31 Aralık 2007 Pazartesi

TAOİZM VE KONFÜÇYANİZM

TAOİZM VE KONFÜÇYANİZM

Çoğunlukla eski toplumlar kendi tarihleri için sıkı bir kronoloji kurmayı akıllarından bile geçirmemişlerdir.Kimileri ise tarihin en karanlık çağları için,en azından kelimenin asıl gerçek ve yalın anlamıyla,büyük yanlışlık yapmaksızın,tarih diyemeyeceğimiz sembolik rakamlar kullanmışlardır.Çinliler bu açıdan oldukça dikkate değer bir istisna teşkil ederler.Belki onlar,geleneğin ta başından beri,belirli astronomik gözlemleri aracılığıyla tarihleri kaydetmeye büyük özen göstermiş biricik toplumdur.Bu işi,anısı saklanacak olayların meydana geliş zamanlarında,gökyüzünün durumunu tasvir ederek yapıyorlardı.Öyleyse Çin’le ve onun antik tarihiyle ilgili durumlarda,başka durumlarda olduğundan daha kararlı olabiliriz.Çin geleneği diyebileceğimiz geleneğin kökeninin aşağı yukarı milattan önce 3700 yıllarına kadar uzandığını biliyoruz.İlginç bir rastlaşma sonucu,İbrani çağı takvim başı da aynı çağa rastlamaktadır.Ama bu sonuncusu için,ilk başlangıç noktasının gerçek olarak hangi olaya tekabül ettiğini söyleyebilmek güçtür.
Böyle bir köken,Greko-Romen uygarlığının başlangıcıyla ve “klasik” denilen eski çağ tarihleriyle karşılaştırıldığında, ne denli eski görünürse görünsün, yine de oldukça yenidir.Orta Asya’nın bazı bölümlerinde tahminen o zamanlar oturmakta olan sarı ırkın durumu acaba bu çağdan önce ne idi?Elde yeterince kesin veriler olmadığından bunu belirlemek imkansızdır.Öyle gözüküyor ki,bu uykudan kendini çekip çıkarmıştır.Demek oluyor ki,bir başlangıç gibi gözüken bu durum çok öncelerine ait bir geleneğin uyanışı olabilir.Hatta diyebiliriz ki,oldukça net bir biçimde olumlu sayılabilecek biricik husus budur.Bu uyanışın o zamanlar yeni koşullara adapte edilebilmesi için değişik biçimlere sokulmuş olması muhtemeldir.Ne olursa olsun,Çin tarihi-ya da bugün biz onu Çin diye adlandırıyoruz- kendisine ilk imparator gözüyle bakılan Fo-hi ile başlar.Hemen eklemek gerekir ki,Çin geleneğinin özünü oluşturan bilgilerin tümünün kendisine dayandırıldığı bu Fo-hi ismi gerçekten asırlar boyu sürüp giden belli bir dönemi belirtmeye yaramaktadır.
Geleneğin ilkelerini tespit etmek için Fo-hi, yalın ve aynı zamanda mümkün olduğu kadar bireşimli çizgisel semboller kullandı:Düz çizgi ve kırık çizgi,karşılıklı olarak “yang” ve “ yin” işaretleri,yani Yüce Metafiziksel Birlik’in bir tür polarmasından kaynaklanan etken ve edilgen bu iki ilke,bütün evrensel zuhuru doğurur.Bu iki işaretin mümkün olan tüm birleşiminden sekiz ”kua” yani “ üçlü” meydana gelmiştir.Bunlar daima Uzakdoğu geleneğinin temel sembolü olarak kalmıştır.Denilir ki, Fo-hi, kua ları çizmeden önce göğe baktı,sonra gözlerini yere dikti,yerin özelliklerini gözlemleyerek inceledi,insan vücudunun ve bütün zahiri nesnelerin karakterlerini belirledi. Bu metin,”Büyük Üçlü” nün (La Grande Triade) açık ifadesini içermesi bakımından özellikle ilginçtir: Gökyüzü ve Yeryüzü,ya da bütün varlıkların meydana geldiği birbirini tamamlayan iki ilke;ve tabiatı gereği,hem Gökyüzüne hem Yeryüzüne ortak olan insan,üçlünün ortak terimidir;Gökyüzüyle Yeryüzü arasındaki aracıdır.Burada “gerçek insan“ ın yani yüksek düzeydeki yetilerini geliştirmiş,varlıkların konuşması ve değişimi esnasında,Göğe ve Yere yardım edebilen,böylece Yerle Gök arasında bir üçüncü güç oluşturan varlıklın söz konusu olduğunu belirtmek uygun olur.Yine denilir ki,Fo-hi kendisinde Göğün ve Yerin güçlerini birleştiren ve sırtına çizilmiş “kua” lar, ya da “üçlü” ler taşıyan bir ejderhanın ırmaktan çıktığını gördü.İşte burada da aynı şeyi sembolik olarak ifade etmenin bir başka biçimini görüyoruz.
Demek ki,geleneğin tümü,önce öz olarak ve sonsuz imkanlara dayanak olmaya oldukça elverişli semboller olan üçlüler içinde çekirdek biçiminde mevcuttur:Geriye ister saf metafizik alanında olsun ister kozmik düzende ve insana ait değişik uygulamalar alanında olsun,gerekli gelişimleri ondan çekip çıkarmak kalıyor yalnızca.Bunun için Fo-hi üç kitap yazdı.Ancak “Yi-king” yani “ Değişimler Kitabı” adlı birinci eser bize kadar ulaşabildi.Bu kitabın metinleri o kadar mücmel,bireşimli ki,zaten kendi aralarından son derece güzel bir biçimde uyum sağladığı için,hangi ilkelerle yetineceğinize veya bu ilkeleri şu ya da bu şekilde belli bir düzene uygulamak isteyişinize göre,bir çok anlamlar çıkartılabiliyor.Böylece metafizik anlamın dışında,bir çok geleneksel bilimleri meydana getiren,değişik önemleri haiz bir çok bilim var:Mantık,matematik,astronomi ve benzerleri.Hatta kahinlikle ilgili de bir inceleme var ki bütün bilimlerin en aşağısı olarak değerlendirilmiştir.Bugün bununla uğraşanlar,şurada burada dolaşan hokkabazlardır.Kısacası,burada bütün geleneksel öğretilere ait ortak bir özellik vardır.Ta başlangıçtan beri,bu öğretiler,bugün modern Batı’nın hakkında en ufak bir fikre bile sahip bulunmadığı çok sayıda değişik bilimlerin gelişmeleri de dahil,anlaşılabilen bütün gelişmeleri,ayrıca daha sonraki durumların gerektirebileceği bütün uyarlamaları da içermektedir.Dolayısıyla “Yi-king” kitabında bulunan ve bizzat Fo-hi ‘nin, çok eski ve tam olarak belirlenmesi oldukça zor olan bir geçmiş zamandan elde edip aktardığını belirttiği bilgilerin sırayla her iki öğretiye,Taoizm’e ve Konfüçyanizm’e, ortak bir temel teşkil etmesi o kadar şaşırtıcı olmamalıdır.Çin geleneği,bu iki öğretinin içinde günümüze kadar süregelmiştir.Bununla birlikte, her ikisi de tamamen farklı alanlarla ilgili olmalarından ötürü,ilk bakışta sanki birbirleriyle hiçbir alakaları yokmuş gibi gözükebilir.
Peki,aşağı yukarı üç bin yıl sonra,geleneksel öğretinin yeniden uyarlanmasını,yani kendisinde her zaman için kesinlikle özdeş olan bir esas üzerine olmayıp,ama daha çok bu öğretinin herhangi bir şekilde içinde parçalanıp başkalaşımı ya da değişimini zorunlu kılan koşullar nelerdir?Yine burada da,kuşkusuz,açıklanması güç olan bir nokta var,çünkü bunlar Çin’de olduğu kadar başka yerlerde de, dış sonuçların sebeplerden daha açık ve belli olduğuna dair yazılı tarihte hiçbir izi bulunmayan hususlardır.Her halükarda kesin olan bir şey varsa o da Fo-hi zamanında formüle edilmiş olduğu şekliyle,öğretinin,içerdiği öz bakımından,genellikle iyice anlaşılmadığıdır.Özellikle sosyal alanda,ondan çıkartılan uygulamalar,bu müddet zarfında,birtakım değişikliklere uğramış olması gereken ırk unsuru durumlarına kuşkusuz artık uymuyor.
O zamanlar milattan önce altıncı yüzyılda bulunuyordu.O çağda hemen hemen bütün toplumlarda çok önemli değişimlerin olmuş olması dikkat çekicidir,öyle ki,o zamanlar Çin’de olup bitenler belki tanımlanması güç ama belli bir sebebe bağlıymış gibi gözüküyor, ki olay tüm yeryüzü insanlığını etkilemişti.Şaşılacak yan şu ki,bu altıncı yüzyıl,belki de çok genel bir biçimde,tam olarak “tarihi” diyebileceğimiz dönemin başlangıcı olarak değerlendiriliyor.Daha uzaklara gidilecek olursa,Çin’de olduğu gibi,birkaç istisnai durum dışında,yaklaşık olarak bile bir kronoloji çizmek imkansızdır.O çağdan itibaren,aksine olayların tarihi çok net bir doğrulukla her yerde biliniyor.Elbette burada düşünmeye değer bir olay var:O zamanlar meydana gelen değişimler zaten ülkelere göre değişik özellikler arz ediyordu;örneğin Hindistan’da her türlü otoriteyi inkara,sosyal ve düşünsel alanda gerçek bir anarşiye varıncaya kadar ileri giden,geleneksel çizgiye bir başkaldırı olarak Budizm’in doğduğu görüldü.Buna karşılık Çin’de Taoizm ve Konfüçyanizm denilen iki yeni öğreti kendiliğinden,geleneksel çizgisi doğrultusunda oluştu.
Bu iki öğretinin kurucuları Lao-tseu ve Kong-tseu, demek ki çağdaştılar.Batılılar ikincisini Konfüçyüs diye adlandırırlar.Tarih bize her ikisinin karşılaştığını söylemektedir:”Tao’ yu buldun mu” diye sordu,Lao tseu.”Onu yirmi yedi yıl aradım ama bulamadım” dedi Kong-tseu.Bunun üzerine,Lao-tseu muhatabına şu öğütleri vermekle yetindi:”Bilge kişi karanlığı sever;olur olmaza kendini kaptırmaz.Zamanı ve şartları inceler.Eğer yer ve zaman elverişliyse konuşur yoksa susar.Hazinesi olan biri,onu herkese göstermez.Demek ki gerçekten bilge olan kişi hikmeti her gelene açıklamaz.İşte sana söyleyeceklerimin hepsi bu.Bunlardan yararlan.”Kong-tseu bu görüşmeden sonra dönüşte şunları söylüyordu:”Lao-tseu’yu gördüm.O bir ejderhaya benziyor.Ejderha ise,bilmiyorum bulutlar ve rüzgarlar tarafından nasıl taşınabilir ve göğe nasıl çıkabilir?”.
Tarihçi Sse-matsien tarafından anlatılan bu hikaye,iki öğretinin-öğretinin iki kolunun desek daha uygun olur-karşılıklı durumlarını mükemmel bir şekilde tanımlıyor.Bundan böyle Uzakdoğu geleneği bu kollarda ikiye ayrılmış oluyordu:Biri öz olarak salt metafiziği içerir ki buna teorik veya daha doğrusu “idrak edilebilir”(cognivite) bir özelliğe sahip bütün geleneksel ilimler dahil olur;öteki ise,pratik alana sokulmuş ve salt sosyal uygulama alanlarında kalmıştır.Kong-tseu bizzat kendisi ”Bilgi içinde doğmadığını” yani metafizik alana ait ve akıl üstü (supra-rational) olan mükemmel bilgiye ulaşamadığını itiraf ediyordu.O geleneksel sembolleri biliyordu.Ama onların derin anlamını inceden inceye anlayamamıştı.İşte bu yüzden,onun eseri zorunlu olarak özel ve olağan bir alanla sınırlıydı.Bu alan ancak kendisinin uzmanı olduğu bir alandı.Ama en azından kendini aşan konuları inkar etmekten son derece kaçınıyordu.Bu hususta, az veya çok uzaklaşmış öğrencileri her zaman onu taklit edemediler.Kimileri ise,çeşitli türlerin uzmanları yanında çok yaygın bir terslik dolayısıyla,milattan önce altıncı yüzyılın büyük Taoist yorumcuları,Li-tseu ve özellikle Tchoang-tseu adına, sertçe alaylara birtakım cevaplar yetiştirmek amacıyla kendilerini cezbeden bir dar görüşlülük içine düştüler.Bununla birlikte kimi çağlarda ortaya çıkan tartışma ve çekişmeler Taoizm’i ve Konüçyanizm’i iki rakip ekolmüş gibi göstermemelidir.Kaldı ki,hiçbir zaman rakip de olmadılar,olamazlar;her birinin kendine özgü ve net olarak belirli bir alanı vardır,öyleyse onların aynı zamanda ve birlikte oluşları çok normaldir ve uygundur.Bir çok bakımdan onların bu ayrılığı,öteki uygarlıklardaki manevi otoriteye ve maddi güce tekabül eder.
Zaten daha önce belirttiğimiz gibi,her iki öğretinin ortak bir kökeni vardır:Önceki Gelenek.Ne Kong-tseu ne de Lao-tseu salt kendi düşüncelerini açıklamak gibi bir niyetin içine asla girmedi.Eğer öyle olsaydı,her tür otoriteden ve gerçek değerden yoksun olurlardı.”Ben eskileri seven ve onların bilgilerini elde edebilmek için bütün gücünü kullanan bir kimseyim” diyordu Kong-tseu.Bu tutum modern Batılıların bireyciliğine ve ne pahasına olursa olsun “orjinalite”iddialarına karşıt olarak,bir geleneksel uygarlık yasasıyla uyuşabilecek biricik tutumdur.Daha önce kullandığımız “yeniden uyarlama” sözü buraya çok uygun düşmektedir.Bundan çıkan toplumsal kurumlar ise,çok belirginlik, bir sağlamlık ve kendi içinde bir denge arz etmektedir,çünkü bunlar yirmi beş yüzyıl boyunca ve ayrıca Çin’in şu ana kadar geçirdiği bütün sarsıntılarda hayatiyetlerini sürdürdüler.Bu kuruluşları inceleyecek değiliz,ana hatlarıyla bunlar zaten oldukça bellidir.Ancak,temel özellik olarak aileyi esas aldığını,buradan kabileye uzandığını hatırlatacağız.Kabile zaten köken itibariyle aynı soydan aileler bütünüdür.Çin uygarlığının özelliklerinden biri de soy birliği ve kendi aralarında bireylerini birleştiren dayanışma fikri üzerinde kurulmuş olmasıdır,oysa öteki uygarlıklar bundan tamamen farklı bir birlik ilkesi üzerine dayanırlar;bu uygarlık genellikle insanları,değişik ırklara mensup olarak ve pek iyi tanımlanmamış olarak tanırlar.
Nitekim Batı’da Çin’den ve Çin öğretilerinden söz edilince,aşağı yukarı sadece Konfüçyanizm akla gelir;ama bu,Konfüçyanizm’i her zaman düzgün bir şekilde yorumlarlar anlamına gelmez;hatta bazen onu bir tür “pozitivizm” haline soktukları da olur;gerçekte o,çok daha başka bir şeydir:İlk önce geleneksel özelliği nedeniyle,sonra,daha önce dediğimiz gibi,yüce ilkelerin bir uygulaması olduğu için çok farklıdır;halbuki pozitivizm,tam tersine bu tür ilkelerin inkarını içerir.Taoizm’e gelince genellikle hakkında bir şey söylenmeyip susulmuştur.Pek çok kimse , onun varlığından bile haberdar değildir;ya da en azından,uzun zamandır kaybolduğunu ve bunun artık arkeolojik ve tarihsel bir değerden başka bir anlam taşımadığını sanırlar.Şimdi bu yanılgının nedenlerini göreceğiz.
Lao-tseu çok kısa ve özlü bir kitap yazdı:”Tao-te-king”(Yol ve Doğruluk Kitabı).Taoculuğa ati bütün öteki metinler ya bu temel eserin açıklamasıdır ya da birtakım tamamlayıcı bilgilerin daha sonraları yeniden yazılmasıdır.Önceleri eser dilden dile aktarılıyordu.Harfi harfine “Yol” diye çevirebileceğimiz ve bizzat öğretiye adını verdiği “Tao”,tamamen metafizik bakış açısından ele alınan Yüce İlke’dir:O,varlıkların hem başı,hem sonudur,sözcüğü oluşturan harflerin özelliği de bunu açıkça belirtmektedir.Kimileri bazen Te’yi Erdem olarak çeviriyor.Biz buna Taoizm düşüncesinde kesinlikle olmayan” ahlaki” bir anlam veriyormuş gibi gözükmemek için daha çok “Doğruluk ” diye çevirmeyi yeğliyoruz.Diyoruz ki “Te” Tao’nun,örneğin beşeri varlık gibi,belli bir varlığa göre “özel belirtilişi” dir:Bu varlığın şu anda içinde bulunduğu durumda,varoluşunun “Yol”a göre veya başka bir deyişle,İlke ile uyum halinde olması için izlemesi gereken yoldur.Demek ki Lao-tseu ilkönce evrensel düzen içinde yerini alıyor ve daha sonra bir uygulama içine giriyor;ama bu uygulama her ne kadar insanın durumunu özel olarak amaçlasa da,toplumsal ya da ahlaki bir görüş açısından hiç mi hiç ele alınmamıştır.Burada ele alınan, varlığın yalnızca ve her zaman için yüce İlke’ye bağlanmasıdır;böylece,gerçekte metafizik alanın dışına kesinlikle çıkmıyoruz.
Bu nedenle Taoizm dış eyleme hiç önem vermez.Eylemi kendi kendini önemsemezlikte görür.Kesin olarak” hareket etmemek” düşüncesini öğretir;genellikle Batılılar bunun gerçek anlamını bir türlü kavrayamazlar.Gerçi bu konuda,anlamı gerçekte aynı olan Aristo’nun “hareketsiz hareket ettirici”(moteur immobile) teorisiyle bunu kolayca anlayabilirler,ama hiçbir zaman bu teorinin dahi sonuçlarını geliştirip değerlendirmeye özen göstermemişlerdir.Hareket etmemek hiç de hareketsizlik değildir;tersine,hareket etme eyleminin bütünlüğüdür.Ama bu,aşkın,tamamen içsel tezahür etmeyen ve İlke ile birlik halinde olan bir eylemdir.Öyleyse,bu eylem avamın haksız yere hakikat sandığı bütün dış görünüşlerin ve dış belirtilerin ötesindedir.Oysa bütün bu dış görünümler O’nun az ya da çok uzak bir yansımasıdır.Dikkat edilecek olursa,temel görüş açısı eylem olan Konfüçyanizm,dış dünyanın bitmez tükenmez değişkenliğinden arınmış” değişmez ortam” dan yani mükemmel denge durumundan hemen hemen hiç söz etmez.Ama ona göre,burada salt teorik bir idealin ifadesi vardır.Olsa olsa olağan alan içinde gerçek “hareket etme”nin yalın bir imgesini yakalayabilir.Oysa Taoizm için tamamen başka bir şey,yani bu aşkın halin çok etkin bir gerçekleşmesi söz konusudur.Kozmik çarkın merkezine yerleşmiş olan yetkin bilge kişi bu çarkı,görülüp fark edilemez bir biçimde,onun hareketine katılmaksızın ve herhangi bir hareket yapma gereği duymaksızın,yalnızca varlığıyla hareket ettirir.O’nun mutlak ilgisizliği kendini her şeye egemen kılar , çünkü artık hiçbir şeyden etkilenmez.”O,mükemmel sessizliğe,telaşsızlığa ulaşmıştır.Hayat ve ölüm onun için birdir.Evrenin çökmesi bile hiçbir şekilde onun telaşlanmasına neden olmaz.İnceden inceye,iç denetim yapa yapa,o değişmez gerçeğe ulaşmış,biricik evrensel İlke’yi tanımayı başarmıştır.Varlıkları alınyazılarına göre serbestçe hareket etmeleri için kendi kendilerine bırakır.Kendisi ise bütün yazgıların merkezinde hareketsiz durur.Bu iç durumun dış belirtisi sarsılmazlıktır.Zafer uğruna,savaş halindeki bir ordunun üzerine,tek başına saldırıya geçen bir kahramanın sarsılmazlığı değil elbet,ama gökyüzünden,yeryüzünden ve bütün varlıklardan üstün olan,kendisinin hiç bağlı olmadığı bir bedende duran,duygularının kendisine sağladığı görüntülerin hiçbirisini göz önünde bulundurmayan,hareketsiz ünitesinde evrensel bilgisiyle her şeyi bilen ruhun sarsılmazlığıdır bu.İşte insanlara egemen olan ruh kesinlikle bu ruhtur.Eğer onları o belli günde kitle halinde çağıracak olsa hepsi koşar gelir.Ama kendine hizmet ettirmek istemez.” “Eğer gerçek bilge, kendine rağmen hareket etmeme eylemi içinde bulunarak gücünü üstlenmeye özen gösterecek olsa, hiçbir şeye karışmamaktan doğan boş zamanlarını,doğal eğilimlerini serbestçe akmaya bırakmada kullanırdı.Kuşkusuz kudret,bu insanın ellerine teslim edilmiş demek olurdu.Organlarını devreye sokmadan,bedensel duygularından yararlanmadan,hareketsiz biçimde konum almışken aşkın gözle her şeyi görebilecektir.Tefekküre dalmış bir durumda gök gürültüsü gibi her şeyi sarsıp inletecektir.Fiziki gökyüzü,hava uysalca onun ruhunun hareketlerine uygulanacaktır.Bütün varlıklar,tozun rüzgarı takip ettiği gibi,onun hiçbir şeye karışmama eğilimini izleyecektir.Bu adam,kudretini oluruna bırakmak varken,onu niçin kımıldatmaya uğraşsın?”
“Hareket etmeme” düşüncesi üzerinde özel olarak ısrarla durduk;bu düşünce Taoizm’in en belirgin ve en önemli özelliklerinden biri olduğu için sadece,bir de bunun çok özel sebepleri var ki onları bu yazının ilerisi daha iyi anlatacaktır.Ama akla bir soru geliyor:Yetkin bilgenin durumu olarak betimlenen duruma nasıl ulaşılabilir?Bu sorunun cevabı,öteki uygarlıklarda bulunan benzeri tüm öğretilerde olduğu gibi,burada da oldukça nettir:Oraya ancak ilim ve irfanla ulaşılabilir.Ama Kong-tseu’nun bile elde edemediğini itiraf ettiği bu ilim,bayağı ilimden ya da “ladini”(profane) ilimden çok farklı bir şeydir.Bilginlerin zahiri bilgisiyle, çok haklı bir nedenle,hele hele modern Batılıların anladığı bilimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.Bayağı ilim,çoğu kez çizdiği sınırlarla ve kazandığı zihinsel alışkanlıklarla gerçek bilginin elde edilmesine bir engel olduğu halde,burada bir bağdaşmazlık söz konusu değildir.Ama bu bilgiyi kim elde ederse ,insanların çoğunun hoşlandığı nisbi ve mümkün kuramları,insanların giriştiği ayrıntı çözümlemelerini ve araştırmalarını,ayrıca bunların kaçınılmaz sonuçları olan pek çok düşünce ayrılıklarını zorunlu olarak bir kenara koyup önemsiz saymalıdır.”Filozoflar kuramları,söz sanatçıları kibar sözleri,araştırmacılar bir yığın araştırmaları içinde kaybolup gidiyorlar.Bu adamların hepsi mekanın sınırları içinde tutuklu ve özel varlıklarca gözleri kör edilmiş bir durumdadır.” Bilge ise aksine,zahiri görünüme bağlı olan bütün farklılıkları aşmıştır.Onun bulunduğu merkezi noktada her tür karşıtlık kaybolmuş ve mükemmel bir denge içinde erimiştir.”İlk kadim durumda bu karşıtlar yoktu.Bütün bunlar, varlıkların çeşitlenmesinden ve evrenin dönüşüyle ortaya çıkan temaslardan türemiştir.Eğer söz konusu çeşitlilik ve bu dönme hareketi duracak olsa,karşıtlar yok olur.Belirgin benini ve özel devinimini hemen hemen hiçe indirgemiş varlığı da artık etkileyemez duruma gelirler.Artık bu varlık,başka hiçbir varlıkla çatışma haline giremez,çünkü o sonsuzluk içine yerleşmiş ve sınırsızlık içinde silinmiştir.O hiçbir çatışmanın olmadığı nötr nokta olan dönüşümler noktasına ulaşmış ve orada durmaktadır.Tabiatının yoğunlaşmasıyla,ruhunun gerekli besilerle iyiden iyiye dolmasıyla,bütün gücünün bir araya toplanmasıyla,tüm varlıkların biricik ilkesiyle birleşip bütünleşmiştir.Tabiatı bütün,ruhu tertemiz olacağından,hiçbir varlık ona zarar veremez”.
İşte bunun için bilge kişi çoğu insanların içine düştüğü tartışmaların dışında kalır,elbette ulaştığı bilgi seviyesinin doğurduğu bir tür şüphecilikten dolayı değildir bu.Ona göre ,gerçekten bütün karşıt düşünceler aynı oranda değersizdir,çünkü karşıtlıklarından ötürü hepsi aynı şekilde nisbidir.”Onun bakış açısı,şunun ya da bunun,evet ya da hayır ın artık ayırt edilemez gözüktüğü bir noktadır.Bu nokta ilkenin temel öğesidir.Burası bir çemberin sabit merkezidir.Bütün mümkünlükler,farklılıklar ve bireysellikler çemberin çevresinde dolaşır.Bu merkezi noktadan, ne şu ne bu,ne evet ne hayır olan ancak tek bir sonsuz görülür.Her şeyi,farklılaşmamış ilk birlikte,kadim tevhidde ya da her şeyin Bir’de eridiği bir mesafeden görmek…İşte gerçek akıl:Biz ayırt etmekle uğraşmayalım,fakat her şeyi ilkenin birliğinde görelim.Mutlaka kazanmak için tartışmayalım,ama başkalarıyla maymun eğiticisinin yöntemini kullanalım.Bu adam yetiştirdiği maymunlara: Size sabah üç akşam dört yerelması vereceğim der.Maymunların hepsi burun kıvırırlar.O zaman,size sabah dört,akşam üç yerelması vereyim, der eğitici.Bu kez maymunların hepsi sevinçten deli olur.Onları sevindirmiş olmaktan yararlanan eğitici maymunlara günde,önceden vermeyi tasarladığı yedi yerelmasını verir.Bilge de böyle yapar.Sükun ve barış uğruna, evet ya da hayır der ve evrensel çarkın ortasında sakince,çarkın döndüğü yöne ilgisizce durur.
Ancak belirtmek gerekiyor ki,üzerinde titizlikle durduğumuz gerçek bilgenin durumuna ve bu durumla ilgili her şeye öyle kolayca birden bire ulaşılamaz.Taoizm tarafından kullanılan yöntemlerin izlenilmesi oldukça güçtür.Sağladıkları yardım ise çok azdır.Bu yöntemlerin başka ırklara ait insanlar için uygulanması hemen hemen olanaksızdır.Ancak buna kendini iyice uyarlamış ırklar başka…Bununla birlikte Çin’de bile Taoizm’in hiçbir zaman çok geniş bir yayılma alanı olmamıştır.Her tür propagandadan uzak kaldığı için yayılma olanağı bulamamıştır.Bu ihtiyat tabiatı gereği böyledir.Belli bir seçkin kesime özgü olduğundan ve ayrım yapmaksızın herkese teklif edilen bir öğreti olmadığından,çok kapalı,özellikle “inisiyatik” bir öğretidir.Çünkü herkes onu anlamaya,hele hele gerçekleştirmeye ehil değildir.Lao-tseu ‘nin bu öğretiyi yalnızca iki kişiye öğrettiği,o ikisinin de on kişiye öğrettiği söyleniyor.Tao-te-King ‘ i yazdıktan sonra,Batı’ya doğru gitti,kayboldu.Kuşkusuz Tibet’in ya da Himalaya’nın erişilmez bir köşesine çekildi.”Ömrünü nerede ve nasıl tüketti bilinmiyor” diyor tarihçi Sse-matsien.
Konfüçyanizm ise herkese ortak olan,herkesin olanakları ölçüsünde inceleyerek öğrenip uygulama alanına koyması gereken bir öğretidir.Toplumsal ilişkilerin tümünü kapsayan bu öğreti,günlük yaşamın bütün gereksinimlerini karşılamaya yeterlidir.Bununla birlikte,mademki Taoizm İlke’ye özgü bilgiyi temsil ediyor ve geriye kalan her şey bu bilgiden kaynaklanıyor,Konfüçyanizm de gerçekte bütün bunların olağan düzen içinde uygulanışından başka bir şey değildir.Tabiatı gereği ona sıkı sıkıya bağlıdır.Fakat burada halkın ilgilenmesini gerektirmeyen bir husus var,çünkü pratik uygulama sadece düşünsel ufuk içine giriyor.Söz konusu ettiğimiz “ halk” içinde elbette bizzat Konfüçyanist bilginlerin büyük çoğunluğunu da almamız gerekir.Taoizm ile Konfüçyanizm;iç öğreti ve dış öğreti arasındaki bu olgu ayrımı,tüm biçim sorunları bir yana bırakılacak olursa,Çin uygarlığıyla Hint uygarlığı arasında mevcut olan önemli farklardan birisidir.Hint uygarlığında,hem ilkeyi hem de en küçük dereceden en büyük dereceye kadar bütün uygulamaları kapsayan biricik temel gövdesi vardır öğretinin:Brahmanizm;öyle ki öğretinin bütünü içinde hiçbir kopukluk söz konusu değildir.Bu fark, büyük çapta iki toplumun zihinsel yapılarının farklılığına bağlıdır.Bununla birlikte Hindistan’da kuşkusuz yalnızca Hindistan’da süregelen devamlılık Fo-hi’nin zamanından Lao-tseu nin zamanına kadar vaktiyle Çinde de vardı.
“Hareket etmemek” konusunda yukarıda aktardığımız birkaç metne dikkatle bakılacak olursa,uygulama alanları içinde değilse bile,en azından prensipte Taoizm’in rolünün ne olması gerektiği kolaylıkla anlaşılacaktır.Olayları,orada doğrudan bir işlevi olmaksızın,hükmü altında tutan,görünmeden yönlendirme rolüdür bu.Dış hareketlerde apaçık olmamak için etkinliğini çok daha derinlerde gösterir.Daha önce söylediğimiz gibi,Taoizm “hareketsiz hareket ettirici ” işlevini yürütür:Eyleme girişmenin yollarını aramaz,hatta eyleme karşı tamamen ilgisiz kalır,çünkü o,eylemde sadece anlık ve geçici basit bir değişikliği, “biçimlerin akımı” nın (le courant des formes) çok küçük bir öğesini,”kozmik çark” ın çemberinin tek bir noktasını görür;ama, öte yandan,çevresinde bu çarkın döndüğü eksen ve üzerinde hareketinin düzenlendiği ilke gibidir,çünkü o harekete kesinlikle katılmaz.Hatta hiçbir zaman ve hiçbir şekilde devreye girmez.Çarkın hareketlerinde sürüklenen her şey değişir ve geçer gider.Ancak İlke’ye bitişik halde olan,merkezde hiç değişmeden duran,hatta nerdeyse İlke gibi değişmez olan öğe kalır.Merkez ise evrensel tezahürü oluşturan sonsuz değişim ve oluşum yığınlarının hareket noktasıdır.Bu ayrıştırılamaz birliği içinde,onu hiçbir şey etkileyemez.”
Şunu hemen belirtelim ki söylediklerimiz mükemmel bilge kişinin durumu ve işleviyle ilgilidir,çünkü o merkeze gerçekten ulaşan varlıktır.Bütün bunlar ancak Taoizm’in aşamalarının en yüksek derecelerine uygulanabilir.Öteki dereceler merkezle dış dünya arasında köprü durumundadır.Tıpkı tekerleğin parmaklarının poyrasından çıkıp dış çemberinde birleşmesi gibi,onlar hareketsiz eylemin yapıldığı değişmez noktadan gelen etkinin arada hiçbir boşluk bırakmaksızın ulaştırılmasını sağlar.Burada etki terimi eylem sözcüğünden daha uygun düşmektedir.İstersek böylece bir “varoluş eylemi” nin söz konusu olduğunu da söyleyebiliriz.”Hareket etmemek” bütünlüğünden bir hayli uzaklaşmış olsa bile,daha aşağı dereceler de herhangi bir şekilde ona katılırlar.Zaten bu etkinin iletişim yolları,nesnelerin yalnızca dış yanını görenlerin gözlerinden zorunlu olarak kaçar.Aynı nedenlerden ötürü Batı kafa yapısına(l’esprit occidental) sahip olanlar da hem bunları hem de hiyerarşinin değişik derecelerine geçişi sağlayan yöntemleri pek kavrayamazlar.Bu yüzden, “kapısız tapınaklar” ve “öğretim yapılmayan okullar” ya da sözcüğün batı anlamıyla dernek olma özelliklerinin hiçbirini taşımayan teşkilatlar üzerinde de ısrarla durmak yarar sağlamaz.Bu tür teşkilatların,belirli hiçbir dış şekilleri,hatta çoğu kez adları bile yoktur.Ama üyeleri arasında sağlanabilecek en etkin ve en sarsılmaz bağları sağlar.Bütün bunlar Batılıların kafasında hiçbir şeyi temsil etmez,çünkü onların alışık oldukları değerler,burada bir karşılaştırma özelliği bile taşımaz.
En dış seviyede,eylem alanına giren bir takım kuruluşlar mevcuttur elbette,ama her ne kadar Batı kuruluşlarından -ki sözüm ona gizli özelliğe sahip olduklarını iddia ediyorlar-daha başka bir gizlilik taşısalar da kolaylıkla anlaşılabilir gözüküyorlar.Genellikle,bu teşkilatlar geçici bir varlığa sahiptir,özel bir amaçla kurulmuşlardır.Görevlerini yerine getirince,geride iz bırakmadan kaybolurlar.Bunlar daha derin ve daha temelli başka teşkilatların basit birer uzantılarıdır.Direktiflerini doğrudan onlardan alırlar,oysa liderleri Taoist hiyerarşiye bütünüyle yabancı kişilerdir.Geçmişte önemli rol oynamış bazıları bugün halkın zihinlerinde masalımsı bir şekilde açıklanan anılar olarak iz bırakmıştır,örneğin şöyle bir şey duyduk:Böyle kuruluşların üstatları ellerine bir avuç dolusu toplu iğne alıyorlarmış ve onları toprağa serpiyorlarmış.Bu iğnelerden bir o kadar silahlı,teçhizatlı asker doğuyormuş.Bu öykü,ejderhanın dişlerini söküp çevreye yayan Cadmus’un öyküsüyle tamamen aynı.Bu masallar yalın görünümler içinde çok gerçek sembolik değerlere sahiptir.Sıradan birisi bunları yalnızca anlatıldığı gibi harfiyen ele alacak olursa haksızlık etmiş olur.
Zaten bir çok durumlarda söz konusu kuruluşlar en azından uç noktalarda birbiriyle karşıt,hatta çatışma halinde olabilir.Yüzeysel gözlemciler bu olaydan şu söylediklerimize karşı itiraz etmekten geri kalmayacaklar,hatta bu koşullar içinde yön birliğinin olmayacağını ileri süreceklerdir.Ne var ki, bu tür kimseler bir şeyi unutuyorlar:Söz konusu olan yön ,ileri sürdükleri karşı çıkmanın ötesindedir;karşı koyma olayının söylenildiği alan içinde değildir.Kaldı ki,bu karşı koyma işi ancak bu alan için geçerlidir.Bu tür itirazcılara cevap vermek gereksinimini duysaydık,onlara temel ayrımdaki ”evet” ve “hayır” ın eş değer anlamları hakkındaki Taoist öğretiyi anımsatmakla yetinirdik.Bu öğretinin pratiğe aktarılışına gelince,maymun eğiticisi hikayesine yeniden göz atmaları gerekecek.
Her zaman için saklı ve gizli olarak bulunan Taoizm’in gerçek etkisinin ne denli önemli olduğunu anlatmak için yeterince söz söylediğimizi sanıyoruz.Bu tür şeyler yalnızca Çin’de bulunuyor değil,ama başka yerlerde olduğundan çok daha belirgin bir uygulaması oradaymış gibi gözüküyor.Yine bu geleneksel teşkilatların rolü hakkında birazcık bilgisi olanların görünüşlere aldanmamaları ve şu anda Uzak Doğu’da süregelen benzeri olaylara bakarken çok temkinli olmaları gerekiyor,çünkü çoğu kez Batı dünyasında olup bitenlerle eş değerde tutularak değerlendiriliyor.Bu da bu değerlendirmeyi yapanları tamamen yanlış sonuçlara götürüyor.Çin uygarlığı geçmişte daha başka bir çok bunalımları atlatmış ve sonunda her zaman olduğu gibi dengesini bulmuştur.Kısacası,şimdiye kadar hiçbir şey şu andaki bunalımın geçmişteki bunalımlardan daha ciddi olduğunu göstermiyor.Öyle olduğunu kabul etsek bile,bu ırkın geleneği içindeki en esaslı ve en derin öğeye,Çin uygarlığının zorunlu olarak ulaşması gerektiğini varsaymak için,bu bir sebep olarak gösterilemez.Zaten bunalım dönemlerinde geleneği eldeki biçimde korumak için bir avuç insanın bile olması yeterlidir,çünkü bu tür şeyler kalabalık kitlelerin kaba gücüne dayanmaz.Geleneğin yalnızca dış yanını yansıtan Konfüçyanizm,toplumsal koşullar yepyeni bir biçimin kurulmasını sağlamak amacıyla değişmeye yüz tutacak olursa ortadan kaybolabilir bile;fakat Taoizm,bu olasılıkların ötesindedir.Unutulmasın ki,bilge kişi,belirttiğimiz Taoist ilkelere göre koşullar ne olursa olsun,kozmik çarkın merkezinde sakince kalır,hatta “evrenin çökmesi bile onda hiçbir etki ve heyecan meydana getirmez.”

Not: Rene Guenon ‘un İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış adlı eserinden alıntıdır.

Hiç yorum yok: