. Çoğu yerinde “biz” diyor. O örgüyü, kollektif kişiliği nazara veriyor.Biz de kollektif bir kişiliğiz. Sayısız atomun sayısız hücrelerin sayısız bilgi işleminin toplamıyız. Bak bir kişilik. Sonra biz bu kişiliğin bireysel bazda bir de cemaat bazında kollektif bazda farkını anlatacağız. Jung çok önemli tutuyor. İnsanın ebedileşmesinin en birinci basamağı benini, o içe kapanan benini açıp kardeşleriyle beraber yaşaması, dindarlarıyla beraber yaşaması, ümmetiyle beraber, cemaatiyle beraber, tarikatıyla beraber yaşamasıdır. O ayrı bir kişilik ve seni ebedileştiriyor. Orada ayrı bir Yılmaz oluşuyor. Büyük bir Yılmaz çıkıyor. O ölümsüzdür, o ebedidir. Hatta Üstad İhlas risalesinde o şahsın bir kerameti, sevablar bazında sen varsın günahlar bazında yoksun. Çünkü nefsin orada yok, günah işleyemiyor. Çok ilginç sevaplar bazında sen o cemaatin içinde yaşıyorsun ama günah nefsin orada olmadığı için o daracık bencil duygu orada yok. Fakat Jung diyor ki burada ince bir denge var. Varlığın hakiki aslı dengedir dedik. Kişinin kendi benini de koruması lazım. Çünkü herbirimiz ayrı bir alemiz. Benim fikrim, benim zikrim, benim tezlerim, benim emeğim, benim maaşım ayrıca olmalı. Yani o benimi de korumalıyım. O da ayrı bir varlıktır. Bunu korumakla beraber, nasıl bir hücre hücreliğini muhafaza etmekle beraber, etmezse vücuda zarar verir, diğer hücrelerle beraber de bir hücre gibi çalışır. Ve beynimiz bütün kimyevî reaksiyonlarıyla bir nevi büyükçe bir hücre gibidir. Adeta büyükçe bir hücre gibi çalışır. Yani biz cemaatin düzenine ayak uyduracağız. Dinin düzenine ayak uyduracağız, Allah’ın düzenine ayak uyduracağız. Ama o benimizi de koruyacağız “ya Rabbi ben benim sen sensin diyeceğiz”. Lider gelse sen şeyhimsin ben de varım diyeceksin. Hepten silinmeyeceksin. Bu hepten silinme tarihte bize zararlar getirir, psikolojik sorunlar da getirir. Yani baba çok mükemmel çocuklar kötü oluyor, niye? Babanın beni çocuğun benini siliyor. Fethullah hocam çok mükemmel bir lider, cemaatte iş yok. Çünkü şahsiyetler silinmiş.
Soru: Hz. Peygamber eşyalara bile isim koyardı.
Ha o isim takmak ona bir “ben” bir varlık katmaktır. Ve sahabeler Peygamberin müritleri değil, sahabeler Peygamberin arkadaşları demektir. Her birisi vahy dışında. Çünkü vahiy evrensel bilinci ifade ediyor. Görüşü var tartışması var, Peygambere kızabiliyor beşer olarak. Sonra peygamberin beşer bilincine döneceğiz Kehf suresi içinde. Yani hulasa Taha suresi bugünkü teknoloji maddi bilinci 18 işareti bak Risale-i Nur’da 18 gayb alemine bakar. 18, bir 18 daha 36, Yasin suresi o da gayba bakar. Bir 36 daha Cin suresi o da metafiziktir. Kur’an’da Cin suresi işte adı üzerinde. Bir 36 daha gidersen Kevser, gayb alemi Kevser suresi geliyor. Orda da bir mucizelik var. Kehf suresi, zaten Kehf biraz sonra izah edeceğiz. Kehf mağara demek. Mağara ne demek? Seni sonsuz bir aleme açan bir dehliz. Çünkü mağaranın iki kapısı da açıktır. Girişi de açık çıkışı da açık. Güneş sağdan da vuruyor, soldan da vuruyor. Ama ortası güneş görmüyor, karanlık biraz. Bilinç böyledir. Ucundan görülür fakat içine girince kaybolur, bir derya gibi. Kehf suresi gaybe bakar. 18 sayısı Risale-i Nur’da hep gaybî risaleler. Cennet gayb alemine bakar. 19 vahyin sembolü Meryem suresi. Bak vahyin mucizeliği budur. İnsanlık tarihinde binlerce gaybî ekoller gelmiş binlerce materyalist felsefeler gelmiş ama ne o gaybî felsefeler vahyin yerini doldurabilmiş, ne de materyalist felsefeler. Çünkü vahy öyle sonsuz bir mucizedir ki 19. sure Meryem suresi Taha’yı da içine alıyor, Kehf’i de içine alıyor. Yani vahy hem metafizik aleminden sağılmış hem de maddi alemden sağılmış, tek taraflı değil, çift kanatlı. Onun için mucize, onun için ebedi onun için sonsuz. Ve Meryem suresinin konusunun baş kahramanı İsa’dır. İsa somut bir vahiy, babasız, gaybden geldi. Ama somutlaştı. Kur’an’da öyledir. Sonsuz bir gayb aleminin bilgileridir. Kehf suresinde örneğini göreceğiz. Ama Asr-ı Saadetteki hadiselerin elbisesine bürünerek somutlaşarak gelmiş. Bak ambalaj maddi, mana sonsuz. Ve biz de dünyamızda madde ile manayı fizikle metafiziği İsa gibi Meryem gibi birleştirmedikçe işte tam başarılı olmayız. Ya pısırık bir sofu oluruz, ya deccal gibi materyalist oluruz. İkisi de kötü. Bu çok önemli bir dengedir bizim için. Kalp diye, bilincin asıl yeri kalptir. Kalp dış alemiyle göz kulakla bu şehadet maddi dünyaya bakar, metafizik boyutuyla o gaybin sembollerine bakar, vahiy gayb alemini hep sembollerle izah eder. Hıyanet işte yılandır. Çiçek sevgidir. İşte kaktüs kadındır, para duadır. Herşey sembolleşerek. Vahiy dilinde de herşey sembolleşerek anlatılmış. Zaten Kehf suresinde o sembolleri az çok göreceğiz. Ama ateş sembolü dünyevî maddi bilinci temsil ettiği için ateş olarak bak Kehf’de ateş bahsi yok. Sonsuz bir bilinç deryası var. Deniz bahsi var. Ama Taha’da ateş. Allah yanan bir ağaç olarak Musa’ya göründü. Musa nedir? Şeriat. Şeriat maddeden sorumlu, madeyi düzenler. O biraz da maneviyatın Harun’dan destek aldı. O da yarım yamalak. Yani işi idare ediyorlar. Neyse konumuz Kehf suresi, diğer surelere bölmeyelim de derin gidiyor. Allah hem görüneni hem görünmeyeni temsil ettiği için dolayısıyla bir insan diyebilir ki; Allah Taha’da da görülmüş, Kehf’de de görülmüş. Ama en iyi görünme İsa tarzında Meryem suresinde 19. surededir. Taha’da görülünce firavun şeklinde ortaya çıkıyor. Yani sanmayın ki Allah’ın izni olmadan bu