8 Şubat 2008 Cuma

Kutsal Metinler Terminolojisi

Kutsal Metinler Terminolojisi


Tevrat ve İncil ve Kur'an ve tüm kutsal metinlerin ve hatta hadislerin bir çoğunun kendine has bir terminolojisi var. Bu terminolojiye gaybi literatür denilir ve bu dil çözülmeden Kur'an'ın derinliklerine nüfuz edilemez. Ettim diyen de yalan söyler. Maalesef bu dili ehl-i tasavvuf zatlar az çok bulmuşlar ve tefsirlerine koymuşlar ama zahirperest alimlerimiz tarafından kınanıp reddedilmişler. Bu gaybi dile ait terminoloji hem Tevratta hem İncilde hem Kur'an'da hem de hadislerde aynıdır. Birisinde olup da öbüründe olmama gibi bir durum yok. Ayrıca Tevrat ve İncil'in ayetleri ekseriyetle Kur'an'ın bazı kısımları gibi olan "müteşabih" ayetlerdir ve gaybi boyuttaki bilgilerin alem-i şehadete uyarlanmasıdır. Bundan dolayı buradaki zahiren güzel gibi gözüken olaylar galb aleminde bizce çirkin gözüken şekilde olabiliyor ve öyledir ve Kutsal Kitaplarda da Allah bunu gayb diliyle anlatınca bizim gibi insanların zihni bulanıyor ve anlayamadığımız yerlerin "uydurukça" olduğunu söylüyor ve farkına varmadan Kutsal kitaplara laf atabiliyoruz.. Mesela bir örnek vereyim rüya alemi gaybi boyutla bağlı olduğu için gaybi literatürün çoğu oraya da uyuyor..Rüyada size para verilmesi veya paranızın olması günlük hayatta dua aldığınızı veya daha önceden dualar almış olduğunuzu gösterir..Duayla-paranın bağlantısı şudur: Dua bizim ahiretimiz ve gaybi boyutumuz için dünyadaki para gibi geçerli ve kıymettardır..Bundan dolayı ve gerekse başka cihetlerinden dolayı gaybi boyutta dualar para olarak gözükür,, Buna mukabil buradaki para rüyada "dışkı" olarak gözükür..Mesela birisi rüyada def-i hacet yapsa günlük hayatta masrafa gireceği anlaşılır..Bu, sembolik dildir ve Kur'an'da bu dil çok vardır..Gelelim Peygamberler ile ilgili kıssalarda bizce yanlış vehmedilen kısımlara: Önce size bir müfessir hatasını anlatayım da ayetlerdeki bu gaybi boyut anlaşılmayınca ne gibi saçmalıkların en büyük ve muteber müfessirlerce dahi yapıldığını göresiniz: Fetih suresinde ilk 2 ayetin içinde şöyle bir tabir var: " Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı..." Bu ayetin yorumunu Üstad Bediüzzaman 7. Lem'a isimli risalede peygamberlerin masumiyeti ve günahlardan her devirde masun oluşları şeklindeki ehl-i sünnet görüşünü esas alarak şunu der: Peygamberler günahtan masumdur. Buradaki günah sahabelerin peygamberimizin vefatından sonra yapacakları hatalı işlerinden dolayı onlara yönelik bir teselli verici müjdedir. Peygamberimiz sahabe cemaatinin yetiştiricisi olduğu için onların şahs-ı manevisi konumundadır. Onların günahı gaybi boyutta sanki Hz.Peygamber işliyormuş gibi gözüktüğünden Onun şahsında sahabelere İslamiyetin temellerinin atılmasında yaptıkları ve yapacakları büyük hizmetlerden dolayı arada yaptıkları küçük veyahut büyük günahların da affedileceğini müjde veriyor.. Gaybi boyutta ümmetlerin yaptıkları günahlar Ümmetin şahs-ı manevisi ve temsilcisi olan peygamberine ait olarak görülür. Oranın hükümleri böyle. Mesela Hz. Nuh hiç bir zaman içki içmedi ve içmez de ama onun ümmeti içki işiyle uğraşınca sanki o içkişle sarhoş olmuş şeklinde gaybi boyutta gözükür. Bunu Tevrat'ta böyle okuyoruz..İsteyen kişilere eldeki mevcut Tevrat nüshalarından Tevrat ayetlerindeki gaybi dili ve müteşabih yapıyı ikna edici bir şekilde açıklayarak Tevrat'ın da anlaşılmayan ve Kur'an'ın deyimiyle içinde " her şeyin açıklandığı " bir kitap olduğunu gösterebilirim. Allah içinde her şeyi açıkladığını söylediği bir kitabı hele hele kendi kitabını asla kimseye bozdurtmaz. Canlı şahidi Kur'an'dır. Hz.Lut ile ilgili kıssanın da yorumu açıktır. Aynı gaybi dil ve şahs-ı manevi literatürü onun ve ümmetinin hakkında da geçerlidir. O ayetlerin hiç biri uydurma ve küfür değildir bilakis yorumu bilinmeyen ifadelerdir. Hz.Yakub'un Allah ile güreşmesi ise çok basit ve hoş bir teşbihtir.Şöyle ki: Allah görülmez ve görülemez ama sünnetullah tabir edilen kanunları ile görülür ve varlığı çok açık hissedilir. Tevrat'ta Allah medeni insanların tabiat kanunlarını yeneceğini ifade için ve bunun mükemmeliğini vurgulamak için sünnetullahın şahs-ı manevisi olan kendisi ile medeni insanların şahs-ı manevisi olan Hz.Yakub'un güreşini anlatır..Yoksa -haşa- zahiri manasına kalırsa Kur'an'da da akla ve mantığa zıt bir çok ayet vardır..Mesela: "Dünyada kör olanlar ahirette de kör olacaktır" ayetini zahir manada almak Kur'an'a cinayettir..Kör olarak doğanların ne günahı var..Ayetin manası dünyada kalb gözleri manaya ve hakikate kör olanlar ahirette gerçekten gözleri kör olarak diriltileceklerdir..Çünkü burdaki zahir orada batın olacak, buradaki batın orada zahir olacak..Teemmel.. Son not, Bahaeddin Bey'in Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat isimli kitabı yıllar önce yayınlandı ve Kitab-ı Mukaddes'e yapılan dinsizlerin saldırılarını engelledi. Dinsizlerin o zamanki tezleri şu olduğu için böyle bir çalışmaya girişmişti: Bütün dinlerin kökeni Tevrat'tır. Tevrat ise Sümer efsaneleridir. Gelin inandığınız dini ne mal olduğunu görün"..Bu kitap yayınlandıktan sonra bu tezleri çürüdü...Tevrat'a dair 500'e yakın sorunun cevabı orada bulunmaktadır..Bu kardeşiniz okudu ve imanım kuvvetlendi..Size de tavsiye ederim..

Eymen..

TEVRAT VE İNCİL MUHARREF MİDİR

7 Şubat 2008 Perşembe

SON MÜLAHAZALAR

SON MÜLAHAZALAR

Aslında bu gelen 10 madde hakkında hiçbir not yazmak istemiyordum. Çünkü bana göre, elinizdeki, İncil ile ilgili bu kitaptaki konular, çok net ve açıktır. Ve açık olan bir konuda ile ilgili bu 10 madde yazılmış oldu... Evet bu meseleler, çok açık da olsa, bütün dünyayı hatta ahiret hayatını ilgilendirdiği için; ve çoğu kişilerce ve toplumlarca yanlış anlaşıldıklarından, söz israf etmek hoşuma gitmez. Fakat bir kısım dostlarımın ısrarı üzerine ehl-i kitap genel evrensel değerler itibarı ile bir miktar izahat vermek israf sayılmaz.

İşte Madde 1:
Bir kısım Müslümanlar, rivayetçilerin tazyikiyle Abbasî döneminin ortalarından itibaren, ehl-i kitap olan Semavî dinlere bağlı kişileri müşriklerle ve mülhidlerle bir ve aynı terazide tuttular. Bu, açıkça Kur’an’a aykırı bir durum idi. Çünkü, ehl-i kitap, ahirete, vahye ve helal-harama inanır; İslam toplumu içinde yerleri vardır. Müşrikler ve mülhidler ise asla böyle evrensel değerlere inanmazlar ve sistem dışındadırlar. ( Bu konuda bakınız: Mâide, 45-48; Âl-i İmran, 113-115; Bakara, 62; Mâide, 69... )

Madde 2:
Tevbe Sûresi ayet 29 “ Ehl-i kitaptan olup da, Allah ve ahiret inancını yitirmiş, ve gerçek dinî yaşama bağlı olmadığı halde yaşayanların dahi, belli bir vergi karşılığında yaşamalarına izin veriyor ” ve onları, necis ve hiçbir değer tanımayan müşriklerle bir tutmuyor... Çünkü gelenek tarzında dahi olsa, böyle eskiden ehl-i kitap olanlar, bir kısım medenî ve insanî değerleri yaşayabilirler. ( Bkz. B. S. Nursî, Sözler, 24. Söz, 5.Dal )
Fakat ahirette, böyle dindışı yaşayanların bir nasibi olamaz. Yani ahiret itibarı ile böyleler, müşriklerle eşit olacaklar ve ceza çekecekler; eğer kendilerine doğru ve isbatlı bir dini tebliğ yapılmış ise... ( Bkz. Beyyine Sûresinin tümü )
İşte cizye meselesi sadece böyle iken yani yarım yamalak bir şekilde ehl-i kitap geçinenler için iken, Müslümanlar, yanlış yapıp, bütün dindar ehl-i kitabı cizyeye ( özel yaşam vergisine ) tâbi tutmuşlardır. Kur’an’a aykırı davranmışlardır.

Madde 3:
Beyyine ne demektir?
Beyyine, kelime olarak açık ve isbatlı bilgi, demektir. Dinî manası ile, bir peygamberin isbatlı, mucizeli dini bilgileri demektir. Bunun ille de Kur’an veya Tevrat veya İncillerden biri olması gerekmez. Müslümanlar bu beyyineden sadece Kur’an’ı anlıyorlar. Fakat bizzat Beyyine Sûresinin “ suhûfen mutahherah= şaibesiz suhuflar ” demesiyle Tevrat ve İncil sahifelerini de içine katıyor. Ve ebedî cehennemlik olanların Tevbe 29’da anlatılan dinsiz ehl-i kitap olduğunu hatırlatıyor. Zaten bu iki sûre arasında hiç de bir zaman farkı yok!
“ Evet ehl-i kitap için Kur’an’daki isbatlar, bir beyyine olduğu gibi, Müslümanlar için de Tevrat ve İncil bir beyyinedir, bir mucizedirler. Hepsi de semavî, ilahî hazineden gelen bir cevherdirler.
İşte kim, dostunun elindeki cevheri kabul etmezse, kendi elindeki cevheri de binnetice kabul etmemiş olur. Böyleler cehennemlik olurlar. ”

Madde 4:
Kur’an, Tevbe 28’de açıkça bildirdiği halde, sadece dinsizler ve müşrikler Kâbe’ye ve Medine’ye giremezler. Fakat Müslümanlar, ehl-i kitabı müşrik sayıp onları oralara sokmamışlar. Binnetice Kur’an’a muhalefet etmişler.
Halbuki Hz. Muhammed döneminde Hıristiyanlar, Medine’ye ve Mekke’ye geldiler. Dostluk ve ittifak kurdular. Hem de bu ayetin nüzûlünden sonra... Bu yanlışın sebebi Müslümanların, Tevrat ve İncili anlamadıkları için; muharref görmeleridir.

Madde 5:
Halbuki Kur’an’da hiçbir yerde, “ Tevrat ve İncil muharreftir, onlarla amel edilmez ” diye bir ayet yoktur. Bilakis 20 yerde Kur’an o kitapları onaylıyor, onlarla amel edilmesini tavsiye ediyor. ). Ve târihen sabittir ki Asr-ı Saadetteki İncil ve Tevrat ile bugünkü İncil ve Tevrat aynıdır, hiç değişmemiştir. Çünkü tevatür ile gelmiştir... ( Bkz. Mâide,45-48-68-69; Enbiya, 48-49-50... Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat isimli kitabımıza da bakınız!

Bakara, Mâide ve Nîsa sûrelerinde geçen “ yuharrifûne’l-kelime an mevâdııhi ( kelimeleri gerçek manalarından saptırırlar ) ” ifadesi, bildiğimiz tahrif manasına değildir, yanlış yorumlama, demektir. Ki her toplum ve din için bu olumsuz davranış, geçerlidir.[1]

Madde 6:
Kur’an, Mu’minûn 1-11. ve 50-53., ayetlerde ve Hacc 78’de açıkça ifade ettiği gibi; din de, ümmet de sadece bir tanedir, Allah’ın vahiyle gönderdiği şeydir. Yahudilik, Hıristiyanlık, Sabiilik ve İslam aynı şeydir.
Kur’an: “ İşte bütün bu peygamberler zinciri, tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir.” ( Mu’minûn, 53 ) diyor.
Bakara 120’de kınanan Yahudi ve Hıristiyanların davranışı ise, din manasında değildir, Tevrat ve İncil’den ayrı olarak oluşturdukları gelenek ve milliyetleridir. Zaten bu ayette “ din ” değil de “ milliyet ” kelimesi seçilmiştir.
“ Sen onların milletine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden razı olmayacaklar. ”
Evet din, evrensel bir değerdir. Fakat millet öyle değildir.
Maide 51’de “ Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin ” ayeti de, dindar Müslümanlara karşı müşriklerle işbirliği yapan gruplar içindir, bizzat onların dinlerinden dolayı değildir. Çünkü bizzat Hz. Muhammed’ in çok Hıristiyan dostları vardır.
Ve tarih boyunca Müslümanların da dindar Hıristiyan ve Yahudi dostları oldu. Fakat bu asır, slogan asrı olduğundan; ayet siyak ve sibakından koparılmıştır, terörizme alet edilmiştir.
Hacc 78’de de anlatıldığı gibi, bizzat İslam dini de pratiklerde Hanif dininin ( Hz. İbrahim dininin ) devamıdır. Evet, İslam’da bölücülük yoktur ve olmamalı!
Maalesef dindarlar, dinlerinin asıl özü olan evrensel barış, kardeşlik, şefkat ve fedakarlık ve feragatı bilmediklerinden, dinsizlere karşı mücadele edeceklerine, kuvvetlerini dahilde israf ediyorlar ve şeytan da bu durumdan kârlı çıkıyor.

Madde 7:
Din evrensel ve pozitif bütün değerleri içerir. Eğer bir dinde bu değerler bulunmuyorsa, veya yaşanmıyorsa, veya eksik ise bilin ki; o din Allah’ın razı olduğu din değildir.
Kur’an, Âl-i İmran ayet 19’da “ Allah’ın razı olduğu din İslam’dır.” derken bu evrenselliği kastediyor. Ve Mâide 44 ve Âl-i İmran 84-85 de açıkça “ Bütün Beni İsrail peygamberleri İslam idi.” diyor. Yani hepsi de vahiy ile amel ediyorlardı, demek istiyor.
İslam, kelime olarak barış ve denge demektir. Ki hayatta gerçek barış, huzur ve denge, ancak iki cihana bakan vahiy ile mümkündür...




Madde 8:
Hem İncillerde hem Kur’an’da (4. sûre, 5. sûre ve 19. sûre ) açıkça ifade edildiği gibi, İsa, et ve kan olarak değil; ruh ve mesaj ve matrixli yapısıyla bir canlı vahiy ve evrensel bir barış ve huzur unsurudur. Bu konuda bu kitabın ekler kısmına bakın!
Hal böyle olduğu halde, Müslümanlar da, Hıristiyanlar da onun beşeriyetine takılıp kaldıklarından, İslam gerçeği, huzur ve barış kaybolmuştur. Şeytan kârlı çıkmıştır.
Evet İsa’nın lâhûtiliği Kur’an’da net olarak anlaşılıyor. Mâide 17. ayet ise: “ Allah sadece İsa ibn-i Meryem’dir. ” demeyin ( yani her şeyi, Allah’ın bir nevi yansıması olarak bilin! İsa’nın etini ve kanını tanrı olarak kabul etmeyin! ) diyor. İncil’de de, ( Bap 16’da ) bizzat Hz.İsa, Petrus’a öyle diyor; onu et ve kandan yasaklıyor.
Evet Mâide 73. ayet de, “ Allah üçün üçüncüsüdür, demeyin! ” diyor. Yani Allah sonsuzdur, O’nun sonsuzluğuna aykırı bir inanca girerseniz, kâfir olursunuz. Yani gerçeği örtmüş olursunuz, demek istiyor.
Maalesef Müslümanların çoğu da özellikle müşebbihe ve mücessime grupları, ismi konulmamış bir şekilde Allah’ı sınırlandırmış oluyorlar; Hıristiyanların düştüğü hataya düşüyorlar.
Tevbe Sûresi ayet 30’da, böyle bir suçu ve yanlışı tashih içindir:
“ Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar, Mesih Allah’ın oğludur , dediler. Bu kuru bir iddiadır; daha önceki ( ilkel ) kâfirlerin sözüne benzer. Allah bunları kahr etsin, nasıl saptırılıyorlar. ”
Bu ayette 5 önemli nokta var :
1) Allah’a gerçek manasıyla oğul isnad etmek, Allah’ı maddî, nesnel, sınırlı bir varlık
olarak algılamaktır ki, bu büyük bir suçtur. Yoksa mecâzî manada; Mesih Allah’ın bir oğludur (ürünüdür). Bu manada İncil’de de kullanılmıştır. Ve Kur’an da o gün İncil içinde yanlış var, dememiştir. Sadece Hıristiyanların anlayışını tashih etmiştir.
2) Yahudiler, “ Uzeyr Allah’ın oğludur.” demedikleri halde sadece onu Allah’ın reenkarne olmuş şekli olarak bildikleri için, ayet onların bu iddiasını da aynı suç ile ortak olarak kabul ediyor.
3) Allah’ı sınırlı, maddî olarak algılamak, bir düşünce suçudur, ilkelliktir, evrimleşmek ve gelişmek ve böyle bir suçtan kurtulmak için Allah’ın musibetlerini böylelerinin üzerlerine çeker.
4) Neticede toplumları böldüğünden, büyük belaları onların başına getirip onları Allah’ın kahrına ma’kes yapar. Demek en büyük bela, başta inançta olmak üzere, her nevi bölücülüktür.
5) Uzeyr, Bâbil sürgününden sonra, hafızasından Tevrat’ı yazdığı için Yahudilerin bir kısmı tarafından Allah’ın reenkarnesi olarak algılanıyordu.

Madde 9:
Bir kısım İslam mutasavvıfları: “ Biz, metafizik bir bakış ( keşif ) ile baktık; Hıristiyanlar ve Yahudiler cehennemlik görünüyorlar.” demeleri, ya millîleşen mevcut, maddeci toplumların çoğunluğu itibarı iledir. Veya dar bir görüştür. Kur’an’ın Bakara 62., Mâide 69., Âl-i İmran 113-115. ayetlerine aykırıdır.
Evet Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun kim evrensel dinî değerleri bırakıp, dar millî duygularla hareket ederse, dünyada da cehennemde olur. Evet her üç ümmet sırf bu olumsuz dinî milliyetçilikten çok azaplar çektiler. Bir düşünün, her üç din el ele verse, dünyada ne fuhuş, ne ateizm, ne hırsızlık ve ne de benzeri suçlar ve olumsuzluklar kalır; dünya bir nevi cennet olur.
Evet insanlar dindarâne davranacaklarına; milliyetçiyâne davrandılar, daima şeytanı güldürdüler. Kendileri ise hep ağlıyorlar.
Evet Allah bir, din bir, dünya bir, Âdem ( insan ) bir, doğru yol bir... Daha bölücülük neyimize!

Madde 10:
Bilim, kutsaldan ve metafizik alemden kopuk bir davranış içinde gittiğinden dinin kutsal yerini tutmaz. Allah indinden ( metafizik alemden ) sayılmaz.
Müslümanların da, Yahudilerin de, Hıristiyanların da, bir nevi kutsallık süsü verilse de temel üç kitapları dışında oluşturdukları kitapların yüzde 99’u da “ min ındillah ” değildir. Millîdir, dünyevîdir, ahirette kurtarıcı değildir.
İşte Bakara 78-79. ayetler, bu gerçeği dile getiriyor: “ Onlar ( o cahiller ), kitabı ( Tevrat’ı ) kuruntulardan başka bir şey olarak bilmiyorlar. Ve onlar sadece zan içinde kıvranıyorlar.( 78 )
“ Onlar elleriyle kitap yazıyorlar, maddî bir bedel karşılığında satmak için ‘ Bu Allah katındandır ( gayb alemindendir ) ’ diyorlar. Bunlar ne kötü şeyler yazıyorlar ve ne kötü bir kazanç elde ediyorlar! ” ( 79 )

Bir Sahih Hadis:
“Pek yakında ilim, dünyadan alınmış olacaktır. Öyle ki, ondan hiçbir şey elde edemeyeceklerdir.”
Sahabeler: “Ya Resulallah, Allah’ın kitabı aramızda iken ve biz onu çocuklarımıza öğretirken, nasıl ilim içimizden alınmış olur?”
Resulallah ( A.S.M.): “Tevrat ve İncil, Yahudi ve Hıristiyanların içinde durduğu halde, onlara bir fayda vermediği gibi...” ( Tirmizî )[2]
[1] Bakınız Râzî Tefsiri
[2] Hadis No: 2653