dinsizler devletler yürütüyor. İmtihan gereği olarak hepsi Allah’ın izniyle şekillenmesiyle. Neydi, firavun aşırı gitti. İşte beninin görevini aşırı kullandı. Gerçek tanrı benim. Yani beninden yola çıkarak sonsuz bilince varacağına içine kapandı. Ve müthiş bir benliği vardı. Öyle bir benliği var ki firavunun bütün Mısır’ı bir cennet yuvası yaptı. Yani benin güçlü olması da güzeldir. Eğer araç , amaç olmazsa. Bensiz yani kişiliksiz insanlar ruh hastası sayılır. Ne iş becerirler, ne ilim yaparlar ne kitap okurlar, ne yardım ederler. Benin faydası da var ama o faydayı kullanmak lazım. Onun için küçük yaşta çocukları inşaalah büyütecekseniz 17 yaşına kadar benleri ne kadar şişikse nefisleri ne kadar kabarıksa o kadar iyi. İbn-i Arabi bu açıdan bakınca “en büyük muvahhid firavundur” demiş. Çünkü tevhid “ben”de gözükür. Bölünmüş şeylerde tevhid gözükmüyor. “Ben” onları birleştiriyor ya o açıdan bakmış belki de. Belki de firavunların çoğu dindardır. Hani gayb aleminde firavunların şahs-ı manevisi dindar gözüktüğü için İbn-i Arabi işte onlar dindardır imanını kurtardı diyor. Bir tanesi çok azgıdır. Kalp iki aleme bakar. Dışı bu aleme içi öbür aleme. Fakat asıl varlık gaybî bilinçtir. Yani mürşidler hiçbir zaman dememişler, işte eğer Taha suresini okursan ölümden, deccalden yokluktan kurtulursun. Ne demişler peygamberse peygamber efendimiz “kehf suresinin başını ya da tümünü okursanız deccal fitnesinden yokluktan ölümden kurtulursunuz” mesajında bir uyarı var bize. Bu çok önemli. Şimdi asıl konuya geçiyoruz. Konumuz Kehf suresi 18. sure. 18 sayısı metafizik alemin sembolüdür. Mesela Risale-i Nur’da 1400 sene önce İmam-ı Ali’nin Risale-i Nur’a işaretleri 18’lerde işleniyor. Metafizik bir boyut ya çok önemli. Surenin başı hamdle başlar. Yani dünya hayatının mahiyetine baktığı için. 4 sure var Kur’an’da Fatiha dışında hamdle başlayan. Fatiha bütün varlığa bakar, En’am ilk yaratılışa, Kehf dünya hayatına, Fatır ikinci dirilişe sebep ahirete bakar. Dört sure var böyle. Hamd nedir? Bak çok önemli, biz hamdi bilmiyoruz. Güya müslüman geçiniyoruz ama hamd nedir bilmiyoruz. Günde elli kere namazda hamd okuyoruz. Türkçeye çeviremiyoruz. Hamd; kâinata herşey güzel, herşey yerli yerinde herşey mükemmel, full nimet ful güzellik ful budur hamd. Bunu görürsen yaşarsan içinde hissedersen işte hamd ediyorsun. Ya Rabbi sana elhamdülillah gerisi binbir tane yanlış yapayım demek değildir. Hamd kâinatın mükemmelliklerin güzelliklerini, herşeyin bir nimet varlık olduğunu sonsuz bir cennet görürsen hamd ediyorsun, dünya hayatı o zaman düzenli canlı bir cennet ortamı oluyor. Bu şart. Bir insan eğer deccalin fitnesinden kurtulmak istiyorsa hamdi iyi yaşaması lazım. İkincisi; birinci ayet şöyle diyor: Allah’a hamd olsun ki peygambere eğri büğrü bir şey indirmemiş. Kitap indirmiş, ve onda hiç eğri büğrülük yapmamış. Yani her din böyle dengeli olmaz İslam gibi. Bazı dinler uçtur. Bazı tarikatlar uçtur. Bu orta yolu muhafaza etmek, gayble şehadeti, fizikle metafiziği, kadın ve erkeği, geçmiş ve geleceği, dünya ve ahireti dengelemek başlı başına bir mucizedir. Ve bu dengede yaşarsak eğri büğrülük olmaz. Yoksa eğri büğrülük olur. Ve bir insanın inancında fikrinde hayatında eğri büğrülük olduğu zaman işte bilinci parçalanır. En büyük bilinç hamddir kâinatta. Bu Kehf suresinin konusu bilinçtir. En büyük bilinç hamddir. Hamd edersen bilinçlisin, sonsuza açılmışsın. Bir de yaşantında, dininde eğri büğrü prensipler, yaşantı sıkıntılar olmamalı. Yoksa bilincin sürekli yaralanır. Her yanlış, bilinci yaralayan parçalayan bir faktördür. Zina öyle, sarhoşluk öyle hırsızlık öyle, anarşizm öyle. Zaten bu sure gittikçe bunları bizlere anlatacak sırasıyla, ben sabredemiyorum. Kur’an Kehf suresinin 3. ayeti Hıristiyan ve müşrikleri uyarıyor. Onlar diyor Allah’a oğul isnat ettiler. Nedir biliyormusun oğul? Yani aslında oğul ürün demek. Hz. İsa Allah’ın bir ürünü demek. Bunda bir günah yok. Kur’an’ın dışladığı ürün şu: sonsuz bir bilinci İsa bazında Fethullah hoca bazında Bediüzzaman bazında, falan şey bazında küçültüp işte onu bir Allah gibi algılamak. İşte bu, bilinci yaralar. En büyük günah da budur. Kâinattaki sonsuz bilinci yaralayacak bir inanç içinde olmak. Nasıl sen sarhoş olunca kendi bilincini yaralıyorsun bir günah işlemiş oluyorsun. Zina edince bir aileyi parçalıyorsun, bir bilinci. Aile bir bilinçtir, onu parçalıyorsun. En büyük günah şirktir. Bak Kur’an’da bu geçer. Çünkü şirk sonsuz birliği sonsuz bilinci ne yapıyor, parçalıyor. Hatta ileride de temas edeceğiz, bu surenin baş kahramanlarından biri de Hızır’dır. Hızır yeşillenen demektir. Bilinç demektir. Deccal dünya hayatını esas alan kâinatın bütünlüğünü bozan, kâinatın bilincini yaralayan şahıs. Aşırılığıyla, deccal tarifi var bu surede. Aşırılığıyla parçalayan deccal. Hızır’ı ikide bir bölüyormuş kesiyormuş, parçalıyormuş. Fakat Hızır’da öyle bir bilinç mucizeliği var ki Hızır bir daha birleşiyor, bir daha yeşillikler. Bak ne kadar çevreyi bozuyorlar, çevere onları bozuyor, karşılık veriyor ve o bilincini koruyor çevre. Yani kâinat bilinçlidir. Hata ve hatta köpeklerin bilinci alt bilinç olarak bizden daha fazla. Şimdi biz bu asrın insanı olarak sanıyoruz ki en bilgili biziz. Köpek bir senelik yolu bulabiliyor, bilmem kaç km. den kokuyu alabiliyor. Kaç sene önce gördüğü bir insanı hatırlayabiliyor. Hani o bilinç bizde. Bizde de var, aslında içimizde bir köpek saklı, bir kedi saklı, bir aslan saklı, bir maymun saklı, hepsi var. Fakat onlar bilinç altında kalmış, biz onları değerlendiremiyoruz. Hatta ben şöyle bir teori buldum, yani ortaya attım buldum demeyim de. Eski medeniyetlerdeki aşırı zirveler ehramlar, o dağ gibi parçalar kayalar, o yol altında dehlizler açmaklar, bazı yamaklari icat etmek, bazı teknolojileri bulmak o insanların bilinci insan seviyesine çıkmamış hayvan seviyesinde olduğu için o kısır bilinçle becerebildiler. O bilinç bizde bilinç altında kalmış, üst bilinç de tam gelişmedi. Allah’tan teknolojik bir bilinç var bu asırda. Yoksa biz açlıktan kırılırdık. Ne eski insanlar gibi kendimize bakabilirdik ne evliyalar gibi rahat edebilirdik. Hiç olmazsa bu teknolojik bilinç bizi işte kurtarıyor, yaşatıyor. Dolayısıyla Kehf suresinde de köpekler var. Yani burda yedi kişi, onları sonra izah edeceğim. Yedi kişi ne demektir? Bir de köpekleri var. Köpek mağarada en altta duruyor, kapıda. Niye orada? Bir bilinç ifade ediyor. Yani bu surenin konusu ebedi bir alemin bilinciyle temas etmek ve o temasta iki kapı var. Ya bilincin o alt katmanlarına ineceğiz veya peygamberler gibi bilincin en üst katmanlarına çıkacağız. Bilincin alt katmanlarında kirlilik var maymun var hınzır var domuz var köpek var. Oradan sapasağlam çıkmak biraz zordur. Ama oradan da gidilir sonsuza bir kapı. Bu gün nar ağacının bizden daha güzel bilinçli olmadığını kim iddia edebilir. Ne demek nar ağacı bilinci? O kadar düzenli bir meyveyi yapması bilinç demek. Eğer bilinç yoksa o ağaç nasıl o meyveyi çıkartabiliyor ki. Bir elektronun bütün kâinattaki elektronlarla haberleşmesi ne demek biliyor musun? Yani benim bilincim bir elektoronun yanında sıfır gibi. Ama heberleşiyor. Bu realite yani. Dolayısıyla alt bilinç de sonsuz. Aynı şöyle; iki taraflı bir balon düşünün ortası ince. Biz o incecik yerde kalmışız, sıkışmışız imtihan gereği olarak. Allah açmıyor. İsterse alt bilinci de açar, bütün geçmişi görürsün. İsterse üst bilinci açar peygamber olursun, Kur’an alırsın, vahiy alırsın. Ama imtihan gereği olarak bizi buraya sıkıştırmış. Bakalım imtihanlarını verecekler mi vermeyecekler mi? Orada ince bir skala var. Orada sıkışmışız. Yani konumuz Kehf suresi fazla bölünmeyelim. O köpekleri alt bilinci temsil eder. Yedi kişi midir bin kişi midir Kur’an diyor bunlarla uğraşılmaz. Bunlar sayısal şeyler, bilinç ifade etmez. Yüz kişi olsa ne yazar, dört kişi olsa ne yazar, yedi kişi olsa ne yazar. Kur’an’ın asıl derdi bir insanın kendini dünyanın o kötü ortamından soyutlayıp mağara vasıtasıyla sonsuz bir alana açılıp sonsuz bir varlığı kazanması ölümsüzlüğü elde etmesi önemli. Burada sayı hiç önemli değil. Kur’an yediyi de okeylemiş değil, bir ihtimal yedidir diyor. Ama diğerleri zarar ediyor. Üçtür beştir falan diyen o hikayeleri tamamıyla reddediyor. Hatta başta diyor ki; onları dirilttik ki hangi grubun daha iyi sayı tuttuğunu bilelim, yani görelim demek. İnsanlarımız dünyada çok küçülmüşler. İşte benim bir milyar dolarım var. Öbürünün 2 milyarı var. Ben 100 sene yaşadım, öbürü 90 sene yaşadı, hep böyle küçük sayılar, küçük hesaplar, minnacık. Hani küçük bir gölün içinde kavga eden timsahlar gibi. Küçücük bir yerde sıkışmışız kalmışız. Halbuki bir mağara bulsak sonsuz bilince açılsak, bu sayıların hiçbir kıymetinin olmadığını milyar doların kıymetinin olmadığını, bir sene yaşamakla 98 sene yaşamak arasında bir fark olmadığını göreceğiz. Dolayısıyla iki taraf da yani iki parti diyor iki gruptan. Eyyühel hızbeyni ehsa... Birisi maneviyatı taşıyor, birisi maddiyatı sayıyor. Zaten bu ashab-ı Kehf’in iki ismi var; Ashab-ı Kehf ve Rakim. Rakim yazı demek, rakam demek. Ashab-ı Kehf biziz kızım. Tarihte işte yedi bin sene önce işte yedi kişi mağaraya girdi, orada ölümsüzlüğü yaşadı değil hadise. Zaten bütün dünya medeniyetlerinde Ashab-ı Kehf kıssası var. Sade bir tane değil. Nasıl her bir bahçenin bir gülü olur, her medeniyet içinde bazı veli insanlar dünyanın bu müşrik dinsiz medeniyetlerinden kendini sıyırıp, bir izolasyona sokup sonsuz bilinçle temas edip ebedi hayatı haketmişler. Ve Kur’an hani diyor bak bizim de bazı bilgiler yanlıştır. 309 sene kaldı. Kur’an onu kabul etmiyor. Hayır Allah daha iyi bilir ne kadar kaldılar. Aslında sonsuz kaldılar. Yok öyle bir şey yani 309 sene falan. Kur’an onu da desteklemiyor. Sanki Kur’an’ın ayeti gibiymiş, aslında onların sözüdür. Sonsuz kaldılar. Yani bir insan dünyanın müşrik zalim yöneticilerinden kendini sıyırabilirse bir dehliz bulup sonsuzluğa bir kapı açarsa ebedileştirilir. Bu ben de olur sen de olursun. İşin bize anlatmak istediği siz de bir Ashab-ı Kehf olun diyor. Siz de oradaki kahramanlar gibi olun diyor. Yoksa bu tarihî bir olaydır, oldu bitti, bizim ondan ders çıkartmamız lazım, değil. Ve biz dünyada onların farkına varınca, ölmediklerini görünce önce diyorlar bir anıt yapalım. Bak anıt kültürü de bilinci ifade eder. Hani anıt dikiyorlar ya. Ebedi bir hayat kazandırıyor anıt. Fakat dindarlar da çoğunlukta olduğu için hayır diyorlar biz bir mescit yapalım. Bak mescitler de bir bilinçtir. Toplum yeri ibadet yeri. Geçmiş ve geleceği taşıyan bir kültür. Bilinç bunlar. Yani dolayısıyla Kehf suresi baştan sona kadar bütün ayetleri, kelimeleri, cümleleri hep bilinci ifade eder. Bir para var hani. Bir eski parayı götürürken dikkat etsinler farkına varmasınlar, siz eski insanlarsınız sizi recm ederler. Para da bir bilinçtir. Ama geçici bir bilinç. Yüz sene önceki 100 lira bizde geçmiyor artık. Fani geçici, eski paralar geçmiyor artık. Küçük bir bilinç, geçici bir bilinç. Hatta diyor farkına varsalar sizi recm ederler. Bu kâinatta bencillikler de var. Hani canavarlar. İşte canavar bir arslan gidip bir kuzu veya bir ceylanı ne yapıyor, bencillik duygusuyla onu sindiriyor. Ne yaptı? Ceylanın benini dağıttı, kendi benine kattı. Öyle canavar bitkiler var, genelde sinekleri yiyor kendi benine katıyor. Yani bu da imtihan gereği olarak böyle bir sistem de var. Eğer siz sonsuz bilince çıkarsanız geri dünyaya gelirseniz dünya yeri dar oldupu için imtihan yeri olarak ya şeytan bilinci ya aslan bilinci ya devlet bilinci ( devlet de bir bilinçtir ) sizi sindirir recm eder, sizi siler diyor. Recmden kasıt küçük bilinci silmek. Bizim dünyada çalışmamız, evlenmemiz, para kazanmamız nedir biliyor musun? O küçücük bilincimizi korumaktır. Yani biriyle, fakirlik canavarı, enflasyon canavarı, devlet canavarı, düşman canavarı, şeytan canavarı, mikrop canavarı bizim bilincimizi dağımasın diye. Yani burda bize ölçü şudur. Biz bilincimizi de korumak zorundayız. Çünkü biz de bir realitayiz. Ama asıl olan biz değiliz. Asıl olan o sonsuz mağaradan sonsuz bilince açılmaktır. Orada 309 sene değil 3 milyar 990 sene de yaşarsınız. Böyle sayı mayı yok zaten Kur’an’da. Jung bunları keşfetmiş. Bak İslam aleminde rivayetlerle veliler bunu keşfetmiş. Fakat veliler demiş ki ya bu işi bilen bilir, bilmeyen bilmez demiş. Ama Jung öyle demiyor. Jung bunun bilimsel izahını yapıyor. Bunlar diyor bir bilinçtir, mağara dünya mağarasıdır. İki tarafında güneş doğuyor. Doğarken de batarken de onları kesiştiriyor, makaslıyor diyor güneş. Onlar ise ortada bir çukurdalar, bir sağa bir sola dönüyorlar. Döndüklerini anlatıyor. Onu ben tam çözemedim, dönüş tam neyi ifade ediyor. Fakat şöyle bir mana hatırıma geliyor. Şimdi burada geçinmek için para lazım, ev lazım, kira lazım, doğalgaz lazım, benzin lazım, araba lazım. Binbir ihtiyaç lazım. Fakat o alemde ebedi hayatı kazanmak çok enerji istemiyor. Ufak bir kımıldanma seni yaşattırır. Ya bir dua, ya bir besmele, bir tevekkül seni yaşattırır. O alem öyledir, o bilinç alemi. Ufak bir tevessül, bir vesile yetiyor, çünkü gayb aleminin de kendine göre sebepleri var. Zaten teknik (bilimsel) olarak onların çürümemesi böyle kımıldandıkları içinmiş. Kımıldadıkları için vücutları çürümüyormuş. Kımıldamazsa vücut çürüyecek. Uyurken de insan rahat etmek için kımıldanıyor. Cumali abi, biz bir ay önce bu Kehf projesine başlarken dikkatini çekmiş; dört yerde işte biz yeryüzünü dümdüz ederiz. Ya ne ilgisi var yeryüzünü dümdüz etmekle ahiretle ilgisi hadise budur. Her birimiz küçük bir şekiliz, bu dünyada küçük bir şekil olarak varız. Dağlar bir bilinç, köpekler bir bilinç, ben bir bilinç, tepe ağaç bir bilinç çukur bir bilinç. Fakat ahirette umumi bilinç esas olduğu için Bahaeddin’in bilinci siliniyor, Kubilay’ınki siliniyor, Ali’ninki siliniyor, Veli’ninki siliniyor, herşey umumi bir bilinç oluyor, dümdüz oluyor. Ve orada senin bilincin korunuyor yalnız. Yani şimdi biz bir balık gibiyiz bilincimiz, geçici şartlar içinde yaşatılıyor tuzlanarak. Ama balığın asıl yaşayacağı yer sonsuz bilinç deryasıdır. Ve işte bu da hayat suyu. Hayat suyu vahiydir. Yani; işte Yuşa ile Musa, oraya sonra değinelim istersen, bir kayaya yaslanıyor. Kaya ahiret alemi, metafizik alemdir. Taş orada bir gerçek varlığı sembolize ediyor. O anda balık canlanıyor. Bir su değiyor, balık canlanıp denize giriyor. Sonra onlar bakıyorlar balık gitmiş, aç kalınca. İşte insanın bilinci kaybolunca enerjisi kaybolur, halsiz düşer. Sonra onu ararken bakıyor ki ebedi bir alemde gerçek varlık vardır. Yani biz dışarıda tuzla beslenilen yaşatılan bir balık gibiyiz. Ama asıl ebedi hayat ahirettir, sonsuz bilinçtir. Ve ahiret deyince böyle çok uzaklarda bir yer hatırınıza gelmesin. Her taraf aynı zamanda ahirettir. Her taraf aynı zamanda sonsuz bilinçtir. Neyse sırayla gidelim oraya geleceğiz. Bilinci yaralamamak esastır. Ve rivayette kim diyor bu Kehf suresini okursa bilincini korur ebedi hayatını hak eder. Deccalden kurtulur. Deccal bilinci bölüyor, dini bölüyor, dünyayı bölüyor, milleti bölüyor. Yani bölücülük yapıyor. Deccalin en büyük özelliği bölücülüktür. Kur’an’da firavunun da en büyük özelliği bölücülük yapmasıdır. Kasas suresinde değiniyor. Mağara iki kapılıdır. Dünyadır o mağara. Ashab-ı Kehf biziz. Güneş doğudan da dünyayı kesişiyor batıdan da kesiyor, makaslıyor. Ama ortada sonsuz bir bilinç var. Yani Allah’ın işinden bazen daracık bir yerden sonsuz bilgileri sonsuz bilinci sığdırabiliyor. Parayı anlattık, recmi anlattık. Recm; yani işte dünyada bilincimizi yaralayacak öldürecek çok tehlikeler var. Biz de beynimizi korur gibi kendi bilincimizi( gerçek varlığımız bilinçtir çünkü) korumalıyız. Dolayısıyla takva, ibadet, temizlik, zekat, namaz oruç hep bunlar ne içindir biliyor musunuz? Böyle hamallık olsun diye değil. Sırf o bilincimizi korumak ve ebedi bir bilinçle kaynaştırmak içindir. Bunlar boşuna değildir. Mezarı anlattık. İşte onu bir kısım nedir anıt yapıyor. O da bir bilinç. Medeniyet de bir bilinç ama mescit kadar bir bilinç değil. Mescit daha verimli bir bilinci ifade ediyor. Ve Ashab-ı Kehf kıssası bittikten sonra Peygamber efendimize iki tane uyarı var. İnşaallah demeden sakın bu işi yapacağım deme, bir de vahye uy. Vahiyden başka bir şeye uyma diyor. Jung bunu bilmediği için, Jung; insanın bilinç konusunda iki kişiliği vardır. Bir, kurallar içinde yaşayan bilinç kişiliği vardır daracık, bir de manevi sonsuzluğa açılmış Kubilay’ın tabiriyle sürekli namazda olan sürekli dindar haletini yaşayan bir tip. Sonsuz derya içinde yüzen bir tip. Bu diyor galiba Hz. Muhammed bu ikinci kısımda, anlamamış. Halbuki bu da sonsuz bilinci anlatıyor. “İnşaallah” şudur. İnşaallah; kâinatta sonsuz ihtimaller var, sonsuz bilinç var sen o sonsuz bilinci nazara almadan bir şey yapacağım diyemezsin diyor. Bak Jung bunu anlamamış. Halbuki bu da sonsuz bilinci açar. İkinci emir; vahye uy. Vahiy nedir? Vahiy; fizikle metafiziği komplime eden, toplayan, içeren sonsuz bir bilinçtir. Dolayısıyla, sen kendi bilincinle haraket etme diyor. Sen kendi bilincinde gidersen küçük kaideler kurallar içinde boğulursun. “Sen vahye uy” diyor. Ve bunların bir çaresi peşinden gelen bir ayet peygambere yine bir uyarı. Peygambere uyarılar, burada peygember beşerdir. Hepimiz beşeriz. Yani yalnız peygamber değil, biz de uyarılıyoruz. Sabah akşam ibadet edip Allah’ın rızasını ve işini arayan insanlardan gözünü kaydırma diyor. Ve onlarla beraber olmaya sabret diyor. Yani vahiyden istifade etmenin yolu da ibadettir, takvadır. Allah’ın rızasını ihlasını yaşamaktır, aramaktır gene. Peki bunun düşmanı kimdir? Hemen bir ayet geliyor, “işi aşırılık olana sakın uyma” diyor. Mesela tarihte firavun çok mükemmel bir medeniyet kurmuş ama aşırı gittiği için zehir olmuş. Bugün Türkiye Cumhuriyeti çok güzel bir devlet, modern, herşey resmî böyle, ama işler yürümüyor. Niye? Çünkü bir yerlerde aşırılık var. O aşırılıkları zihninize bırakıyorum. Siz değerlendirirsiniz. İfrat var, aşırılık var, sevgide aşırılık var, tüketimde aşırılık var, bölücülükte aşırılık var, bütünlükte aşırılık var. Bak herşey aşırı. Devlet bölünmez diyorsun insanlara söz hakkı tanımıyorsun. Aynı devlet kalkıyor bölüyor. İşte diyor sen gericisin, sen ilericisin, bak herşeyde bir aşırılık var. Peygambere o ayet de başlı başına bir mucizedir. İşi aşırılık olan o kişiye olma diyor. Yoksa bu evrensel bilinç parçalanır.
Sonra cehennem bahsi geliyor. Cehennem, ne işi var bu surede? Cehennem biliyor musun nedir? Dünyada bu imtihan gereği olarak yapılmış küçük küçük deccalane bilinçler, deccalinde bir bilinç var, o bilinçleri imha edip kâinatın umumi bilincini korumak içindir. Zaten ayetin tam ifadesi; cehennemin bölmeleri onları kuşatmıştır, diyor, izole ediyor. Nasıl kanımızda alyuvar, akyuvar gidiyor, mikrobu kuşatıyor alıyor, vücudun umumi bilincini yaralanmaktan koruyor. Cehennem de aynı alyuvar görevini yapar. Mikrop deccalleri, şahısları, kâinatın bilincini yaralamış insanları böyle izole ediyor, yakıyor, işi bitiriyor. Cehennem budur. Sonra en büyük ihtimal, bu dünya, kâinat, mal mülk sevgisinden, iki tane vatandaş var orada. Kötü değil ikisi de iyi. Birisi; bahçesi var tonlarca meyve veriyor, zengin, her taraf sular, hurmacıklargaliba diyor, benden daha zengini yok, galiba bu mal beni ebediyen yaşatır. Milyar dolarlarım vardır. Yüz sene yaşasam bana yeter diyor. Ölsem de galiba bu iyiliklerimle öbür alemde de gene garantidir gibi diyor. Bir hesap yapar. Öbür arkadaşı diyor; ya bu bir yanılgıdır, sen bilincini parçalıyorsun. Ne biliyorsun ki bir tufan gelir senin bahçeni siler süpürür sonra aç kalırsın. Yok diyor, birşey olmaz. Ben ahirete de gitsem gene güzel yaşarım diyor. Aynen, ayet meali böyle. Ve o ara bir taş fırtınası gökten yağıyor, o bağ süpürülüp yağıyor. Öbür adam da fakirken hiçbirşeyi yokken Allah ona veriyor. Yani biri sonsuz bilince sahip, hiçbir şeyi yokken sonsuz imkanlar eline geçiyor öbürü daracık bilinç içinde yaşadığı için dünyanın en zengin insanı o günkü tabirle, bahçe bugünkü medeniyet bahçesidir, sembol ilminde bahçe medeniyeti sembol eder. Onun ki herşey yerle bir olur. Çünkü o “maşallah” Allah isterse verir demedi. Sonsuz bilinçten kendini kopardı. Komünizmin üretimi Amerika’nın 4 katı idi eskiden. Ama Amerika ayakta durdu, komünüzm sistemi yıkıldı. Çünkü komünizmin sisteminde sırf madde vardı. Ruhani boyut yoktu. Amerika da ruhani değil fakat liberal olduğu için doğal yapı. Doğal yapı olduğu içinde tabii bazı ruhani boyutlar var. Yani mistik değilse de hiç olmazsa doğal yaşıyor. Sanatsal.
Ve ordan sonra Adem bahsine geçiyor. Diyeceksiniz ki Kehf suresinin içinde Adem bahsi ne gezer. Adem işte bir bilinçtir, bir arketiptir. Adem böyle tarihin başında 60 mt. boyunda yaşadı öldü. İşte bazı rivayetlere göre Hindistan’da, bazı rivayetlere göre Mekke’de defnedildi değil. Onlar tamamıyla bir bilinçtir. İnsanlık, medeniyet, Ademiyet, din bir bilinçtir. Bu bilincin tek düşmanı kimdir? Şeytan. Adem’i kim yoldan çıkarıyor? Şeytan. İşte bu Ademiyet bilincimizi korumamız lazım, şeytana uymamamız lazım. Ve zaten Kur’an orada kime cevap veriyor, ben bilmiyorum, dinsizlere mi dindarlara mı? Biz diyor kâinatı nasıl yaratırken, insanları nasıl yaratırken onlara göstermedik, diyor insanların bilinci bunu kuşatmaz. Çünkü varlık ruhani boyutuyla, tarihî boyutuyla, evrim boyutuyla, kültürel boyutuyla sonsuz bir bilinçtir varlık. Bu bilinci insanlar kuşatamaz. Ancak vahiy ile verir. Onun için evrim görünüyor maddeten, ama Adem gözükmüyor ilimde. Bilinç yetmiyor, bilimlerin bilinci onu kuşatamıyor. Ehl-i tasavvufun bilinci Adem’i görüyor maddi kısma yetişemiyor. Onun için Allah diyor ki; biz ancak vahiyle bu meseleyi aydınlatırız.
Sonra işte tarihte iki tip insan vardır. Birisi mistik birisi maddi. Musa ve arkadaşları var. Arkadaşının ismi Yuşa bi’n-nun. “nun” balıktır. İnsan balık oğludur. Hem evrim süreci olarak balık oğludur, hem gıda olarak da balık oğludur. En iyi gıda, bak Kur’an da buna işaret ediyor. “âtina gıdâen” sabah öğlen yemeğimizi getir. En iyi gıda sabah ve öğlen yenilen yemektir. Ve en iyi gıda balıktır, Kur’an buna işaret ediyor. Biz diyor yorgun düştük. Bizim bilincimiz o kadar zayıftır ki günde üç öğün yemek yemesek bilincimiz kaybolur, o kadar da zayıfız. Balık bizi besliyor. Hem balıktan geldik nesil olarak, hem gıda olarak da balık bizi sürekli besliyor. Ve Allah’ın sistemine bak ki yaratıkların içinde bilinci en kıt balıktır. Aynı zamanda en harika gıda da odur. Ağacın bilinci daha zayıftır ama evrensel bilinçten beslendiği için ağacın çiçekleri hayvanların ürünlerinden daha mükemmeldir. Narın düzeni hayvanların düzeninden daha mükemmeldir. İşte Freud bu konuda bir kitap yazmış. Medeniyetler niye bu kadar huzursuz. Ya diyor tabiatta herşey düzenli arılar, karıncalar, termitler, ağaçlar, bitkiler, yıldızlar. Bu insanlara ne oluyor böyle huzursuz. Kitap yazmış bu konuda. Bilmiyor ki kâinatta bir sonsuz bilinç var ve insanın bu dar skalasında o bilinç biraz örtünmüş çekilmiş ki imtihan. Zaten Kur’an diyor ki eğer imtihan sırrı olmasaydı sizi bir saat yaşatmazdım. Umumi bilinç bizi yaşatmaz. Ya ne bu pis yaratıklar çıkmış kâinatı kirletiyor, birbirini yiyor, birbirine sövüyor, hepsi küçük, bencil davranıyor, yani sistem bizi dışlar. Yani sırf imtihan için koruyor bizi burada.
Musa şeriat demek. Onun yardımcısı var Yeşu, devlet demek. Devletin gıdası, babası balıktır. Denizciliğe dair. Nun aynı zamanda ilimdir. Bak “ayn” incedir. Nun kelimesi hem balık manasına gelir hem ilim, bilinç manasına gelir. Bizim rivayetlerde var, gösterebilirim. Ve diyorlar ki; biz aradığımızı bulmadan durmayacağız. Senelerce “hukuba” senelerce yürüyeceğiz. Musa da öyle diyor. Aradıkları nedir biliyor musun, ebedi hayat. Baktılar ki dünya fani, geçici, dağ gibi sorunlar, kavga gürültü, Yahudiler yola gelmiyor, ne yapalım, biz en iyisi seneler boyunca gideceğiz ta aradığımızı buluncaya kadar. Aradıkları da şudur. Bir kayaya rastlayacaklar orada iki deniz birleşiyor. Yani Musa bunun farkında Yeşu bunun farkında. İki deniz; fizikle metafizizik denizi. Maddeyle mana denizi. Ruh ve beden denizi, küçük bilinçle umumi bilincin birleştiği deniz. Oraya gidince işte aradığımızı bulacağız diyorlar. Ve yemin ediyorlar, senelerce yürüyeceğiz öyle bir ay, 6 ay falan değil. İşte gidiyorlar, gidiyorlar, bir kayaya yaslanıyorlar. Orada balık, bir gaybî bir su yani bir vahiy suyu, bir yazılım. Vahiy, yazılım, su demek. Alıyor, canlanıyor ve büyük bir dehliz açarak denize karışıyor. Hatta denizin içinde de dehliz açarak denize karışıyor. Hatta deniz içinde de dehliz açıyor. Bak orada da dehliz. Serap kelimesi dehliz demek. Balık böyle hafif suya karıştı gitti demiyor. Dehliz açtı diyor, Kur’an. Çünkü bilincimizin sonsuz bilince açılması ancak ya mağara yoluyla bir dehliz açılacak veya serap. Serap, tünel demek Kürtçesi. Oradan kaynaşacak. Sonra Musa’nın ve Yeşu’nun bilinci hani gıdaya bağlı ya, bir baktılar ki enerji bitmiş. Hani gıdamız bizi besleyen. Vallahi, Yeşu dedi, ben unuttum, o kayanın yanında unuttum. Musa diyor ki, işte aradığımız şey oydu. O balığın bizden kaybolacağı bir işaretmiş. Küçük bilinç kaybolunca ebedi alem gözükür. Yorgan gider kavga biter derler ya. Biz burada hep o küçük bilinç için kavga ediyoruz. Ne demek küçük bilinç kayboldu. Musa ayıldı. Demek ki biz ebedi aleme ebedi bilince kavuştuk. Hemen geri döndüler. Kaya metafizik alemin Allah aleminin sembolüdür, değişmez, kırılmaz, dökülmez bir şeydir. Ve orada Hızır’la karşılaştılar. Bir adada, bir mağarada. Hızır yeşillenen demektir. Bilinç ifade ediyor, velidir. Geçmişi görüyor, geleceği görüyor, yerin dibini görüyor, göğü görüyor. O Musa gibi küçük bilince hapsolmuş değil. Musa bakıyor; bu herşeyi biliyor, bu iki alemi de biliyor, iki denizi de biliyor, bu balığın canlandırma işini de biliyor. Biz bundan birşeyler kapalım diyor. Ona “ama sabredemezsin” diyor. “Ben bazı işler yapacağım, sen sabredemezsin. Sabredersen benimle beraber gel.” Şimdi Musa şeriata bağlı olduğu için sabredemiyor. İşi şeriatten aşarsan, veli olsan Allahım sen ne yaparsan güzel yaparsın diyemiyor, itiraz ediyor. Gidiyor gidiyorlar, Hızır bindiği bir tekneyi deliyor batırıyor. Ya diyor sen bizi batırmak mı istiyorsun. Sonra gidiyor kovuldukları bir köyün duvarını düzeltiyor. Sonra bir çocuk öldürüyor. Üç tane aykırı iş yapıyor. Musa da tak ediyor. O da diyor; madem sen üç kere bana dayanamadın, artık sen küçük bilince mahpus kalmak zorundasın. Asıl model burada Jung’un eleştirdiği model budur, Musa modeli. Küçük kurallara bağlı kalmak modeli. Ve malesef bizim dindarlar, Nurcular, Selametçiler hepsi bu küçük bilincin ötesine geçemiyorlar. Yok bıyığını ne kadar bıraktın, yok çarşafını nasıl giydin, yok camiye sol ayakla mı girdin sağ ayakla mı çıktın. Böyle küçük kuralları aşamayan küçük bilinç sahiplerinden iş çıkmıyor bunun için. Hele bu bizim bir ayıbımızdır, bunu söyleyeyim. Musa’dırlar, kimse Hızır olmak istemiyor. Kimse böyle gençlenmek istemiyor. Kimse yeşillenmek istemiyor. Öğretmen tipi hoca tipi; hayt yanlış yaptın, diyor. hep öyle. Ve orda Hızır, Deccal rivayetlerde anlatılır. Jung olduğunu anlatmış. Bizim tefsirlerden anlatmış yalnız, kendi fikri değil. Deccal kaç kere orada Hızır’ı bölüyor, parçalıyor, o umumi bilinci yaralıyor. Hızır yine sonsuz bilinçten beslendiği için iyileşiyor. Eğer sonsuzluk ile temasınız varsa ne kadar yara yersek yiyelim günahlardan, derd-i maişetten, sıkıntılardan mutlaka iyileşebiliriz. Bir Hızır olabiliriz. Hızır Musa’ya diyor; bak sen geleceği görmedin halbuki ben o gemiyi arızalandırdım ki ilerde arızasız gemileri gasp eden bir kral vardı, garibanların gemisini almasın diye. Geleceği görmedin diyor. Ben şu duvarı düzelttim, altında hazine vardı. Onun da yetim sahipleri vardı. Bak yerin dibini göremedin diyor. Ben diyor çocuğu öldürdüm, çünkü daha çok, büyük çocuk verecek Allah ona, geleceği göremedin diyor. İşte yerin dibini, geleceği, yukarıyı, aşağıyı gören bir veli varsa içimizde o zaman demek ki evrensel bilince. İşte peygamberler budur kızım. Peygamberler oradaki Hızır modeli. Peygamber efendimiz bazı işler yapıyordu. Yahudiler “a sen Tevrat’a aykırı davrandın.” Ya işin hikmeti burda bunu gerktiriyor. Yerin dibini görüyordu. Geçmişi geleceği görüyordu. Yahudiler burada Musa rolünde, Peygamberimiz Hızır rolünde. O daha bilinçli, daha kuşatıcı görebiliyordu.
Sosyal bilinç var bir de. Bitkisel bilinç var. Alt bilinçler var. Atom bazında bilinç var. Hatta atom altı bilinç. Bu parçacıklar kimyası keşfedilmiş ya kuantum fiziğinden, bizim dünyada şurda burda gördüğümüz bilinçlerden çok daha alası, daha güzel bilinçler var. O ayrı bir alem. Bir de sosyal bilinç var. Sosyal bilinç, anarşizmle terörizmle yıkılır. Çünkü bu Musa ve Hızır kıssasından sonra Zülkarneyn kıssası geliyor. Zülkarneyn’in de en büyük modeli, yalnız Jung anlamamış, Zülkarneyn’den kastı sadece Makedonyalı İskender anlamış. Bu ne biçim ilişki demiş. Halbuki üstad Bediüzzaman Lem’alar’da izah etmiş. Zülkarneyn’den kasıt tarihî bilinci koruyan, sosyal bilinci koruyan, aileyi koruyan bütün peygamberler, dindar krallar, bütün liderler hepsi Zülkarneyn’dir. Kim medeni dünyayı, bilinçli dünyayı vahşi dünyaya karşı korumuşsa işte o Zülkarneyn’dir. Bu asırda da Risale-i Nur dinsizlere karşı medeni dünyayı koruduğu için, çünkü dinsiz insan medeni olmaz. Hatta 17. Lem’a’da diyor ki Üstad Bediüzzaman; en büyük ahmaklık nedir biliyor musun, bilinçsizlik. Bak konumuz bilinç ya. Bir insanın dinsiz, ahlaksız bir insandan kalkınma ve medeniyet beklemesidir. Yani nasıl ateşten su beklenmez, yüzde yüz yapısı farklıdır. Dinsiz ve ahlaksız bir insandan kalkınma ve bilinç beklemek, sosyal örgü beklemek o kadar ahmaklıktır, bilinçsizliktir. Onun için Türkiye Cumhuriyeti sandı ki dinsizlerle kalkınma olacak. Böyle bir hataya girdi. Demokratlar biraz geri adım attılar, keşfettiler. Türkiye biraz toparlandı ama halen biz iki berzah arasından gidip geliyoruz. Ne tam maddi bilincimiz var Türkiye’nin ne tam metafizik bilinci var. Dolayısıyla sıkıntılarımız budur. İnsanımız zekidir, çalışkandır, tabii kaynaklarımız çoktur ama biz iki denizden de, hem kiliseden olmuşuz hem camiden olmuşuz, bilincimiz kıttır yani. Bir de aşırılıklar var o da bilinci yaralıyor. İşte Zülkarneyn’nin yaptığı iş odur. Doğuya gidiyor, Batıya gidiyor. Batıda az vahşi var, kolay bir yönetim seçiyor. Bak bugünkü Batıda vahşet fazla yok, Doğuda daha fazla var. Doğuda bazı kurallar getiriyor. Bir de Kuzeye gidiyor ki asıl yamyamlık, komünizm, dinsizlik Kuzeyden çıkacağına işaret ediyor. Orada sed yapıyor, demirden bir sed. Ama sonra kıyametle bu da silinecek diyor Kur’an-ı Kerim. Bu demirden yapılan bir bilinç, bir sed. Kıyamet öyle umumi bir bilinçtir ki o demirden yapılmış sedleri dahi siliyor, yeryüzünü dümdüz ediyor. Ondan sonra Yecüc Mecüc’den bahsediyor. Birbirine girecekler, yani dünya sosyal olarak da ölecek. Biliyorsunuz dümdüz olmanın bir yolu da ölümdür. Ben bak burada kalkmışım bir buçuk metre boyunda, bilincim var konuşuyorum. Bak burada ne zaman ben yerle bir yeksan halk yeksan diye bir tabir var. Toprak ile bütünleşme, ölüm. Ölüm işte başka bir bilinç seviyesine geçmektir. Ve bu dünyevi küçük bilincin silinmesidir. Ve sosyal hayat ölümü Yecüc Mecüc tarafından, yani bugünkü tabiriyle anarşizm tarafından onun için üstad Bediüzzaman; en büyük tehlike ahirzamanda Yecüc Mecüc’dür, demiş. Ve bugün dünyada kutsal değerler yitirilmiş, umumi bilinç yaralanmış, ekolojik bilinç yaralanmış. Hava işte delindi, atmosfer delindi. Aile yıkılıyor Avrupa’da boşanma oranı %40 %50. Aile bilinci yok, toplum bilinci yok, akraba bilinci yok, din bilinci yok, tarikat bilinci yok, biz deccalleştik. İşte budur Yecüc Mecüc. Bunun tek çaresi imandır. İmandan başka Yecüc Mecüc’ün çaresi yok. Çünkü iman sonsuz bir bilinci yaşattırıyor. Eğer Musa rolünde kalmazsak yalnız. O Musa rolünde kalırsak İran’daki gibi olur. İran çok dindar bir devlet ama malesef Musa rolünde, İran’da Hızır yok. Bize Musa da lazım Hızır da lazım, bir de Yeşu devleti de lazım. Yani şeriat de lazım, veli de lazım, bir de davlet lazım. Ancak bu üçü anarşizmi önleyebilir.
Neyse Kehf suresine dönelim. Umumi bilincimizi de biz de parçalamayalım, fazla bölünmeyelim. Kehf suresinin başı vahiyden bahsetti, Kur’an’ı, düzgün bir kitaptan bahsetti. Ve Kur’an’ın düzgünlüğünü Jung farketmiş, peygamberin en ilkel bilinç altısından dolduruyor. Yani ilkel bilinç, adi bilinç, seviyesiz bilinç demek istemiyor Jung orada. Nasıl ağaçlarda bilinç ilkeldir ama düzen daha çok yoğundur. Narın tanesi, meyvelerin tanesi biliyorsunuz ne kadar harikadır. Peygamber Kur’an’ı üst bilincinden, beşerî bilincinden, Arap bilincinden işte baba bilincinden almadı. O en doğal bilinci ki bütün kâinatın sembolüdür o. Ondan aldı. Ve Kur’an’ın bütün harflerinin düzenli, sayılı, mucizeli olmasının esprisi budur. Yoksa Peygamberin işi gücü yok o harfi burda kullanmayım, orda kullanayım, böyle olmazki. O bilinçten aynı nar tanesi gibi fışkırdığı için, nasıl ağaçtan nar tanesi fışkırıyor ve orada mükemmel bir düzen var. Kur’an da Peygamberin en doğal bilincinden, ilkel demeyim de o Jung kendisine göre ilkel, ama ben doğal bilincinden geldiği için o kalbidir, Peygamberin kalbi orasıdır. Bütün kâinatın sembolüdür peygamberin kalbi, oradan doğduğu için baştan sona kadar bütün sayısal değerler tevafuk ediyor. Bir beşerin, bir bilgisayarın ihtimallerinin dışında bir ihtimaller var içinde düzen ihtimaller var. Ve Kur’an en sonunda başta da vahiy, Kehf suresi bu metafizik aleme açılmanın yolu hamddir, vahiydir, dindir. Sonuçta diyor ki, bir beşerim küçük bir bilincim var Allah’ın işine karışamam fakat bana vahyediliyor ki tek bir ilah var. Bak çok ilginç. Tek bir ilah var nedir biliyor musunuz? Kâinatta tek bir bilinç var. Öyle melike’nin, Rumeysa’nın, Ali’nin, Veli’nin bilinci önemli değil diyor. Varsa yoksa “lâ ilâhe illâ hû” bilincidir. O bilinç içinde sonsuz bir derya var. Nasıl balık deryaya karıştı dirildi. İşte siz de bu tevhid sayesinde ölümsüzlüğü yaşayabilirsiniz. Ve bu vahiy sayesinde bu aleme geçilebiliyor, yaşanılabiliyor. Ve Allah’ın kelimeleri sonsuzdur, diyor son ayette. Sonsuz, yani kelime bilinç ifade ediyor ya. Allah sonsuz varlığa, imkanlara sahip olduğu için adeta çoğalttığı kelimeleri de sonsuzdur. Yani sonsuz üretim yapıyor. Dolayısıyla korku, tükenme, yokluk, ölüm yok ve bunun da son emri “lâ ilâhe illâ hû” dur. Yani tevhiddir. Tevhidle biz bu alemi yakalayabiliriz, tevhidle yaşayabiliriz, tevhidle bu umumi bilince erebiliriz. Ve bunun yolu, kim Allah’a kavuşmak istiyorsa son ayet budur, kim Allah’a kavuşmak istiyorsa o diyor ameli salih işlesin. Ve Allah’ın rızasından başka bir şey aramasın. Ameli salih tevhidin pratize edilmiş şeklidir. İnsanı ebedileştiren, küçük bilincini sonsuz bilince kaynaştıran bir ameliyedir ve ameliyattır bir eylemdir. Cenab-ı Hak hepimizi ebedileştirsin. Küçük bilincimizde boğdurmasın. Sonsuz ilahi varlık deryasında yüzen mutlu olan balıklar gibi yapsın. Amin

Soru: Biraz özel bir konu olacak ama. Bilinçten bahsettik, “ene”den gençlikten bahsettik. Üstad Bediüzzaman hazretleri keşke bedenim bu kadar büyük olsaydı cehennemi doldursaydı diyerek başlayan cümleyi söylüyor.
Hoca: İşte o umumi bilinç
Soruya devam: Fethullah Gülen hoca cemaatinden değilim sadece ailemizden aldığımız bir....
Hoca: Biz kimseyi kınamadık burada, herkesi övüyoruz.
Soruya devam: Sadece anlamak için soruyorum, merak ettiğim için soruyorum. Öyle bir cemaat düşünün ki kendi nefsini başkasına feda edebiliyor. Öyle bir cemaat düşünün ki ya da öyle bir birey düşünün ki o cemaate mensup, evinin kapılarını haftanın her günü o kişilerin refahın adına açabiliyor.
Hoca: Hepsi güzel bir bilinçtir.
Soru: Sadece demek istediğim şu, böyle bir bilinç var. Başkalarının nefsini kurtarmak adına başörtüsünü açabiliyor, saçlarına aklar düşebiliyor. Sabahlara kadar ağlayabiliyor.
Hoca: O da güzel bir şeydir. Benim kastım ilim konusunda kızım. Senin sorunu anladım. Şimdi ben nur cemaati içinde büyüdüm. Ben de yabancı değilim bu kültüre. Cemaatin düzeni, hizmetin düzeni, umumi bilincin o sosyal örgüdeki ilahi bilincin kurulması için elimizden gelen her nevi fedakarlığı yapmalıyız. Fakat aynı zamanda ilim konusunda ben Fethullah hocadan ayrı bir şey bulmalıyım, düşünmeliyim, yazmalıyım, çizmeliyim kişiliğim olmalı. Bak bir hadis var sahabeler konusunda. Her bir sahabe bir yıldız gibidir. Yani birbirinden farklıdır. Hepsi de peygamberin müridleri gibiydi, arkadaşlarıydı. Fakat her sahabedeki küçük bilinç farklıdır ve her birisi diyor, sizi doğru yola iletebilecek kadar da zengin bilinç sahibidir.

Soruya devam: Benim bildiğim şu var. Edirne’de benim ailem. Orada bir cemaat var bir evi idare edmiyor. İşte Hocaefendinin belki 20-30 tane evi var.
Hoca: Biz kimseyi eleştirmiyoruz.
Soru: Ben sadece sormak istiyorum.
Hoca: Bak Musa küçük bilinçte kaldı. Kurallara bağlı kaldı, kaybetti geçici olarak.
Soru: Onlar silik değiller, yani şöyle söyleyeyim. İçinde olmadığım halde ben, yani sonuçta ticari hayatta gerek ilim anlamında.
Hoca: Yok silik değiller kızım. İlim konusunda biraz zayıflık var kızım onu kabullenelim, kapatalım bu konuyu.
Soru. İnsandan kaynaklanan eksiklikler her zaman var. Bu, bütün cemaatlerde de var.
Hoca: Zaten benim buradaki sohbetimdeki amaç da budur. Biz burda kimseyi eleştirmek için bir araya gelmedik.
Soru: Tabiiki, hangi bilinç bu cemaate iş yoktur demeye sahiptir. Sadece bunu öğrenmek istiyorum. Hoca: İlim konusunda zayıflık.
Soru: Ama iş yoktur demek çok ciddi bir. Siz dediniz ki “Fethullah hocaefendinin cemaatinde iş yoktur.”
Hoca: Hayır, özür diliyorum. Ben bilgi konusunda. Eğer böyle birşey demişsem lafımı geri alıyorum.
Soru: Yani bu çok ağır.
Hoca: Yok ben o konuda özür dilerim. Bilgi konusunda biraz eksiklerimiz var. O da bireyin tam korunamamasından kaynaklanıyor. Zaten Fethullah hoca kendisi de söylüyor. Yani biz akerî disiplin cemaati yaşatıyoruz. Askeî cemaatte ilim olmuyor. İlim cemaatlerinde hürriyet biraz fazla olmalı. Bilincin korunması da lazım. Bu bir eleştiri değil. Nasıl Ebu Zer’in rengi farklıdır, İmam Ali’nin rengi farklıdır, Hz. Ebu Bekir’in bilinci farklıdır. Bu bilinçleri biz ancak değerlendiririz. Ve ben eğer öyle bir laf kullanmışsam özür dilerim. Yok, onu yanlış kullandım.

Hiç yorum yok: